14 Mart 2014 Cuma

Rusya, Ukrayna`yi Suriye karsiliginda istiyor

Ukrayna konusunda Rusya`nin takindigi tavri, Suriye baglaminda degerlendirmek gerekir. Cünkü Suriye`de ic savasin son dönemecine girildigine dair kuvvetli emareler var ve Rusya Suriye`de kaybedenler safinda yer aliyor.

Ayni sekilde Iran da Suriye`de kaybediyor. Hatta sunu da söyleyebiliriz: Israil, Amerika, hatta bütün Bati Suriye`de kaybedenler safinda bulunmaktadir. Kazanani olmayan bir savas bu. Zaten ilginc olan da, kazanani olmadigindan savasin bir türlü bitememesidir. Rusya ve Iran, öte yandan Amerika ve Israil hepsi bir anda Esat`in iktidarda kalmasi icin gereken ne varsa yaptilar ve Esat rejimi bütün dünya kendisini desteklemesine ragmen cökmeye devam ediyor.

Pekiyi, nasil oldu da Esat üzerinde böylesi bir fikir birligi olustu? Herkes bitmekte olan bir rejimi neden yasatma yarisina girdi. Bunu, zihinlerde cökmekte olanin yerini nasil bir rejim alacagina dair net ve acik bir fikir olusmamasina baglamak yerinde olur. Öte yandan Esat`in gidecegini anlayinca Israil`e ve Bati`ya verdigi gizli tavizleri de bu garip isbirliginin pekistiren nedenler arasinda sayabiliriz. Esat`in cöküsünü tek baslarina önleyemeyen Rusya ve Iran da caresiz Esat`in Bati`ya taviz vermesine razi oldular. Sonucta dünya tarihinde cok az vuku bulan bir sey oldu. Karsit uclar birlesti.

Esat`in cökmesini, daha geri planda düsen petrol fiyatlari nedeniyle Rusya ve Iran`in kan kaybetmesine de baglayabiliriz. Zaten bütün bir Arap Bahari`ni, petrol gelirleri üzerine kurulmus olan dünya düzeninin düsen petrol fiyatlari nedeniyle cözülmesine baglamak mümkündür. Petrol geliri, Arap diktatörlerine, halka baski rejimine katlanabilmesi icin sus payi vermelerine imkân sagliyordu. Ama petrol geliri azalmaya yüz tutunca, diktatörler de eskisi gibi halka bahsis dagitamaz oldular.Sonucta rejimler cözülmeye yüz tuttu.

Ileride petrol fiyatlari düstükce, halka bahsis dagitarak ayakta kalan son rejim olan Suudi Arabistan da kaosun icine cekilecektir.Suriye`de iki taraf savasiyor gibi gözükse de, aslinda savas, düzenle kaos arasinda, devletler sistemi ile terör arasinda cereyan etmektedir. Bu savas bir laboratuar gibi gelecekte kurulacak olan dünya düzeni hakkinda bize ipuclari vermektedir. "Cöken devletler" gercegi aslinda bu gelismelerin ürünüdür. Gitgide daha fazla sayida devlet, kendi topraklarinda hakimiyetini kaybederek, âdeta görünmeyen bir düsmanin elinde kivranmaya baslamaktadir.

Dünya devletler sistemi, cöken devletlerin kara deliginde yutulmamak icin canla basla bu devletleri yeniden dirilmeye, yasatmaya calisiyor. Suriye`de oldugu gibi, birbirine karsit gibi görünen Israil ve Iran`in, Rusya ve Amerika`nin Esat üzerinde fikir birligine varmasinin nedeninin bu oldugu görülüyor.

O nedenle bir ara Esat bütün dünya düzeninin cikmakta olan civisi olarak algilandi. O giderse, Suriye`da Israil`in yanibasinda kara bir delik acilmis olacak ve bu kara deligin Israil`e verdigi zarar, uslandirilmis bir Esat rejiminin verdiginden daha fazla olacakti. Muhtemelen Misir`in, askeri darbe ile Mursi`yi devirmis olan Sisi iktidari da Esat`la birlikte cökecekti. Hatta Misir, simdiden "cöken devlet" kategorisine alindi bile.

Dünya bu nedenle Esat`a dört elle sarilir gibi bir görüntü verdi. Türkiye, Esad´in karsisinda karsi yalniz kaldi. Bu durum bizdeki Israil saksakcisi yorumculara göre Türkiye`nin Suriye politikasinin cöküsü anlamina geliyordu. Oysa durum cok farklidir.

Farklidir. Cünkü Esat üzerinde anlasmaya varmanin hicbir kiymeti harbiyesi bulunmamaktadir. Esat rejimi siyaseten bitmis bir rejimdir. Nitekim bunu cok iyi bilen Putin bir ara "Esad gidebilir" gibi bir laf etmisti. Bu cümlenin Israil`in Türkiye`den özür diledigi günlerde, Türkiye`de söylenmis olmasi, Suriye konusunda bütün dünyanin nasil ortak hareket ettigini göstermesi bakimindan ilginctir. Ama ayni zamanda Putin`in söyledigi bu cümle, Batili devletler, Rusya ve Iran tarafindan benimsenen Suriye politikasinin sürdürülebilir olmadiginin bizzat kendileri tarafindan itiraf edilmesi anlamina da geliyordu. Bu durumda bakislar yavas yavas Türkiye`ye kayiyordu.

Iste simdi Türkiye secenegi bu günlerde devreye giriyor. Esat nihayet Bati`nin kararsizligi nedeniyle uzatmalari oynadigi iktidar macini kaybediyor. Bölgeyi herkesten iyi taniyan Türkiye, Esat rejiminin cökecegini cok önceden görmüs olmanin avantajini yasayacaktir.

Simdi Bati`nin önünde duran sorun, Suriye`de Israil`in her dedigini yapacak bir rejimin daha fazla catismaya yol acmadan nasil insa edilecegi, yani cöküsün bir kara delige dönüsmesini önlemek icin neler yapilacagidir.  Ülkede iyi kötü ayakta duran bir rejim kurulmasi acil olarak gereklidir. Böyle bir rejim kurulursa ülkeyi terkeden, basta Türkiye olmak üzere komsularinin üzerinde inanilmaz bir yük olusturan siginmacilar evlerine dönebilecek, Filistin kamplarinin etrafindaki kusatmalar kaldirilacak ve halk biraz olsun nefes alabilecektir.

Ama bunun icin Rusya ve Iran`in geri planda durmasi sart. Bati bu nedenle Ukrayna kartini elinde tutmayi tercih ediyor. Rusya`nin, Suriye`de sessiz kalmamasi durumunda onu Ukrayna ile tehdit ediyor. Bu amacla ülke planli bicimde karistirildi. Timosenko serbest birakildi. Yanusenko iktidardan uzaklastirildi. Rusya intikam icin Kirim`a girdi.

Rusya parmaklarinin arasindan kayan Ukrayna`yi elinde tutmayi bir kazanc gibi görebilir. Zaten istenen de budur bir bakima. Rusya buna karsilik Suriye`deki profilini iyice düsürecek ve bircok konuda geri planda kalmayi tercih edecektir. Bundan baska secenegi yok gibidir. Cünkü azalan petrol gelirleri nedeniyle hem Suriye`yi hem de Ukrayna`yi isteyebilecek kadar güclü degildir. Yani daha dogrusu o eski süper güc, bir daha geri gelmemek üzere coktan tarihe karismistir. Bati ise hem Suriye`yi hem de Ukrayna`yi ayni anda isteyebilecek kadar serbest hissetmemektedir kendisini. Yani bir sekilde gücler dengesi, Ukrayna`nin Rusya tarafindan kalmasini sagliyor.

Bununla birlikte Rusya ve Iran`in sessiz ve geri planda kalmasi durumunda bile, Suriye`de Israil`in uydusu bir rejimin kurulmasi cok ama cok zordur. Cünkü Arap kamuoyunun git gide daha yönetilemez ve daha ele avuca sigmaz bir toplum olmasi ihtimali bulunmaktadir. Bütün dünyayi istikrarsizlastiran da Arap kamuoyundaki yönelimlerin tam olarak bilinememesidir. Iste bu netameli konuda Bati`nin mutlak bicimde Türkiye`ye ihtiyaci vardir.

