Tablonun
birçok yönden karışık olduğu, çelişik öğelerin birbirinin içine girdiği bir
dönem yaşıyoruz. Düğmeye basılmışcasına terör ortamına sürüklenen Türkiye,
aslında dipten gelen dalgaların, yüzeyde olup bitenleri anlaşılmaz kıldığı bir
dönemden geçiyor.
Bu
aşamada en ilginç olan PKK’ın HDP’yi siyaseten bitirmek için açıkça harekete
geçmiş olmasıdır. Öcalan’ın HDP’ye kızgın olduğu söylentisi özellikle PKK
tarafından fısıltı gazetesi yardımıyla yayıldıkça yayılıyor ve buna iktidar
yanlısı gazeteler de yardımcı oluyor. Bu söylentilere Başbakan yardımcısı
Yalçın Akdoğan da geçenlerde destek verdi ve HDP’lileri kastederek ‘Öcalan
olsaydı bunları sopayla kovalardı’ dedi. Öcalan’ın HDP’ye uluslararası proje
dediği iktidarın gazetelerinden Milliyet’te manşetten verildi. Demirtaş’ın
Brüksel’de KCK ile yaptığı temasların başarısızlığı özellikle vurgulandı.
Demirtaş`ın
PKK ve hatta Öcalan tarafından sevilmediği artık bir sır değil. Demirtaş`ın
PKK`nın hemen üstlendiği iki polisin öldürülmesi olayını umutsuz biçimde
“Gladio”ya yüklemesi ve “karanlık bir olay” diyerek sanki bu olayların
arkasında PKK´nın olmayabileceğini ima etmesi de durumu kurtarmadı. PKK daha
sonraki tarihlerde de Demirtaş`ı zor durumda bırakacak söylem ve eylemlerine
devam etti. Dolayısıyla öldürmelerin Gladio`nun eseri olduğuna dair Demirtaş`ın
tezi havada kaldı.
Ne
diyordu Demirtaş, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde Şişli Kent Kültür Merkezi'nde?
Temsil ettiğim ilkeler, barış sürecinin şifrelerini fısıldamaktadır. Bugün
anlatmaya çalıştığım herşey, barış sürecinin içeriğine dairdir. Bu ilkelerin
Çankaya"ya taşınması, barış sürecinin stratejik olarak kalıcı hale
gelmesinin bir adımıdır. Diğer cumhurbaşkanliği adaylari bu ilkeleri temsil
etmemektedir.
Yani
üstü kapalı olarak anlatmak istediği şu: “Ben cumhurbaşkanı seçilirsem, PKK
benim sözümü dinleyecek, devlet güçleriyle PKK`nın arasını ben bulacağım.
PKK`ya gerekirse dur diyebileceğim”. Tabii bunları açıkça söylemiyor. Satır
aralarında söylüyor. Zaten “fısıldamak” sözcüğü ile satır arasında mesaj
verdiğini kendisi belirtiyor.
Tabii,
böyle bir şeyin Türkiye gibi bir ülkede şu an için tasavvur bile edilemeyeceği
ortaya çıktı.
Neden?
Neden
Bask Bölgesi veya Kuzey Irlanda`da olduğu gibi bir barış süreci Türkiye
açısından şu an hayaldir? Neden hep barış süreci yürütülüyormuş gibi yapılıp
aslında laf üretmekten başka bir şey yapılamamaktadır?
Çünkü
Ingiltere ve Ispanya gibi ülkelerdeki siyasi oluşumlar (Ingiltere`de Sinn Fein,
Ispanya`da Batasuna), temsil ettikleri kitlelerin görüşlerini dirsek teması
içinde oldukları terör örgütlerine kabul ettirebiliyorlardı. Böyle bir inisiyatifi
Selahattin Demirtaş örneğinde PKK karşısında görüyor muyuz? Hayır. Özellikle
Türkiye’nin güneydoğusunda PKK ağır basıyor. Yani aslında HDP ona oy veren
Kürtler nezdinde PKK`nın güdümünde olan ve olması gereken bir parti.
Bir de
işin Orta Doğu`ya özgü psikolojik bir yanı var. PKK ve onun uzantıları,
kardeşleri vs. Irak ve Suriye`de elde silah ISID`e karşı savaşıyorlar. Demirtaş
dahil bütün HDP`liler de o savaşçıları yüceltiyor. Figen Yüksekdağ açıkça
“Sırtımızı YPG`ye dayıyoruz” demedi mi? Şimdi böyle diyen biri aynı oluşuma
Türkiye için “Bir dakika, burada barış süreci yürürlüktedir. Burada elinize
silah alamazsınız“ mı diyecek?” Hadi dedi diyelim, dikkate alınır mı?
Etkisi olur mu?
Sonra
bakın, kullandığı kelimeler dikkat çekici. “Sırtımı YPG`ye dayıyorum”, diyor.
Ama “PKK`ya dayıyorum” diyemiyor. Böyle derse Türkiye`nin
batı bölgelerindeki demokratları kaybedeceğini biliyor. Demek ki YPG ile
PKK arasında geri planda bir ayrım yaptığını satır aralarında belirtmek
istiyor. Pekiyi böyle bir ayrımı gerçekten yapıyor mu? Yoksa Türkiye`nin
doğusunda farklı, batısında farklı mı konuşuyor?
Aynı
tutarsızlık sadece HDP`de değil, ama aynı zamanda ABD`de de var. Başkan Barack
Obama`nın özel temsilcisinin yardımcısı olan Brett H. McGurk Hürriyet`ten Verda
Özer`e verdiği ropörtajda “PKK bir terör örgütü. Ama PYD bizim gözümüzde farklı
bir statüye sahip. Çünkü PYD, IŞID`e karşı savaşıyor” diyebiliyor. Halbuki PYD,
PKK`nın kardeşi değil mi? Iki örgütün biçimlenişi, savaşma teknikleri aynı
değil mi? Her ikisi de KCK bünyesinde birleşmiş değil mi?
“Çünkü
IŞID`e karşı savaşıyor” Peki IŞID diye bir dert olmasaydı, PYD terör örgütü mü
olacaktı?
PYD
konusunda Batı’nın tavrının bir türlü net olamaması, onu PKK karşısında ikircikli
bir konuma itiyor. Oysa ETA ve IRA konusunda Batı çok netti. PKK’nın
marjinalleştirilmesini şeyden önce belki Batı`nın kendisi istemiyor. Çünkü
marjinalleşme güçsüzleşme demek aslında. Oysa Batı PKK`nın Türkiye karsısında
ezilmesi fikrine henüz hazır değil. PKK her ne kadar Türkiye`nin büyük bir
kısmında marjinalleşmiş durumda olsa da, güneydoğuda durum belki de Batı’nın bu
esnek tavrı sayesinde farklılığını koruyor. Bunun sonucu olarak
HDP`nin PKK`ya söz geçirmesi ve onu barışa zorlaması mümkün olmaktan cıkıyor.
Ayrıca böyle bir istek ve anlayış HDP kadrolarında mevcut da değil. Onlar hâlâ
PKK kadrolarini birer "gerilla" veya kahraman olarak görmek
eğilimindeler.
HDP’nin demokratik söylemi
Terör
karşısındaki bu kararsiz tutumuna rağmen HDP Türkiye
seçmeninden %13 oy almayı başarabildi. Bunun nedeni onun demokratik
söylemidir.
Seçim
kampanyası sırasında Demirtaş ve HDP, PKK karşısındaki vekâlet ve aracılık konumundan
ve dolayısıyla çekişkili söylemden hızla uzaklaşmak için demokratik söyleme
yöneldiler ve böylece secim kampanyalarini daha sağlam bir propaganda zeminine
oturttular. Demokratik söylemde çifte standart yok. Satır araları yok. Çelişki
ve tutarsızlıklar yok çünkü.
AKP sultasının altında yıllardır bunalmış,
CHP`nin faşizm kokan ulusalcığından bıkmış kitleler de Demirtaş`ın söyleminde
bazı ferahlık esintileri yakaladılar. Öyle ki Demirtaş`ın yakaladığı bu rüzgâr,
önü kesilmediği takdirde onu iktidara taşıyabilecek bir rüzgâr haline geldi. Gelismeler
Amerika`nin, Avrupa`nin, AKP`nin, hatta Öcalan ve PKK`nin öngördüklerinden
biraz farklı yöne girdi. Onlar cözüm sürecinde kukla gibi oynatabilecekleri bir
figüran istiyorlardi. Oysa ortaya hic beklemedikleri bir iktidar alternatifi,
neredeyse daha da büyümek eğiliminde olan bir dev çıktı.
Demokratik
söylemin sayesinde HDP`nin PKK`ya karşı kararsız tutumu aynı tabanı
paylaştıkları gerekçesiyle Türkiye`nin batısı tarafindan mazur görülebildi ve
fazla önemsenmedi. HDP`nin Türkiye’nin batısındaki seçmeni onun PKK
karşısındaki görece zayıf konumunun aslında farkındaydı. Dolayısıyla bu seçmenin
gözünde HDP, PKK`yı barışa zorlayabilecek bir parti olarak görülmedi zaten.
HDP’ye oy veren seçmen en fazla PKK’nın HDP kanalıyla siyaset yapabileceğini ve
bunun da silahın etkisini azaltacagını ummuş olabilir. Ama ikisi
arasındaki bir mücadele olabileceği perspektifi seçim öncesinde ne HDP sundu
seçmenine, ne de seçmen ondan böyle birşey talep etti.
HDP`nin
lideri Demirtaş genç ve tecrübesiz bir siyasetçi. PKK ve TCK`yı ise 60 yaşa
merdiven dayamış, 30-40 senedir Türkiye`ye karşı savaşmakta tecrübe sahibi
olmuş savaş ağaları yönetiyor. Bunları Taliban gibi her çeşit kaçakçılıktan
nemalandıkları besbelli. Ayrıca Amerika ve Batı arada
bir onlara göz kırptığı için fazlasıyla şımarmış durumdalar. HDP`nin
böyle bir yapıyı yönlendirebileceğine kimse zaten inanmıyor. HDP`nin PKK
karşısında tek şansı Öcalan olabilirdi. Kamuoyu nezdinde Öcalan`ın PKK`yı
değil, HDP`yi tuttuğuna dair bir algı vardı, böyle bir algı hâlâ da var ve bu
algı, HDP`nin barışa giden yolda aracılık yapmasının belki de tek güvencesi
olarak görüldü. Hâlâ da HDP`ye bu yönde şans tanıyanlar var.
Hükümet
ve ona bağlı gazetelerin Öcalan`ın HDP`den memnun olmadığı yönünde arada bir
uçurduğu haberlerin ve Yalçın Akdoğan`ın Öcalan`in HDP`yi sopayla
kovalayacağına dair beyanatının kaynağı işte tam da burası. Yani HDP`nin
kamuoyu nezdindeki Öcalan`ın rızası ve onayı ile iş yaptığına dair imajının yok
edilmesi.
Fakat,
yukarıda da belirttiğim gibi, HDP`ye oy veren özellikle Türkiye`nin batısındaki
kitlelerin, HDP PKK`ya söz geçirmis veya geçirmemiş, Öcalan HDP`yi sevmiş veya
sevmemiş umurlarında değil zaten. Bu insanlar HDP`yi onun demokratik
söyleminden dolayı destekliyorlar. Bu nedenle son günlerde artan
terör olayları HDP’nin çelişkili konumunu biraz fazla belirginleştirmiş olsa da bu
nedenle oy kaybetmesi olası değil.
Sorun da bu zaten. HDP'nin bir daha baraj altına itilemeyeceği gerçeği Türkiye'nin krizini derinleştiriyor.
Cünkü
Demirtaş`ın beklentilerden fazla oy alması, demokrat kitleleri arkasından
sürüklemesi ve iktidara yönelmesi, kitle destegi ile PKK`yı domine edebilecek
ve onu yönlendirebilecek bir güce kavusması anlamına gelmesi demek ve bu da Batı açısından son derece sakıncalı.
Çünkü
Batı arada bir kullanacağı bir satranç taşı olarak PKK`ya ihtiyaç duymakta. HDP ise gereğinden fazla büyüyerek PKK'yı kenara itmeye hazırlanmakta.
Çünkü
PKK olmazsa Türkler ve Kürtler istenenden daha hızlı birleşebilecekler,
Türkiye`nin süper güç olması engellenemeyecek ve onun Orta Doğu'daki birçok şeyi domine etmesi kaçınılmaz olacak. Üstelik Türkiye Kuzey Irak ve
Kuzey Suriye Kürtlerini de içine alabilecek. Batı böyle bir şeyi şu an için kesinlikle
istemiyor. Bu Israil-Türkiye dengesini sarsabilecek bir gelişme olarak
görülüyor.
Ve daha
da önemlisi Kürtler arasında demokratik yönelimler ve parlamentarizm gelişecek.
Bu bütün Orta Doğu`nun çok kısa bir zaman içinde Israil`i yalnız bırakacak
şekilde demokratikleştirilmesi demek. Israil yaşamak için diktatörlere,
komşularındaki iç savaşlara ihtiyaç duyuyor. Işte HDP projesinde fazlalık yapan
bu demokratik söylemin ve siyasi prestijinin şimdi kırpılması gerekiyor.
Kırpılabilir
mi? Yani HDP iktidar yolundan geri çevrilebilir mi?
Demirtaş
CHP`den umudunu bulamayan demokrat Türklerden önemli ölçüde oy alması düşündürücü. Hatta
aldığı oyların üçte birinin bu Türklerden geldiğine ilişkin tahminler var. Eğer
bu süreç devam etseydi, Demirtaş, ona oy vermeyi düşünen siyah beyaz bütün
demokrat Türklerden önemli ölçüde oy alacaktı ve gelecek seçimlerde oy oranını
yüzde yirmilerin çok üzerine taşıyabilecekti. Demokrat Türklerin oranı, anket
şirketlerinin belirttiği gibi, hiç de yüzde üçler seviyesinde değildir. HDP`nin
göz diktiği hedef kitle aslında bütün Kürtler ve CHP`nin ulusalcılar dışındaki
bütün tabanıdır.
Dolayısıyla
HDP`nin kendisine biçilen rolün ötesine taştığını söyleyebiliriz. Eğer buna
müsaade edilirse, Türkiye hiç kimsenin ummadığı bir şekilde çözüm sürecini
tamamlamış ve süper güç olarak Orta Doğu`da yerini almış olacak. Iran ile
pazarlığın sonuçlandığı ve Suudi Arabistan`ın ikna edilmeye çalışıldığı bir
dönemde, dengeleri sarsacak bir Türkiye oyun planında yoktur.