Secimler
yaklastıkca Türkiye`yi kendi istekleri dogrultusunda bicimlendirmek
isteyenlerden gelen hamleler sıklasmaya basladı. Bu hamlelerden en cok
basvurulanı, tabii ki, ekonomik acıdan Türkiye`yi sıkıstırma gayretleridir.
Bu
oyunları sahneye koymak nispeten kolaydır. Cünkü Türkiye döviz ihtiyacını
ihracatın yanında, dıs piyasalardan
sagladıgı kısa veya uzun vadeli borclarla karsılamaktadır. Türkiye`nin ihtiyacı
oldugu bu borc tutarını ona saglayan piyasa mekanizması da büyük ölcüde
Türkiye`yi bicimlendirmeye calısan merkezlerin etkisi altındadır. Bu merkezler,
su veya bu sekilde ülkeyi karıstırmak icin ekonomik aracları gecmiste de
kullanmıslardır.
Pekiyi,
Türkiye`yi bicimlendirmeye calısanlar onun nasıl bir ülke olmasını istiyorlar?
Cevap
su olmalıdır: Onlar Türkiye`nin Islam Dünyasının önünde, kalkınmayı basarabilen
bir islam ülkesi olmak parlamasını istiyorlar. Bununla islam ülkelerine su
mesaj verilmeye calısılıyor: siz de Türkiye gibi Batı`nın istediklerini
harfiyyen uygularsanız, onun gibi sorunsuzca kalkınabilirsiniz. Bu
amacla yabancı sermeye oluk oluk Türkiye`ye akıtılmakta. Yani bir anlamda önce
Güney Kore`ye, daha sonra da Cin`e yapılan seyin bir benzeridir bu. Bir ülkeyi
model ülke olarak secip onu kalkındırarak diger ülkelere bu dogrultuda mesaj
vermek, onları imrendirerek sıraya girmesini saglamak.
Türkiye`nin
bu rolü oynamasını saglamak icin ekonomik araclar, etkisi siddetli olup kısa
sürede sonuc verebilen bir yapıya sahip. Bütün ekonomik potansiyeline ragmen
Türkiye ekonomisinin bu amacla yıllardır yabancı sermayeye muhtac hale
getirilmesinin sebebi de bu. Türkiye biraz basına buyruk hareket etmeye
baslayınca, derhal ülkeden sermaye cekiliyor, faizlerin yükselmesi yönünde
baskı olusturuluyor. Faizlerin yükselmesi üretimi boguyor. Issizlik artıyor.
Toplum geriliyor. Yeniden aile katliamları, iflaslar ortaya cıkıyor.
Karsılıksız ceklerin sayısında artıs dikkat cekiyor. Bu oyun, onyıllardır
sahneye konulmakta.
Ancak
burada Kore ve Cin`de oldugundan daha farklı bir sonuc cıkıyor ortaya
diyebiliriz. Yani onlar Türkiye`ye model olarak yatırım yaptıkca, ortaya cıkan
Türkiye tam da onların istedigi gibi bir Türkiye olmuyor. Biraz daha fazla
kendilerine kafa tutan, basına buyruk davranmaya hevesli bir ülke cıkıyor
ortaya. Ekonomik araclara bir sopa gibi ikide bir basvurulması bu yüzden.
(Burada Obama`nın Erdogan`la telefonda konusurken cektirdigi beyzbol sopalı
resmi hatırlayalım.)
Bununla
birlikte bu aracların etkisinin giderek azalmakta oldugunu gözlemliyoruz. Cünkü
Türkiye`nin elinde üretimi artırarak kendi dövizini kendisinin kazanması, yani
bir ihracatcı ülke olabilmesi, cari acık degil, cari fazla verebilmesi icin
gereken her sey elinde artık var.
Ama
yine de oyun sürüyor. Neden? Cünkü Türkiye üretim becerisinin, yabancı sermaye temelinde
gelistirilmis olmasının etkisinden cıkamadı henüz. Üretim hep bir döviz borcu
stoku ile birlikte büyüdü. Ama zamanla üretimin sagladigi getiri, Kore`de
oldugu gibi borc stokunun üzerine cıkıp “fazla”ya dönüsmedi.