Olaylara bu acidan bakilinca neden Türkiye`de birdenbire Kürt Aciliminin gündeme getirildihi daha rahat anlasilmaktadir. Cünkü böyle bir stratejik yapi icinde, PKK benzeri yapilanmalara yer olmamasi dogaldir. PKK legalize olmak ve düzenin bir parcasi haline gelmek durumundadir. Ayrica Israil PKK`yi kullanarak Türkiye`yi karistirma projelerinden mecburen vaz gececektir. Israil`le Türkiye arasinda su bile sizmamalidir. Nitekim bu cerceve icinde Israil, Türkiye`den özür dilemek zorunda birakildi. Simdi tazminat konusu görüsülüyor. Gecenlerde Erdogan bu konuda anlasmaya yakin olduklarina dair imalarda bulundu. Israil ve Türkiye iliskileri konusunda yapilacak en ufak bir hata, (örnegin PKK tarafindan Türk askerlerinin yeniden öldürülmeye baslamasi ve bunun Türkiye Israil iliskilerini zehirlemesi gibi), Israil`in varligini, üstelik bu sefer bütün dünyanin düzenini, "gercekten" tartisilir hale getirecektir. Bati bunu o kadar iyi biliyor ki, Ukrayna`yi gözünü kirpmadan Rusya`nin eline teslim etmekte kararsiz davranmayacaktir. Obama`nin telefonlari, Bati`nin görünürdeki tepkisi, ambargo tehditleri bunun sadece kamuflajidir.

Türkiye`nin ele gecirdigi bu stratejik firsat, simdiden bazi önemli konularda taslarin Türkiye lehine yerinden oynamasina yol acmaktadir.

1- Kibris sorunu bu sefer "gercekten" bitiyor. Belki bir sene sonra birlesik bir Kibris`tan söz edebilecegiz. Israil Kibris`ta petrol arayacak. Türkiye, Israil`e Kibris üzerinden su gönderecek. Kibris büyük ölcüde Israil ve Türkiye`nin birlikte at oynatabilecegi bir yatirim alani olacak. Türk limanlari Kibris gemilerine acilacak. Türkiye havalimanlari, Kibris ve Israil ucaklarinca rahatlikla kullanilabilecek. Türkiye ile Avrupa Birligi iliskileri hic olmadigi kadar gelisme kaydedecek. Türkiye`nin, üye olmasa bile, Avrupa Birligi icinde bir üye kadar genis haklara sahip olmasi söz konusudur. Türkiye`nin üye olmasi, Bati`nin ona bictigi arabulucu rolü yüzünden gelecekte de ne Bati tarafindan, ama ayni zamanda Türkiye tarafindan da tercih edilmeyecektir.

2- Türkiye`yi icten ice endiselendiren ve 2015`teki Ermeni katliamlarinin 100 yili dolayisiyla, Türkiye aleyhine baslatilmasi düsünülen kara propaganda ihtimali de git gide azaliyor. 2015`e cok az kalmis olmasina ragmen, dünya basininda bu konuda en ufak bir haberin cikmasina izin verilmiyor.

3- Gecenlerde cok önemli bir gelisme daha yasandi. Türkiye tarafindan uzun süre Bati`dan istenen ve buna ragmen sirra kadem basmis görüntüsü veren teröristler, aniden Yunanistan araciligiyla Türkiye`ye teslim ediliverdi. (Ilginctir Abdullah Öcalan da Yunanistan araciligiyla teslim edilmisti). Bunlarin arasinda Sabanci cinayetinin tetikcilerinden Ismail Akkol da var. Bu teröristlere karsi yillardir sergilenen koruyucu tavirdan vaz gecilmesinin nedeni taslarin Türkiye lehine yerinden oynamasidir.

Bu tavir degisikliginin nedeni, ayni zamanda Türkiye`ye karsi zaman zaman kullanilan terörizm sopasinin, artik faydali bir politik arac olmaktan ciktigi gercegidir. Dolayisiyla bir yandan PKK pasifize ediliyor, öbür yandan Türkiye`nin istedigi teröristler birer birer ona teslim ediliyor. Birbiriyle ilgisiz görünen bir cok olay, aslinda cok gizli bir nedensellik baginin geregi olarak ayni anda, ama fazla göze carpmadan meydana geliyor.

4- Türkiye`de Cemaat-AKP kavgasi görüntüsü altinda yapilmakta olan kanun degisikliklerini de bu baglamda ele almak gerekir. Cumhurbaskanligi secimi de bu cercevede yerini alacaktir. Bircok önemli kanun, dikkatler AKP Cemaat kavgasina cekilerek apar topar cikarildi. HSYK Kanunu, Internet Kanunu bunlardan birkaci. Istihbarat faaliyetlerinin toplumun geneline yayilmasini, dinleme, izleme faaliyetlerinin artmasini, Suriye`de bir kara deligin meydana gelmemesi icin alinan önlemler olarak degerlendirmek gerekir. Cünkü Israil bir istihbarat devletidir. Israil`le isbirligi yapan bütün herkes, bu istihbaratin bir parcasi haline gelir. (Demokrasi, insan haklari, kisisel hak ve özgürlükler mi? Aman efendim, geciniz onlari bir kalem...)

5- Son olarak bütün bu gelismeler, secimleri neden yeniden AKP`nin kazanacagini da aciklar niteliktedir. Secimleri yeniden AKP alacak, cünkü Amerika, Israil, Iran ve Arap âlemi arasinda böylesine bir mekik diplomasisi ve denge siyasetini sürdürebilecek baska herhangi bir güc, Türkiye`de, hatta dünyada, bulunmamaktadir.


17 Şubat 2014 Pazartesi

"Sen benim hayallerimin katilisin!"

Böyle bagiriyordu yüregi yarali anne, bir anlik öfke sonucu kizini öldürmüs olan kocasina. Muhasebeci Ayhan Ercan, kizini öldürmekten yargilandigi mahkemenin karari uyarinca, cinayetin islendigi eve kesif icin getirilmisti. O sirada kesifte hazir bulunan esi Meliha Ercan ve öldürülen kizin kiz kardesi, cezaevi aracinin penceresinden bakarken onu gördüler ve o sirada kadin böyle seslendi kocasina. 

Meliha Ercan`in yüzündeki yasanmislik tabii ki, akillardan cikacak gibi degil. Hatta sunu söyleyebilirim, bu yüz hep benimle birlikte olacak. Annesi babasina seslenirken aglayan ve herseye ragmen o gün güzel giyinmeye özen göstermis olan ve ablasini yitirmis olmanin acisiyla yüklü o güzelim genc kiz da öyle. Ayhan Bey de benimle birlikte olacak. 

Bu saatten sonra yarali annenin isyani ve haykirisi durdurulamaz. Ama bu haykiris, bir anlik öfkenin sonucuna katlanmak zorunda kalan babanin azabini da ikiye katlar. Ayhan Bey`in yüz ifadesinden bunu okumak mümkün. 

Hepimiz testosteronun esiriyiz Ayhan Bey, demek geliyor icimden. O bir anlik öfkeler var ya, onlar testosteronun tipik mariferleridir iste. O garip enzim, bir an icinde, her cesit sacmaligi bize dogal, dogru ve mantikli gibi gösterir, bilincimizi sasirtip uzaklara savurur. Altmisina dogru bu inanilmaz madde vücudumuzda azalmaya yüz tutunca rahatlariz ve Sokrat gibi, "Oh," deriz, "Nihayet vahsi bir hayvanin tasallutundan kurtuldum." Ama o zamana kadar bütün kirdigimiz ve hirpaladigimiz insanlar; bize kirgin, dargin ve mesafeli bakar uzaktan. Mesafeyi kapatmak her zaman mümkün olmaz. Erkek olmak biraz da böyle bir seydir. 

Daha önce de (bir baska gazete haberiyle sarsilmis, etkisini günlerce yasamistim. O haberde de bir kücük kiz cocugu, 5 yasindaki Gülcan Danisman, Kasim 2011`de 
İzmit’te, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun Kassel Çocuk Köyü`ndaki bir revir odasinda menenjitten, annesine hasret, bu dünyadan göcüvermisti. Gülcan`in imam nikâhli anne ve babasi, ailelerin birlikteliklerini kabul etmemesi yüzünden ayrilinca, kücük kiz kimsesizler yurduna verilmisti. Baba arada bir geliyor kizina oyuncaklar getiriyordu, ama anne hic ugramiyordu onun yanina. O kücük kizin annesini beklerkenki cektiklerini, her sabah umutla uyanisini ve "bugün annem gelecek" diyerek sabirla bekleyisini ve aksam yetimhanenin kapisi kapanirken umutlarinin yikilisini düsüncelerimde günlerce yasamistim. Baba kendisiyle röportaj yapmak icin gelen gazetecilere, "Benim su anda kurulu bir düzenim, bir ailem var, bu olayin üzerine bu kadar gitmeyin, ne var yani, her cocuk menenjitten ölebilir" diyordu. Bu ifadeyi kabul etmek mümkün degildi tabii. Ama en fazla o yapilan zehirli yorumlar yipratmisti beni. Yorumlarda bulunanlarin cogu anneye beddua ediyordu. O yorumlarin sahiplerine, "Siz dogum sonrasi bunalimi diye bir sey duydunuz mu?" diye tek tek sormak istemistim. Ayni soruyu, yeni dogan bebeginin üzerine kapiyi kapatip giden ögretmen anne icin de sormak istemistim. "Siz dogum sonrasi bunalimi" nedir bilir misiniz? Gülcan`in annesi de, bebegini ac susuz birakarak giden ögretmen anne de, ikisi de, dogum sonrasi terkedilen ve aile desteginden yoksun kadinlardi. Anne olmak olgusuna, hicbir zihinsel alt yapisi olmadan, bes parasiz, üstelik asagilanarak yakalanmis olan bu genc kadinlardan ne beklenebilir? Her ne pahasina olursa olsun kacmak... Evet sadece kacmak beklenebilir. Onlar da bunu yapmislardi zaten. 

Hizla kalkinan ülkemizde, bu tür özel yasam facialarini önlemek veya en azindan sonuclarini hafifletmek icin bazi mekanizmalar kurulmasi gerektigi ortada. Örnegin Aile ve Kadindan Sorumlu Devlet Bakanligi bu acidan iyi bir düsünceydi. Simdilerde adi, "Aile ve Sosyal Polotikalar Bakanligi" olan bu devlet kurumunun calismalari sonuc verdi, faydali oldu, denilebilir mi? Olumlu yanit vermek mümkün degil gibi. 

Sadece bizde degil, bizim gibi hizlandirilmis bicimde kalkinmak zorunda kalan, Nijerya, Endenozya, Meksika, Cin ve Hindistan gibi ülkelerde de özel yasamlarin hizla tahrip olmasini önlemek icin karsi mekanizmalarin kurulmasi geregi her gecen gün daha cok hissediliyor. 

Bu ülkelerin basetmek zorunda oldugu sorunlarin büyük cogunlugu, hizli kalkinma sirasinda, eski kurumsal yapilarin parcalanmasi ve yerine yenilerinin konulamamasindan kaynaklaniyor. Her ülke farkli sorunlarla basetmek zorunda, cünkü her birinin sosyal yapisi farkli. Örnegin Nijerya`da Wudu var. Din savaslari var. Kabile düzeni ve bunun getirdigi olaganüstü cesitlilik, daha dogrusu kaos var. Meksika`da erkek kültürü var. Macho`luk var, Mafya var, siddete olan bitmez tükenmez susamislik var. Türkiye`de Orta Dogu kültüründen kaynaklanan töreler var. Söz gelimi cocuk gelinler var, kadina yönelik siddet var. Her ülke kendi dönüsümünü bu agir sorunlarla birlikte sancili yasiyor. Kalkinma yoluna girmis baska bazi büyük ülkeler de sirada. Örnegin Etiyopya, Vietnam, Pakistan, Banglades... Onlarda ayni sorunlari kacinilmaz olarak yasayacaklar. Kalkinma denen, atesten gömlegi giyecekler. 

Kalkinmanin cok boyutlu bir dönüsüm oldugu ve kalkinirken özel hayatlarin kacinilmaz olarak yikima ugrayacagi bilimsel bir gercek. Ama kalkinan toplumlar genelde bu sorunlara hazirliksiz yakalniyorlar. Bu yikimin daha az aci vermesi icin gereken bütün önlemlerin alinmasi daha cok sivil toplumun görevi. Ama bu ülkelerde sivil toplum örgütleri ya hic yok, ya da güdük kalmis durumda, Devlet`in hantal yapisi ve züccaciyeci dükkanina girmis fil görüntüsü de bu isi tek basina yapmasina engel. Devlet en fazla bakanlik kurar, kanunlar cikarir, kurumlari finanse eder. Ama ince isi sivil toplum örgütleri yapar, aile ve birey düyeine sivil toplum örgütleri iner. Cünkü toplumda kurallar üstten gelir, kültür ise alttan. Özel yasamlarin yikimi, kültürel bir sorundur. Yalnizca kanun cikarmakla, para vermekle cözülmez. (Ama kanun da para da sarttir.) Bunun icin Türkan Saylan gibi sorumluluk sahibi insanlarin, daha dogrusu aydinlarin ortaya cikmasi gerekir.  

Batida bu is bilimsel olarak yapiliyor ve bu is icin üniversitelerde kürsüler bulunmakta. Bizde Hacettepe`de 1970`lerde kurulan Sosyal Calisma bölümü bu acidan cok yararli bir girisimdi. Bölümün basinda o zamanlar Prof.Dr.Emre Kongar bulunmakta idi. Daha sonra üniversitelerin sosyal hizmet bölümleri yayginlasti. Ama sivil toplum örgütleri fazla gelismedigi icin, hizmetler hep devletin cizdigi sinirlar icinde, dolayisiyla etkisiz kaldi.  

Bunun icin harcanacak parayi da cok fazla gözde büyütmemek gerekír. Cünkü bu harcanacak para, insanlarin acidan kurtulmak icin uyusturucuya, anti depresanlara, ickiye ve sigaraya harcayacaklari paradan daha az olacaktir. Üstelik toplum ve aile yapisi da böylelikle daha cok korunmus olacaktir. 

Not: Bu yazi yazildiktan sonra gazetelerde bir haber cikti. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanligi, Kabatas`ta sözümona saldiriya ugrayan basörtülü ve bebekli annenin haklarini korumak icin davaya müdahil olarak katilacakmis, Öte yandan Düzce`den bir haber geldi: 

"Ü.B. ile kendisinden boşanmak isteyen eşi Ö.B. sokakta karşılaştı. Ü.B. eşine saldırarak sokak ortasında dövmeye başladı.  Hırsını alamayan Ü.B. çevredekilerin dehşet dolu bakışları arasında üzerinde bulunan ekmek bıçağını çıkararak Ö.B.’yi bacağından bıçakladı. Bağırışma sesleri üzerine balkona çıkanlar karısını bıçaklayan kocanın üzerine saksılar fırlattı. Ü.B. binadakilerin ve çevreden yetişenlerin tepkisi üzerine koşarak uzaklaştı.” Milliyet 18.02.2014.


Sadece bu iki haberin alt alta siralanmasi bile devletin bu devasa sorunun cözümü konusunda ne kadar aciz oldugunu gözler önüne sermiyor mu? Bu sokakta eski esi bicaklama, eski esi sigindigi baba evinde öldürme olaylari cig gibi. Bu sorun kesinlikle bir toplumsal cinnet boyutlarina gelip dayanmis durumda. Öte yandan bakanlik, basörtülü kizimizin saldiriya ugradigini ortaya cikan görüntülere ragmen ispatlama pesinde. Ne diyelim: Devletin yapacagi is buraya kadar. Gerisi, bu ülke vatandaslarina ve aydinlarina kaliyor. 

8 Şubat 2014 Cumartesi

"Kayikci Kavgasi" bitiyor

AKP Cemaat kavgasinda son dönemece girildi. Genelde politik bir kanundur. Iki ortak arasinda siyasi kavga, ortaklarin her ikisinin birden zarar görecegi bir batma sürecine girildiginde sona erer. Bu biraz da yapisik ikizlerin kavgasina benzer. AKP ile Cemaat ayni toplumsal tabandan güc almaktadirlar. Dolayisiyla taban bu kavga dolayisiyla dagilmaya basladigi an, kavga biter. Barisma gayretleri baslar. Nitekim basladi bile. Bülent Arinc, Cemaat´e kirmizi güller firlatip duruyor. Görünen o ki, biraz agirdan da olsa, Cemaat bu barisma gayretlerine ilgisiz kalmayacaktir.

Barisma gayretleri sonuca ulasir ulasmaz, taban derhal toparlanacak, eskisinden daha da güclü bir sekilde kemiklesecektir, bundan emin olunmalidir. Neden? Cünkü barisma bir takim pazarliklar temelinde gelisecek. Iki taraf da yerini bilecek. Acik veya gizli bir protokol olusacak. Bazi alanlar Cemaat`e, bazilari acikca AKP`ye birakilacak. Devlet aygitlarini kendi aralarinda paylasacaklar ve bundan sonra da, eger cok büyük bir sorun ortaya cikmazsa, birbirlerinin alanlarina fazla girmeyecekler. Yine aralarinda kavga ve celiski olduguna dair söylentileri yalanlayan demecler birbiri ardi sira gelecek. Bu ayan beyan görünen gercekleri yokmus gibi gösterme konusunda her iki taraf da Erbakan`dan cok sey ögrenmistir. Erbakan, "politik asirilik" konusunda gercekten rakipsizdi.

Bu arada ortaya dökülen kirli camasirlar, söylenen yalanlar, kurulan tuzaklar, özel hayata müdahale, dinleme skandallari... Bunlar hic sorun degil. Cünkü bunlarin icyüzünün böyle oldugu Türk kamuoyunda cok önceden biliniyordu. Özü baska, sözü baska sahtekar din adami algisi, Cumhuriyet dönemi boyunca özellikle Atatürkcüler tarafindan toplumda yaratilmaya calisilan bir algiydi. Bu konuda Ugur Dündar`in öncülügünde din adamlarinin özel hayatlarinin gizli gizli videoya cekildigine bile sahit oldu Türkiye. Dolayisiyla dini referans olarak kullananlarin, ahlaken cürümüs oldugu gercegi, Türkiye`de yeni degildir.

Dikkat edilmelidir. Bu gercek biline biline AKP ve ortaklari iktidara geldi. Dolayisiyla "malumun ilani" ile siyasi islam`in sonunun geldigine dair bugünlerde sik sik dile getirilen kanaat, gercekci degil. Siyasette isler böyle bugünden yarina degismez. Siyasette secim, ahlaki kaygilarla degil, menfaat algisiyla kazanilir. Eger secmen, kendi referanslarini kullanan, kendi dilinde konusan bir yapinin, disarida da kabul gördügünü ve cesitli vesilerle kendisine menfaat dagitacagini hissederse o yapiya oyunu verir. Yeter ki o "yapi" oyun planini iyi kursun, menfaati kendilerini destekleyenlere saglayacagina secmeni inandirsin.

Bu nedenle siyasi islamin sonuna gelinmedi. Aksine daha iyi örgütlenmis, kendi icindeki güc ve paylasim meselelerini cözmüs olan siyasi islam, Türkiye siyaset sahnesinde uzun yillar yerini koruyacaga benzer. Hatta sunu da söyleyebiliriz: Türkiye`yi önümüzdeki dönemde cok daha karanlik bir otoriterlesme süreci bekliyor. Nitekim Internet`e müdahale bunun ilk örneklerinden biri. Bunun arkasi gelecektir.

Fakat...

Evet, bu isin bir de "fakat"i var. Iktidarin ve onun ortaklarinin kirli camasirlari, daha önce 1990`li askeri vesayet rejiminin ortaklari asker, medya siyaset üclüsünün basina geldigi gibi, bütün herkesin gözlerinin önüne serildi. Evet ama bu ortaya serilme, daha önce hic Türkiye`de böylesine yaygin bicimde ortaya cikmamis demokrat bir kitlenin önünde meydana geldi. Bu kitle, daha önce hicbir zaman Türk siyaset yasaminda basrolü oynayamamis olan ve simdi bambaska, âdeta moda deyimiyle "post modern" düsünen bir kamuoyudur. Bu kamuoyunun azimsanmayacak, âdeta toplumu temelinden günlerce sarsacak bir güce eristigi asikâr. Iktidarinin otoriterlesmesinin boyutunu artiran da bu. Iktidari reformist olmaktan cikaran da bu. Bu kamuoyu, iktidar zayiflasa da, diger partilerin güclenmesine izin vermiyor. Dolayisiyla iktidarin zayiflamasi, bu kamuoyunu güclendiriyor, muhalefeti degil.

Bu gercekler, bundan sonra yasanacak otoriterlesme süreciyle birlikte, iktidar ortaklarinin daha da marjinellesmesine ve toplumsal tabandan kopmasina yol acacaktir. Ama dikkat edilirse ayni kopma, daha az gözle görünür bicimde olsa da, CHP ve MHP`acisindan da yasanmaktadir. Demokrat kamuoyu bu iki partinin de özgürlükten nasibini almamis partiler oldugunu biliyor. Demokrat kamuoyu CHP`nin icyüzünü cok iyi biliyor. Gezi olaylarina bu nedenle hicbir parti tam anlamiyla sizamadi. Yani aslinda sadece islamcilik akimi degil, bütün bir siyasi yapi bastan asagiya sorgulanmaktadir. Iktidarin zayiflamasinin, diger partileri güclendirmemesinin nedeni budur.

Cünkü daha önceki yazimda da belirttigim gibi Türkiye kendi egitim sistemini ve düsünce üretim sürecini, yani demokratiklesmesini ilerletmeden bundan sonraki ilerleyisine devam edemeyecektir. Türkiye, büyük bir dünya gücü olmanin esiginde olan bir ülkedir. Cari acigini ekonomik fazla`ya dönüstürmek icin gereken her seye sahiptir. Ama kurumlari, kanunlari, kisacasi her seyi, eski Türkiye`nin meydana getirdigi yapilardir. Dolayisiyla bunlar ihtiyaci karsilamiyor. Bati`da Türkiye konusunda ortaya cikan fikir ayriligi tam da bu gercekten kaynaklanmaktadir.

Büyük Orta Dogu projesi, yüzlerine islami maske gecirmis politikacilarin, demokratiklesmeyi hic kendilerine dert etmeden, dini referanslarla toplumu kazanacagi fikri üzerine kuruluydu. Proje, Türkiye`ye uymuyor. Dolayisiyla sonuna gelinen sürec aslinda bu. Islami referanslarin artik ise yaramadigi ve Türkiye`ye hitap edemedigi bir noktadayiz. Ama sadece islami referanslar degil, ayni zamanda simdiye kadar ileri sürülen ve demokratiklesmeyi icermeyen bütün siyasi referanslar eskiyor.

Dolayisiyla bunu gören Bati`nin ilimli islam, büyük orta dogu projesi gibi düsünceleri bir kenara attigi bir ortamda, AKP ve onun ortaklarina Türk siyaset sahnesinde daha az is düsecgini söyleyebiliriz. Ama ayni zamanda "Rabbim, Rabbim" diye ortaya firlayan Mustafa Sarigül türü politikacilara da daha az is düsecek. Türkiye ihtiyac duydugu siyasi yapiyi önümüzdeki 10 yillik dönem icinde mutlaka ortaya cikaracak. Simdiki yapiyla bu yapi arasindaki fark, 1914 ile 1924 arasindaki farklilik kadar büyük olacaga benzer. Ama dönüsüm, büyük bir toplumsal kaosa yol acmadan adim adim gerceklesecek. Cünkü dedigim gibi demokrat kamuoyu artik "post modern".





5 Şubat 2014 Çarşamba

Türkiye ekonomisi üzerinde olusturulmaya calısılan "Yanlış Konsensüs"

Secimler yaklastıkca Türkiye`yi kendi istekleri dogrultusunda bicimlendirmek isteyenlerden gelen hamleler sıklasmaya basladı. Bu hamlelerden en cok basvurulanı, tabii ki, ekonomik acıdan Türkiye`yi sıkıstırma gayretleridir.

Bu oyunları sahneye koymak nispeten kolaydır. Cünkü Türkiye döviz ihtiyacını ihracatın yanında,  dıs piyasalardan sagladıgı kısa veya uzun vadeli borclarla karsılamaktadır. Türkiye`nin ihtiyacı oldugu bu borc tutarını ona saglayan piyasa mekanizması da büyük ölcüde Türkiye`yi bicimlendirmeye calısan merkezlerin etkisi altındadır. Bu merkezler, su veya bu sekilde ülkeyi karıstırmak icin ekonomik aracları gecmiste de kullanmıslardır.

Pekiyi, Türkiye`yi bicimlendirmeye calısanlar onun nasıl bir ülke olmasını istiyorlar?

Cevap su olmalıdır: Onlar Türkiye`nin Islam Dünyasının önünde, kalkınmayı basarabilen bir islam ülkesi olmak parlamasını istiyorlar. Bununla islam ülkelerine su mesaj verilmeye calısılıyor: siz de Türkiye gibi Batı`nın istediklerini harfiyyen uygularsanız, onun gibi sorunsuzca kalkınabilirsiniz. Bu amacla yabancı sermeye oluk oluk Türkiye`ye akıtılmakta. Yani bir anlamda önce Güney Kore`ye, daha sonra da Cin`e yapılan seyin bir benzeridir bu. Bir ülkeyi model ülke olarak secip onu kalkındırarak diger ülkelere bu dogrultuda mesaj vermek, onları imrendirerek sıraya girmesini saglamak.

Türkiye`nin bu rolü oynamasını saglamak icin ekonomik araclar, etkisi siddetli olup kısa sürede sonuc verebilen bir yapıya sahip. Bütün ekonomik potansiyeline ragmen Türkiye ekonomisinin bu amacla yıllardır yabancı sermayeye muhtac hale getirilmesinin sebebi de bu. Türkiye biraz basına buyruk hareket etmeye baslayınca, derhal ülkeden sermaye cekiliyor, faizlerin yükselmesi yönünde baskı olusturuluyor. Faizlerin yükselmesi üretimi boguyor. Issizlik artıyor. Toplum geriliyor. Yeniden aile katliamları, iflaslar ortaya cıkıyor. Karsılıksız ceklerin sayısında artıs dikkat cekiyor. Bu oyun, onyıllardır sahneye konulmakta.

Ancak burada Kore ve Cin`de oldugundan daha farklı bir sonuc cıkıyor ortaya diyebiliriz. Yani onlar Türkiye`ye model olarak yatırım yaptıkca, ortaya cıkan Türkiye tam da onların istedigi gibi bir Türkiye olmuyor. Biraz daha fazla kendilerine kafa tutan, basına buyruk davranmaya hevesli bir ülke cıkıyor ortaya. Ekonomik araclara bir sopa gibi ikide bir basvurulması bu yüzden. (Burada Obama`nın Erdogan`la telefonda konusurken cektirdigi beyzbol sopalı resmi hatırlayalım.)

Bununla birlikte bu aracların etkisinin giderek azalmakta oldugunu gözlemliyoruz. Cünkü Türkiye`nin elinde üretimi artırarak kendi dövizini kendisinin kazanması, yani bir ihracatcı ülke olabilmesi, cari acık degil, cari fazla verebilmesi icin gereken her sey elinde artık var.

Ama yine de oyun sürüyor. Neden? Cünkü Türkiye üretim becerisinin, yabancı sermaye temelinde gelistirilmis olmasının etkisinden cıkamadı henüz. Üretim hep bir döviz borcu stoku ile birlikte büyüdü. Ama zamanla üretimin sagladigi getiri, Kore`de oldugu gibi borc stokunun üzerine cıkıp “fazla”ya dönüsmedi.

Burada tabii kültürel yapinin da etkisi var. Türkiye`nin insanlari tüketmeyi daha cok seviyor. Bu bir gercek.

Ama öte yandan döviz acıgını gidermek icin, daha farklı bir tavır, Kore gibi "bir mali en iyi üreten ülke" olmak gerektigi de ortada. Bir malı “en iyi üreten ülke” olmak icinse, AR-GE alanına yatırım yapmak gerekiyor. AR-GE`ye yatırılan paraların ekonomik anlamda geri dönebilmesi icinse, ülkenin egitim sisteminin, beyin gücünün akılcı ve pozitif temelde gelistirilmesi gerekmekte. Görüldügü gibi artık bir noktadan sonra toplumun genelini ilgilendiren reformlar yapmadan cari acık yüksek faiz sarmalından kurtulmak mümkün olmuyor. Türkiye bu noktada mi? Hayir degil.

Ama o noktaya dogru bir yönelim var. Türkiye`de, egitim sistemi akılcı bir yapıya kavusmadan, düsünce üretimine engel olan bütün anti demokratik uygulamalara son verilmeden, özgürlükcü bir ortamı hakim kılmadan, buna uygun hukuki düzenlemeleri yapmadan kalkinma sürecinin devam edemeyecegi fikri giderek daha cok kabul görmekte.

Yani Türkiye`yi, bu kadar yaklastıgı bir noktada, artık AR-GE calısmalarından, egitim sistemi reformundan uzak tutmak söz konusu degil. Istedikleri kadar faiz silahını ceksinler, toplumsal üretimi bogmaya calıssınlar, egitim sistemini dershane benzeri sacmalıklarla kötürümlestirmeye calıssınlar, Türkiye`de belli bir bilgi ve sermaye birikiminin olusmasına engel olamadıkları gibi, Türkiye`nin AR-GE alanında söz sahibi olmasına da engel olamayacaklar. Yani Türkiye icin cari acık ve yüksek faiz sorununu ortadan kaldiracak olan "bir mali en iyi üreten, vazgecilmez ülke" olmak, o kadar da uzak bir nokta degil. Hatta su söylenebilir: Türkiye artik böyle bir ülke olmaya mahkumdur. Batı bunu görmüyor mu? Bence görüyor. Tek göremeyen, daha dogrusu görmek istemeyen, Israil ve onunla birlikte hareket eden bazı uluslararası sermaye cevreleridir.

Yani bu olusturulmaya calisilan "Yanlis Konsensüs" oyunlari, dövizin cekip gitmesi, faizlerin yükselmesi, kriz yaratma oyunlarının ülke olarak sonuna gelmis bulunuyoruz. Secimlerin yaklasması bu oyunlara biraz daha elverisli bir ortam sunuyor gerci. Ama hatırlamakta fayda var, günde 14.000 camasır makinesi üreten fabrikalar, Türkiye`nin sınırları icinde bulunmaktadır ve bu üretim gücü baska hic kimse tarafindan degil, bu ülke topraklarinda yasayan insanlar tarafindan meydana getirilmistir. Bu yapi, belli bir asamadan sonra ayak oyunlarini gecersiz kilacaktir.

Bugünkü Türkiye`de sorulmasi gereken esas soru sudur: Günde 14.000 camasir makinesi üreten fabrikalarin sahipleri, neden faizleri düsük tutmaya calisan ama bunu basaramayan AKP iktidarının karsısında yer alıyorlar? Faizlerin düsmesi en cok üretim sektörünün isine gelmiyor mu? Ve neden AKP aradıgı destegi, bu cevrelerden degil de, bir malı en iyi üreten konumuna hicbir zaman erisemeyecek olan insaat ve gıda gibi üretim kollarindan buluyor?

Cok derinlerde bir AKP`nin oynadigi rol konusunda, Batida fikir birligi yok aslında. Yani “Büyük Orta Dogu Projesi” bütün Batı tarafından paylasılmıyor. Cok derinlerde bir yerde, AKP, Islami Model, müslüman demokrasi gibi kavramları Batı bir kenara atmaya hazırlanıyor. Sorun, bu kavramların yerine ne konulacagının henüz bilinememesidir. Bu konuya ileride dönecegim. 

18 Ocak 2014 Cumartesi

Ana dilde egitim ülkeyi neden bölmez?

Yasar Kemal, "Söz, insandır," der bir yazisinda. Bir insani olusturan bütün ögelerin konusulan dile yansidigini anlatir bu cümlesiyle. Gercekten de bir dilde o dili konusanlarin bütün özelliklerini, dünyaya bakisini, olaylari kavrayis bicimini bulmak mümkündür. Bir dili yasaklamak, onun önüne engeller koymak demek, o dili konusanların varolus bicimini yasaklamak demektir. 

Bununla beraber insan hakları beyannamesinde dil özgürlügü diye bir sey yoktur. Yani bu beyannameye göre bir dili yasaklamak, insanlık sucu degildir. Yalnızca, bir insan, etnik kökeninden dolayi ayrımcı muameleye tabi tutulamaz, denir.

Yani su demek isteniyor: insanı etnik kökeninden ötürü asagılamayacaksın. Ama o insanın kendi dilinde egitim görmesini engelleyebilirsin. Yani asimilasyon yapabilirsin. Ama asimile ettigin insanları asagılayamazsın. Asiri kapitalist bir mantiktir bu.

Yine de kapitalizm asimilasyona hicbir zaman sıcak bakmamistir. Cünkü Yasar Kemal`in dedigi gibi dil ile insan arasında varolussal bir birliktelik vardır. Biri yasaklı ise öteki özgür olamaz. 

Örnegin Dostoyevski`nin Budala adlı romanının son sayfalarında, kahramanlardan biri "Bir araya gelelim de söyle bir Rus gibi doya doya aglayalım" der.

Belki hicbir millet Ruslar gibi aglayamaz. Belki iclenmeyi, özlemeyi , hasreti en iyi onlar bilirler. Sibirya gibi bir ucsuz bucaksızlıgın kıyısında yasamak, ara ara o uzaklıklara sevgiliyi, ogulu, babayı vermek zorunda kalmak mıdır bunun nedeni? Bilinmez. Bunlar insanlıgın sırlarıdır. Nitekim her dilin altında böyle binlerce sır gizlidir.

Faulkner, Ses ve Öfke romanında günesi, ufuk cizgisine yaklasmakta olan kanlı bir yumurtaya benzetir. O günes, bütün dünya dillerinde "Sun"dır artık. "Sun", yani Faulkner`in gördügü günes anlamında. 

Bir dilin egitim dili olmasını engellemek, o dilde kitap basilmasini yasaklamak; o dili genc kusaklardan koparmayi amaclar ve bu yüzden direkt asimilasyon kapsamına girer. Batı ülkelerinde bir sınıftaki göcmen cocuk sayısı 5`i astıgında, o sınıfın müfredatına, göcmen cocuklarının kendi dillerini konusabilecegi dersler bu yüzden ilave edilir. Insanlarin asimile olmasini engellemek icin. Dil ile insanın varolusu arasındaki kopmaz baglara saygıdan ötürü.

Ama öte yandan ana dilde egitimin ülkenin bölünebilecegi endisesi dogurdugu da bir gercek. Bu endiseyi tasıyanlarca farklı diller, insanların birbirini anlamasını güclestirir, bu da giderek ülkenin bölünmesine yol acar.

Dogru gibi görünen, ama aslinda banal bir düsüncedir bu. Cünkü birden fazla dil konusulan ülkelerde insanlarin birbiriyle anlasabilmek icin cok dilli bir yasam sürdürdügü gercegini göz ardi eder. Bu ülkelerde cok dilli olmak yasamin dogal bir görünümüdür. Hatta sunu söyleyebiliriz: dünyada cok dillilik, tek dillilikten daha yaygindir. Sonucta bu dillerden biri digerlerini gecerek ülkenin "Lingua Franca"si olur. Rusya`nin Lingua Franca`si Ruscadir örnegin. Türkiye`nin Türkce`dir.

Hatta bazi ülkelerde, yerel bir dilin üzerinde calisilarak "Lingua Franca" haline getirildigini görüyoruz. Örnegin Almanya`da Hoch Deutsch (Yüksek Almanca) Alman Birligi`nin dili olarak Bismarck tarafindan bile isteye, yapay bir sekilde gelistirilmistir. Endoneya`da Malay Dilinin bir koluna evrim gecirtilerek bu dil, Endonezya`nin ortak dili olarak kabul edilmistir. Oysa Endonezya`da halkin ezici cogunlugu bu dili degil, Cava dilini konusur. Yine Pakistan`da Urdu dili, ülkenin ortak dili olarak, bilincli ve biraz da ideolojik bicimde gelistirilerek "Lingua Franca" haline getirilmistir. Filipinler`deki Filipino, yerli dili Tagalog`un gelistirilmis bicimidir.

Cok dilli ülkelere en iyi örnek, tabii ki, Hindistan`dir. Bu ülkede 330 dil konusulmakta. Bunlardan 22 adedi ülkenin resmi dili. Ana dilde egitim ülkeyi bölseydi, Hindistan`ın en azından 22 parcaya ayrılması gerekirdi. Ama ülke sapasaglam yerinde duruyor. 

Nitekim Hindistan ile Pakistan arasındaki bölünme de dil temelinde degil, din temelinde olmustur. Ama Pakistan`ı kuranlar Urdu dili adı altında, Hindce`nin Arap harfleriyle yazılmıs bicimini biraz farklılastırarak konusmaya devam ettiler. 

Yani yolları ayrılan insanlar, bir bakima aynı dili konusmaya devam ediyorlar, demek istedigim bu. Iste Kuzey ve Güney Kore. Iste bir zamanlar birbirinin canına kasteden Sırplar`la Hırvatlar, Sırplar`la Bosnaklar.. Bunların konustuklari dil birbirinin hemen hemen aynı degil mi?

Hatta belki sunu bile söyleyebiliriz: Bölünme daha cok aynı dili konusan insanların arasında inanc ve dünya görüsü farkliligindan ötürü meydana gelmektedir. Cünkü Mevlana`nin dedigi gibi aynı dili konusanlar degil, ancak aynı duyguları paylasanlar anlasabilirler. Bir bölünme dil farklılıgı temelinde gelismisse, bunun mutlaka daha derinde yatan ve inanc ve dünya görüsü farklılıgından kaynaklanan bir baska nedeni vardir.

Neden Isvicre Almanları, Alman birligine katılmayıp, Fransız ve Italyanlarla birlesmeyi tercih ettiler? Cünkü Isvicre Almanları Kalvinistti. Kalvinistlerle Luteryenler arasındaki iklim farklılıgı vardi. Bu da Isvicre Almanlarının birlige katılmasına engel oldu. 

Tersine, bu inanc ve kültür farkliligi yoksa, ana dilde egitim ülkenin yapisini saglamlastırır. Dillerden biri veya tamamen disardan bir dil (örnegin Hindistan`da Ingilizce bir zamanlar böyleydi) "Lingua Franca" olarak secilir. Halk, kendi evinde ana dilini, carsida pazarda ise bu genel gecer dili konusur.  

Hemingway, Afrika`nin Yesil Tepeleri adli romaninda söyle der: "Ne o bir kelime Ingilizce biliyor, ne de ben bir kelime yerli dili konusabiliyordum. Ama buna ragmen simdiye kadar bir av arkadasımla hic bu kadar ayrıntılı bir av planı yapmamıstım."

Insan budur iste. Ana dilde egitim ülkeyi bu nedenle bölmez. Aksine ülkeyi saglam kilar. Cünkü insan, saygı, sevgi ve kabul gördügü yere aittir.

Bunlardan sonra acınız 3.10.2013 tarihli Radikal`i. Su haber karsınıza cıkar: TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Prof.Dr.Burhan Kuzu, Anadilde eğitimin Türkiye'yi böleceğini öne sürdü: Bir tek Kürdün anası yok ki, 18 tane etnik grup anasını alıp gelirse ne yapacağız? dedi.
 
Gülmek mi, yoksa aglamak mi lâzım gelir, bilemiyorum. Üstelik bunu söyleyen Anayasa Hukuku profesörü. Olayi vahim kilan da bu.










12 Ocak 2014 Pazar

AKP`den cok genis bir U dönüsü

Erbakan, bir zamanlar AKP icin "Arka Kapidan Kacanlar Partisi" demisti. Erbakan, bu nitelemesiyle kendi ardillarini, yillardir mücadele ettigi ve "Bati Kulübü" diyerek isimlendirdigi emperyalist ülkelere teslim olmakla elestiriyordu. Bu nedenle nitelemenin, bir ihanet suclamasi oldugu söylenebilir. 

Bununla birlikte Erbakan`in gercek bir anti-emperyalist oldugunu düsünmek de zordur. Erbakanìn amaci, anti emperyalist olmak degil, emperyalizme ve bilhassa Israil`e karsi Islam âleminde biriken öfkeyi demokratik kanallardan oya dönüstürmekti. Erbakan o zamanlar, Türkiye`deki askeri vesayet rejimininin Israilìn kontrolünde oldugunu görmezden geliyordu. Daha dogrusu bunu bile bile, Türkiye`de islamci bir iktidarin kurulabilecegini düsünüyordu. 

Erbakan`un bu dönemde dillendirdigi "Askerle aramda sorun yok" söylemi, kör kör parmagim gözüne, Nazi`lerin yaptigi türden, gercegin tam tersini sürekli tekrarlayarak algi yaratma tekniginin tipik bir örnegidir. Ama bu propaganda iktidar olunursa bir ise yarar.Nitekim bugün AKP`nin "yolsuzluk yok" propagandasi gibi, iktidarin yapacagi bir seydir bu. O zamanlar Erbakan basbakandi. Fakat iktidar degildi. Dolayisiyla onun yaratmaya calistigi algi, gercek iktidar sahipleri tarafindan sürekli yalanlaniyor, Erbakan bir türlü amacina ulasamiyordu.

Bunu bile bile Erbakan`in askeri vesayet rejimiyle iyi gecinmeye calismasi ilginctir. Erbakan, ayni zamanda laik kamuyounda, basin ve sermaye cevrelerinde islamci kesime karsi duyulan korkuyu bildigindan kimsenin üzerine fazla gitmiyor ve adim adim, usulca ve nazikce hareket edilmesi gerektigini düsünüyordu.  O zamanlar askeri vesayet rejiminin, yerinden kipirdatilamaz bir rejim olarak Erbakan`in gözünde büyüdügü kuskusuz. 

Erbakan`in stratejisi anti emperyalist olmaktan cok, emperyalistlerin icinde bir baska emperyalist olmakti. Bu ayni zamanda Özal`in da cizgisi sayilabilir. Her iki politikaci da Kürt sorununun Kürtlere emperyal ortaklik teklif edilerek cözülecegini düsünmekteydiler. Bunlarin tabii Israil`in tüylerini diken diken eden seyler oldugunu söylemeye gerek yok. 

Israil ve Bati daha ziyade kendi  kontrollerinde hareket eden bir islamci iktidar istiyorlardi ve bu modeli onlara en iyi Cemaat, daha dogrusu Cemaatler sunuyordu. Bu cercevede, yeni dogan bir siyasi akim olarak AKP`nin kendi politikalarini ABD`ye tanitmak icin Cemaat`in ABD`deki ve uluslararasi düzeydeki iliskiler agindan yararlandiklari bir gercektir. 

Cemaat AKP`yi dis dünyaya tanitmakla kalmadi,ayni zamanda AKP`ye ihtiyac duydugu, dil bilen, dis dünyayi ve Bati`yi iyi taniyan kadrolari da ona temin etti. AKP ilk önceleri, Bati`nin kontrolünde Islamci bir politika izleyecegi görüntüsünü iste bu kurulus yillari icinde vermistir. Bu dönemde AKP, Erbakan`in isaret ettigi gibi gercekten Erbakanci cizgiden sapmistir. AKP`yi bu dönemde hatta Israil`le Islam âlemini baristirmaya calisan bir araci olarak görmekteyiz.

Yani AKP, Erbakan cizgisiyle Cemaat cizgisi arasinda orta bir yerde dogdu ve baslangicta sadakatle Cemaat cizgisini takip etti. 

Ama daha sonra, özellikle askerî kanattan gelen bitmez tükenmez darbe tesebbüsleri ve tehditleri karsisinda, AKP Israil`in kontrolündeki askeri vesayet rejimiyle direkt catisma icine girmek zorunda kaldi. Bu direkt catisma Ergenekon ve Balyoz davalarinin pespese geldigi 2010 yilina rastlar. Ama AKP bu davalar sirasinda Ordu`nun yipratilmasi anlamina gelecek sonuclari ve kararlari asla hazmedemedi. 

2010 Yilina Dogru Türkiye`deki siyasi güclerin konumlanisi

Bu dönem zaten islam âleminde yükselen isyan dalgalari karsisinda, Batili ülkelerin halk kitlelerini yatistirmak icin kendi kontrolünde hareket eden islamci politikaci arayisina hiz verdigi,  bu nedenle eskiden maşa gibi kullandigi bütün diktatörlük ve darbe heveslileriyle iliskilerini azalttigi bir dönemdir. 

Cemaat`in cercevesini cizdigi model Bati`da tercih ediliyordu. Cünkü Bati bu model sayesinde hem demokrasi havarisi rolünü oynamaya devam ediyor, hem de islamci maskesi takmis iktidarlar sayesinde kendi politikalarini rahatlikla sürdürebiliyordu. 

Bu nedenle Misir ve Suriye`de Müslüman Kardesler`e, Türkiye`de ise AKP`ye destek verilerek diktatörlük artiklarinin bu ülkelerde tasfiye edilmesi icin her sey yapildi. Türkiye`deki Ergenekon ve Balyoz davalari ile Misir ve Suriye`deki Müslüman Kardesler örgütünün yükselisinin ayni döneme rastlamasi bir tesadüf degildir. 

Fakat bütün hesaplari Arap Bahari alt üst etti denebilir. Daha dogrusu, Arap Bahari belli bir siddet düzeyinde kalsa idi, politikalar sarsilmayacakti. Fakat isyan dalgalari, ayni okyanustan gelen tsunami dalgalari gibi bütün bariyerleri asti, bütün ince hesaplari yok etti. 

AKP, bu dönemde islam âleminde yükselen isyan dalgasina  paralel olarak git gide daha cok anti emperyalist bir söyleme kaymak zorunda kaldi. Erdogan sik sik Arap baskentlerine selamlar gönderiyor, kendi zaferlerinin ayni zamanda bütün islam âleminin kurtulusu anlamina gelecegini söylüyordu. Burada Müslüman Kardesler ve onun cizgisindeki parti ve siyasi akimlara dayanisma mesajlari gönderildigi (Bunlara Israil`in basdüsmani Hamas da dahildir) kesin gibidir. Bati`nin ilk önceleri bu cizgiyi kendi lehine olarak gördügü de âsikârdir. Cünkü Erdogan`in ve ona paralel olarak hareket eden siyasi akimlarin ne kadar anti emperyalist görünürlerse, o kadar kendi siyasetlerine hizmet edeceginden emindiler. Yeter ki son tahlilde kendi istediklerin kararlari alsinlar, kendi istedikleri cizgiye gelebilsinler. Bu durumda AKP `nin aslinda "reformist" bir cizgiye oturdugu, Erbakan benzeri politikalara geri döndügü söylenebilir. Erbakan, Islamci bir reformistti. 1974 yilinda Ecevit`le kurdugu kabine bu acidan Türkiye`nin ilk reformist kabinesi sayilabilir.Ama o zamanki Türk Solu Erbakan`in bu reformist yönünü görememistir.

2014`e dogru durum

Yillar gectikce, yani islam âlemindeki halk hareketleri güclendikce, AKP`nin Erbakanci anti emperyalist cizgisinin daha belirginlestigini ve Erdogan`i daha siklikla batiya kafa tutan bir politikaci profili cizdigini görüyoruz. Aradaki tek fark, Erdogan´in bunu, Erbakan gibi yumusak ve diplomatik kurallara riayet ederek degil, bagira cagira, kizarak söverek yapmasidir. 

AKP artik, otoriteyle baglarini koparmayan, ama gerekirse ona kafa tutarak alacagini ondan söke söke alan bir bir politika cizgisinde görünmektedir. Ama bu iliski öylesine kararli ve yer yer sertlige kacan bir tarzda sürdürülecektir ki, istenenin tamami olmasa bile cogu alinabilecektir ve kitlelere göz kirpilarak "bakin, gördünüz mü, nasil da aldik" denilecektir. Kitleleri pasifize etmeye calisan reformist bir politikadir aslinda bu. Bu politikanin zayif yonü, politik mücadelenin sertlesmesi durumunda, arada kalip siyasi anlamda silinmek ihtimalinin her an var olusudur. AKP`yi tükenisin esigine getiren iste bu arada kalma psikolojisidir. Yani bir tür politik iflas.

Örnegin Israil`e kafa tutmak, ama öte yandan en cok Israil`in isine yarayacak olan füze savunma sistemine "evet" demek gibi bir iflas. Suriye`de bitmis olan Esad rejimini, emperyalistlerin yasatmakta olusuna karsi, onlara fazla bir sey diyememek seklinde olusan iflas. Bati`nin göz göre göre Misir`daki darbeyi desteklemesi karsisinda caresiz kalmak seklinde beliren iflas.

Bu iflas karsisinda, AKP`nin U dönüsünü daha da genisletme ihtiyacinda oldugunu görüyoruz. Yani AKP, anti emperyalist Erbakanci cizgiyi dozajini artirarak sürdürüyor ve emperyalistleri acik acik kendisine karsi komplo düzenlemekle suclayabiliyor. Arinc bu kapsamda "Erbakan hocamiz cok hakliymis" dedi gecenlerde. Bu arada otorite ile Erdogan arasindaki iliskiler gerildikce geriliyor. Obama`nin Erdogan`la konusurken cekilmis beyzbol sopali resmini hatirlayalim. Obama`nin Sen Petersburg`da Erdogan`a randevu vermemesini de bu kapsamda degerlendirmek gerekir.Gezi Olaylarini ve 17 Aralik Yolsuzluk operasyonlarini da. Israil`i özür dilemesi karsisinda Erdogan`in umursamaz tavirlari ve iliskileri gelistirmeye yanasmamasini da.

Pekiyi ne olacak? AKP gercekten Erbakan ve Özal tarafindan bir zamanlar üstü örtülü bicimde savunulan, ama "briyantinli" danisman Yigit Bulut tarafindan iyice karikatürlestirilen  "bir süper güc olma" cizgisine mi geldi? Bunu düsünmek zor. Cünkü Erdogan, Erbakan ve Özal`in bu cizgi nedeniyle tasfiye edildigini biliyor. Hatta Erbakan`i bu cizgi nedeniyle tasfiye eden de bizzat kendisiydi. Ama simdilik Yigit Bulut`un güldüren cizgisine taviz verir gibi göünüyor. Secimler yaklastikca milli burjuvazinin emperyalist hayallerini oksamayi tercih ediyor. Ama merak etmeyin, güldüren danisman Yigit Bulut`un ifade ettigi gibi, basimizda yine Obama olacak.

Nitekim gecenlerde "danisman" baklayi agzindan cikardi. Söyle diyor Yigit Bulut: 

"Amerikan kamuoyunda şimdiden konuşulanların bir özetini aktarayım: Savaş olmazsa ekonomiler ayağa kalkmaz, KALKAMAZ! Hatta şunu söyleyenler bile var; “...Obama doktrini tamamen ortadan kaldırılmalı ! Obama-Putin-Erdoğan’ın yapmaya çalıştıkları engellenmeli” ! Peki savaş nerede olmalı ? Her zamanki gibi; Orta Doğu-Asya çizgisinde !"

AKP, beklenenden cok daha genis bir U ciziyor. Ama cizdigi bu U, Cemaat`le iliskilerinin kopmasina yol aciyor. Cemaat-AKP kavgasina biraz da bu acidan bakmak gerekir.









6 Ocak 2014 Pazartesi

TIR olayi, bize cok sey anlatiyor.

TIR Olayi, Türkiye`yi olusturan bilesenlerin birbirine karsi konumlari acisindan bize ipuclari vermektedir. Bu bilesenlerden özellikle ücü son dönemde cokca ön plana cikmistir. Bunlar siyasi yapi, cemaat ve istihbarat örgütleridir.

1- Tabii ilk göze carpanin iktidar ve muhalefet partilerinden olusan siyasi yapi oldugu kuskusuz. Ülkede aslinda iyi kötü oturmus bir siyasi yapi var. Partiler kanunu ve secime girme baraji toplumda üc asagi bes yukari kabul görmüs gibi. Tabii ki, bu yapi Avrupa standartlarini cogu zaman yakalayamiyor. Ama cok kötü de degil. Hele hele islam ülkelerinin cok ilerisinde.

2- Cemaat benzeri yapilanmalar da siyasi kararlarin alinmasinda rol oynamakta. Bu yapilanmalarin sekli semali, kurali kaidesi yok gibi görünüyor. Belki var da biz bilmiyoruz. Sirasinda öyle kivrak zikzaklar cizmekteler ki, dogrusu bunlarin sirasi gelince kuralsizliga ve sekilsizlige sigindiklari rahatlikla söylenebilir.

3- Bir de tabii Türkiye`de cirit atan istihbarat örgütleri bulunmakta. Bunlar, Türkiye`de, ülkenin cografi konumundan ötürü diger ülkelere nazaran daha etkin. Gerci istihbarî faaliyetlerin toplumu karistirmasina, ülkenin demokratik kurumlari engel olabilir. Ama Türkiye`nin demokratik kurumlari, özellikle sivil toplum örgütleri ve basin; maalesef bunu yapabilecek gücte degil.

Isi karistiranin ve belki de cözümsüzlüge dogru iten, Cemaat türü yapilanmalarin sekilsiz, kuralsiz karakteridir aslinda. Bu tür yapilanmalar eskiden Avrupa`da ve Amerika`da vardi, hatta bugün de etkisi azalmis olarak vardir. Ancak genel olarak bütün Bati`da Cemaat türü yapilanmalarin gücünün bilgisayar devrimiyle azaldigini görüyoruz. Siyasi kurumlar ve sivil toplum örgütleri, bilgisayar devrimi sayesinde bu tür dinî referansli gizli yapilanmalarin icindeki bütün gizi aciga cikardi. Geriye hemen hicbir sey kalmadi. Simdi bunlar Türkiye, Rusya gibi ülkelerde halen güclüyse, bunu, toplumlarin siyasi veya dini  kurumlarinin görece gücsüz olusuna baglamak gerekir.

TIR olayina iste bu üc bilesenin birbiriyle olan iliskisi acisindan bakmak yararli olur. Devlet`in Suriye ile iliskili gizli bir operasyonu ortaya cikariliyor. Ilk bakista bu ortaya cikarilisin istihbarat örgütlerinin bir marifeti oldugu söylenebilir. Cünkü MIT gibi bir istihbarat örgütünün operasyonu, ancak baska bir karsit istihbarat örgütü tarafindan desifre edilebilir. Ama bu sefer durum sanki biraz daha karmasik gibi. Neden derseniz, bu olay, tam da devlet icinde bir cete oldugunu ileri süren iktidarin dev bir propaganda aygitiyla Cemaat`in üzerine yürümeye hazirlandigi bir ortamda, sanki gökten düsmüs elma misali meydana geliyor. Üstelik propaganda, devlet icinde yuvalanmis cetenin, (artik her nasil bir seyse bu, bana biraz "faiz lobisi" gibi ucu bucagi olmayan, "amorf" bir yapiyi cagristiriyor), Türkiye`nin hayati cikarlarina ve onun bölgesel bir güc olmasini engellemeye yönelik bir hareket icinde oldugunu, yani "ajanlik" faaliyeti icinde bulundugunu ispatlamaya yönelik olarak yapiliyorken.

TIR olayi ayrica Türkiye`deki ana siyasi akimlarin birbirine karsi konunumun haritasini bize sundu. Öncelikle Türkiye`nin Suriye politikasinda kanunsuz yollara saplandigini söyleyenler bilinen tezlerini tekrarladilar. Biliyorsunuz, bu kesim daha cok CHP tarafindan temsil edilmektedir. Yalniz onlar, bu kanunsuzlugu yapanlarin yolsuzlugu da kolaylikla yapabilecegini söyleyerek buradan yolsuzluk operasyonuna kapi acmaktadirlar ki, bu düpedüz sapla samani birbirine karistirmaktir. Bütün devletler gizli operasyon yaparlar. Ama bunlari yapmalari, yolsuzlugun ve kanunsuzlugun o devletleri ele gecirdigi anlamina gelmez. Öyle olsaydi ABD, yolsuzlugun merkezi olurdu. Ama öyle degildir. Ikinci grup, MIT`i devlet icinde yuvalanan cetenin ele verdigini söyleyip, cete üzerinden Cemaat`e yönelik dolayli suclamalarda bulunanlardan olusmaktadir. Bu tarafta biliyorsunuz, koskoca bir iktidar aygiti ve ona bagli gazeteler, basta Star ve Yeni Safak olmak üzere, faaliyettedir. Bir de, ücüncü bir grup olarak TIR`in ele verilisini yabanci istihbarat örgütlerinin marifeti olarak gösterip bunun AKP Cemaat savasini kizistirmaya yönelik istihbarî bir faaliyet oldugunu söyleyenler var. Bu savin zayif tarafi, AKP Cemaat savasinin hangi ülkenin yararina oldugunun bir türlü bulunamamasidir. Üstelik bu savin gecerli olmasi icin AKP Cemaat mücadelesinin, Türkiye`yi zayiflatiyor olmasi gerekir. Acaba öyle mi? Tamam, bir gerginlik var, dolar yükseliyor. Ama bunlar bir ülkeyi zayiflatmak icin yeterli midir? Bu sürec, daha cok bir yeniden yapilanmaya benzemiyor mu? Bu olaylarla ülkenin kendi hukuk düzenine ceki düzen vermesi geregi ortaya cikmiyor, gizli yapilanmalara yer acan bünyesel hastaliklar tedavi sürecine girmiyor mu? Yani devlet aygitini, Erdogan`in cumhurbaskanligina hazirlamak icin bir temizlik yapildigi izlenimi dogmuyor mu?

Yeraltinda neler olup bittigini daha ziyade iktidarlar bilir. Bu nedenle sunu öne sürmek mümkün: Cemaat gibi aslinda siyasi olmayan bir yapilanma, AKP gibi bir siyasi partiyle sonuclari siyasi olabilecek bir mücadeleye girmemelidir. Bu mücadeleyi gercekten istiyorsa, partilesip siyasi arenada bagimsiz bir güc olarak boy göstermelidir. Cemaat, söyleyecegi sözü partileserek, siyasi programiyla ortaya koymadikca girdigi siyasi icerikli mücadelelerden istedigi sonuclari ya alamayacak, ya da alsa bile bu sonuclari istedigi sekilde degerlendiremeyecektir. Öte yandan Cemaat ortaya siyasi bir parti olarak ciksa, bu sefer siyasi arenada marjinalize olup carcabuk silinecektir. Dolayisiyla AKP Cemaat savasi, aslinda mantikî tutarliligi olmayan, var olmamasi gereken bir mücadeledir. Cemaatin uzlasma cabalarina ragmen hâlâ daha sürdürülüyorsa bunu da ayrica sorgulamak gerekir.