Burada
tabii kültürel yapinin da etkisi var. Türkiye`nin insanlari tüketmeyi daha cok
seviyor. Bu bir gercek.
Ama
öte yandan döviz acıgını gidermek icin, daha farklı bir tavır, Kore gibi
"bir mali en iyi üreten ülke" olmak gerektigi de ortada. Bir malı “en
iyi üreten ülke” olmak icinse, AR-GE alanına yatırım yapmak gerekiyor. AR-GE`ye
yatırılan paraların ekonomik anlamda geri dönebilmesi icinse, ülkenin egitim
sisteminin, beyin gücünün akılcı ve pozitif temelde gelistirilmesi gerekmekte.
Görüldügü gibi artık bir noktadan sonra toplumun genelini ilgilendiren
reformlar yapmadan cari acık yüksek faiz sarmalından kurtulmak mümkün olmuyor.
Türkiye bu noktada mi? Hayir degil.
Ama
o noktaya dogru bir yönelim var. Türkiye`de, egitim sistemi akılcı bir yapıya
kavusmadan, düsünce üretimine engel olan bütün anti demokratik uygulamalara son
verilmeden, özgürlükcü bir ortamı hakim kılmadan, buna uygun hukuki düzenlemeleri
yapmadan kalkinma sürecinin devam edemeyecegi fikri giderek daha cok kabul
görmekte.
Yani
Türkiye`yi, bu kadar yaklastıgı bir noktada, artık AR-GE calısmalarından,
egitim sistemi reformundan uzak tutmak söz konusu degil. Istedikleri kadar faiz
silahını ceksinler, toplumsal üretimi bogmaya calıssınlar, egitim sistemini
dershane benzeri sacmalıklarla kötürümlestirmeye calıssınlar, Türkiye`de belli
bir bilgi ve sermaye birikiminin olusmasına engel olamadıkları gibi,
Türkiye`nin AR-GE alanında söz sahibi olmasına da engel olamayacaklar. Yani
Türkiye icin cari acık ve yüksek faiz sorununu ortadan kaldiracak olan
"bir mali en iyi üreten, vazgecilmez ülke" olmak, o kadar da uzak bir
nokta degil. Hatta su söylenebilir: Türkiye artik böyle bir ülke olmaya
mahkumdur. Batı bunu görmüyor mu? Bence görüyor. Tek göremeyen, daha dogrusu
görmek istemeyen, Israil ve onunla birlikte hareket eden bazı uluslararası
sermaye cevreleridir.
Yani
bu olusturulmaya calisilan "Yanlis Konsensüs" oyunlari, dövizin cekip
gitmesi, faizlerin yükselmesi, kriz yaratma oyunlarının ülke olarak sonuna
gelmis bulunuyoruz. Secimlerin yaklasması bu oyunlara biraz daha elverisli bir
ortam sunuyor gerci. Ama hatırlamakta fayda var, günde 14.000 camasır makinesi
üreten fabrikalar, Türkiye`nin sınırları icinde bulunmaktadır ve bu üretim gücü
baska hic kimse tarafindan degil, bu ülke topraklarinda yasayan insanlar
tarafindan meydana getirilmistir. Bu yapi, belli bir asamadan sonra ayak
oyunlarini gecersiz kilacaktir.
Bugünkü
Türkiye`de sorulmasi gereken esas soru sudur: Günde 14.000 camasir makinesi
üreten fabrikalarin sahipleri, neden faizleri düsük tutmaya calisan ama bunu
basaramayan AKP iktidarının karsısında yer alıyorlar? Faizlerin düsmesi en cok
üretim sektörünün isine gelmiyor mu? Ve neden AKP aradıgı destegi, bu
cevrelerden degil de, bir malı en iyi üreten konumuna hicbir zaman erisemeyecek
olan insaat ve gıda gibi üretim kollarindan buluyor?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder