15 Ağustos 2015 Cumartesi

Demirtaş, HDP, PKK

Tablonun birçok yönden karışık olduğu, çelişik öğelerin birbirinin içine girdiği bir dönem yaşıyoruz. Düğmeye basılmışcasına terör ortamına sürüklenen Türkiye, aslında dipten gelen dalgaların, yüzeyde olup bitenleri anlaşılmaz kıldığı bir dönemden geçiyor.

Bu aşamada en ilginç olan PKK’ın HDP’yi siyaseten bitirmek için açıkça harekete geçmiş olmasıdır. Öcalan’ın HDP’ye kızgın olduğu söylentisi özellikle PKK tarafından fısıltı gazetesi yardımıyla yayıldıkça yayılıyor ve buna iktidar yanlısı gazeteler de yardımcı oluyor. Bu söylentilere Başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan da geçenlerde destek verdi ve HDP’lileri kastederek ‘Öcalan olsaydı bunları sopayla kovalardı’ dedi. Öcalan’ın HDP’ye uluslararası proje dediği iktidarın gazetelerinden Milliyet’te manşetten verildi. Demirtaş’ın Brüksel’de KCK ile yaptığı temasların başarısızlığı özellikle vurgulandı.

Demirtaş`ın PKK ve hatta Öcalan tarafından sevilmediği artık bir sır değil. Demirtaş`ın PKK`nın hemen üstlendiği iki polisin öldürülmesi olayını umutsuz biçimde “Gladio”ya yüklemesi ve “karanlık bir olay” diyerek sanki bu olayların arkasında PKK´nın olmayabileceğini ima etmesi de durumu kurtarmadı. PKK daha sonraki tarihlerde de Demirtaş`ı zor durumda bırakacak söylem ve eylemlerine devam etti. Dolayısıyla öldürmelerin Gladio`nun eseri olduğuna dair Demirtaş`ın tezi havada kaldı.

Ne diyordu Demirtaş, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde Şişli Kent Kültür Merkezi'nde?

Temsil ettiğim ilkeler, barış sürecinin şifrelerini fısıldamaktadır. Bugün anlatmaya çalıştığım herşey, barış sürecinin içeriğine dairdir. Bu ilkelerin Çankaya"ya taşınması, barış sürecinin stratejik olarak kalıcı hale gelmesinin bir adımıdır. Diğer cumhurbaşkanliği adaylari bu ilkeleri temsil etmemektedir. 

Yani üstü kapalı olarak anlatmak istediği şu: “Ben cumhurbaşkanı seçilirsem, PKK benim sözümü dinleyecek, devlet güçleriyle PKK`nın arasını ben bulacağım. PKK`ya gerekirse dur diyebileceğim”. Tabii bunları açıkça söylemiyor. Satır aralarında söylüyor. Zaten “fısıldamak” sözcüğü ile satır arasında mesaj verdiğini kendisi belirtiyor.

Tabii, böyle bir şeyin Türkiye gibi bir ülkede şu an için tasavvur bile edilemeyeceği ortaya çıktı.

Neden?

Neden Bask Bölgesi veya Kuzey Irlanda`da olduğu gibi bir barış süreci Türkiye açısından şu an hayaldir? Neden hep barış süreci yürütülüyormuş gibi yapılıp aslında laf üretmekten başka bir şey yapılamamaktadır?

Çünkü Ingiltere ve Ispanya gibi ülkelerdeki siyasi oluşumlar (Ingiltere`de Sinn Fein, Ispanya`da Batasuna), temsil ettikleri kitlelerin görüşlerini dirsek teması içinde oldukları terör örgütlerine kabul ettirebiliyorlardı. Böyle bir inisiyatifi Selahattin Demirtaş örneğinde PKK karşısında görüyor muyuz? Hayır. Özellikle Türkiye’nin güneydoğusunda PKK ağır basıyor. Yani aslında HDP ona oy veren Kürtler nezdinde PKK`nın güdümünde olan ve olması gereken bir parti.

Bir de işin Orta Doğu`ya özgü psikolojik bir yanı var. PKK ve onun uzantıları, kardeşleri vs. Irak ve Suriye`de elde silah ISID`e karşı savaşıyorlar. Demirtaş dahil bütün HDP`liler de o savaşçıları yüceltiyor. Figen Yüksekdağ açıkça “Sırtımızı YPG`ye dayıyoruz” demedi mi? Şimdi böyle diyen biri aynı oluşuma Türkiye için “Bir dakika, burada barış süreci yürürlüktedir. Burada elinize silah alamazsınız“ mı diyecek?” Hadi dedi diyelim, dikkate alınır mı? Etkisi olur mu?

Sonra bakın, kullandığı kelimeler dikkat çekici. “Sırtımı YPG`ye dayıyorum”, diyor. Ama “PKK`ya dayıyorum” diyemiyor. Böyle derse Türkiye`nin batı bölgelerindeki demokratları kaybedeceğini biliyor. Demek ki YPG ile PKK arasında geri planda bir ayrım yaptığını satır aralarında belirtmek istiyor. Pekiyi böyle bir ayrımı gerçekten yapıyor mu? Yoksa Türkiye`nin doğusunda farklı, batısında farklı mı konuşuyor?

Aynı tutarsızlık sadece HDP`de değil, ama aynı zamanda ABD`de de var. Başkan Barack Obama`nın özel temsilcisinin yardımcısı olan Brett H. McGurk Hürriyet`ten Verda Özer`e verdiği ropörtajda “PKK bir terör örgütü. Ama PYD bizim gözümüzde farklı bir statüye sahip. Çünkü PYD, IŞID`e karşı savaşıyor” diyebiliyor. Halbuki PYD, PKK`nın kardeşi değil mi? Iki örgütün biçimlenişi, savaşma teknikleri aynı değil mi? Her ikisi de KCK bünyesinde birleşmiş değil mi?

“Çünkü IŞID`e karşı savaşıyor” Peki IŞID diye bir dert olmasaydı, PYD terör örgütü mü olacaktı?

PYD konusunda Batı’nın tavrının bir türlü net olamaması, onu PKK karşısında ikircikli bir konuma itiyor. Oysa ETA ve IRA konusunda Batı çok netti. PKK’nın marjinalleştirilmesini şeyden önce belki Batı`nın kendisi istemiyor. Çünkü marjinalleşme güçsüzleşme demek aslında. Oysa Batı PKK`nın Türkiye karsısında ezilmesi fikrine henüz hazır değil. PKK her ne kadar Türkiye`nin büyük bir kısmında marjinalleşmiş durumda olsa da, güneydoğuda durum belki de Batı’nın bu esnek tavrı sayesinde farklılığını koruyor. Bunun sonucu olarak HDP`nin PKK`ya söz geçirmesi ve onu barışa zorlaması mümkün olmaktan cıkıyor. Ayrıca böyle bir istek ve anlayış HDP kadrolarında mevcut da değil. Onlar hâlâ PKK kadrolarini birer "gerilla" veya kahraman olarak görmek eğilimindeler.

HDP’nin demokratik söylemi

Terör karşısındaki bu kararsiz tutumuna rağmen HDP Türkiye seçmeninden %13 oy almayı başarabildi. Bunun nedeni onun demokratik söylemidir.

Seçim kampanyası sırasında Demirtaş ve HDP, PKK karşısındaki vekâlet ve aracılık konumundan ve dolayısıyla çekişkili söylemden hızla uzaklaşmak için demokratik söyleme yöneldiler ve böylece secim kampanyalarini daha sağlam bir propaganda zeminine oturttular. Demokratik söylemde çifte standart yok. Satır araları yok. Çelişki ve tutarsızlıklar yok çünkü. 

AKP sultasının altında yıllardır bunalmış, CHP`nin faşizm kokan ulusalcığından bıkmış kitleler de Demirtaş`ın söyleminde bazı ferahlık esintileri yakaladılar. Öyle ki Demirtaş`ın yakaladığı bu rüzgâr, önü kesilmediği takdirde onu iktidara taşıyabilecek bir rüzgâr haline geldi. Gelismeler Amerika`nin, Avrupa`nin, AKP`nin, hatta Öcalan ve PKK`nin öngördüklerinden biraz farklı yöne girdi. Onlar cözüm sürecinde kukla gibi oynatabilecekleri bir figüran istiyorlardi. Oysa ortaya hic beklemedikleri bir iktidar alternatifi, neredeyse daha da büyümek eğiliminde olan bir dev çıktı. 

Demokratik söylemin sayesinde HDP`nin PKK`ya karşı kararsız tutumu aynı tabanı paylaştıkları gerekçesiyle Türkiye`nin batısı tarafindan mazur görülebildi ve fazla önemsenmedi. HDP`nin Türkiye’nin batısındaki seçmeni onun PKK karşısındaki görece zayıf konumunun aslında farkındaydı. Dolayısıyla bu seçmenin gözünde HDP, PKK`yı barışa zorlayabilecek bir parti olarak görülmedi zaten. HDP’ye oy veren seçmen en fazla PKK’nın HDP kanalıyla siyaset yapabileceğini ve bunun da silahın etkisini azaltacagını ummuş olabilir. Ama ikisi arasındaki bir mücadele olabileceği perspektifi seçim öncesinde ne HDP sundu seçmenine, ne de seçmen ondan böyle birşey talep etti. 

HDP`nin lideri Demirtaş genç ve tecrübesiz bir siyasetçi. PKK ve TCK`yı ise 60 yaşa merdiven dayamış, 30-40 senedir Türkiye`ye karşı savaşmakta tecrübe sahibi olmuş savaş ağaları yönetiyor. Bunları Taliban gibi her çeşit kaçakçılıktan nemalandıkları besbelli. Ayrıca Amerika ve Batı arada bir onlara göz kırptığı için fazlasıyla şımarmış durumdalar. HDP`nin böyle bir yapıyı yönlendirebileceğine kimse zaten inanmıyor. HDP`nin PKK karşısında tek şansı Öcalan olabilirdi. Kamuoyu nezdinde Öcalan`ın PKK`yı değil, HDP`yi tuttuğuna dair bir algı vardı, böyle bir algı hâlâ da var ve bu algı, HDP`nin barışa giden yolda aracılık yapmasının belki de tek güvencesi olarak görüldü. Hâlâ da HDP`ye bu yönde şans tanıyanlar var.

Hükümet ve ona bağlı gazetelerin Öcalan`ın HDP`den memnun olmadığı yönünde arada bir uçurduğu haberlerin ve Yalçın Akdoğan`ın Öcalan`in HDP`yi sopayla kovalayacağına dair beyanatının kaynağı işte tam da burası. Yani HDP`nin kamuoyu nezdindeki Öcalan`ın rızası ve onayı ile iş yaptığına dair imajının yok edilmesi.

Fakat, yukarıda da belirttiğim gibi, HDP`ye oy veren özellikle Türkiye`nin batısındaki kitlelerin, HDP PKK`ya söz geçirmis veya geçirmemiş, Öcalan HDP`yi sevmiş veya sevmemiş umurlarında değil zaten. Bu insanlar HDP`yi onun demokratik söyleminden dolayı destekliyorlar. Bu nedenle son günlerde artan terör olayları HDP’nin çelişkili konumunu biraz fazla belirginleştirmiş olsa da bu nedenle oy kaybetmesi olası değil.

Sorun da bu zaten. HDP'nin bir daha baraj altına itilemeyeceği gerçeği Türkiye'nin krizini derinleştiriyor. 

Cünkü Demirtaş`ın beklentilerden fazla oy alması, demokrat kitleleri arkasından sürüklemesi ve iktidara yönelmesi, kitle destegi ile PKK`yı domine edebilecek ve onu yönlendirebilecek bir güce kavusması anlamına gelmesi demek ve bu da Batı açısından son derece sakıncalı.

Çünkü Batı arada bir kullanacağı bir satranç taşı olarak PKK`ya ihtiyaç duymakta. HDP ise gereğinden fazla büyüyerek PKK'yı kenara itmeye hazırlanmakta.

Çünkü PKK olmazsa Türkler ve Kürtler istenenden daha hızlı birleşebilecekler, Türkiye`nin süper güç olması engellenemeyecek ve onun Orta Doğu'daki birçok şeyi domine etmesi kaçınılmaz olacak. Üstelik Türkiye Kuzey Irak ve Kuzey Suriye Kürtlerini de içine alabilecek. Batı böyle bir şeyi şu an için kesinlikle istemiyor. Bu Israil-Türkiye dengesini sarsabilecek bir gelişme olarak görülüyor.

Ve daha da önemlisi Kürtler arasında demokratik yönelimler ve parlamentarizm gelişecek. Bu bütün Orta Doğu`nun çok kısa bir zaman içinde Israil`i yalnız bırakacak şekilde demokratikleştirilmesi demek. Israil yaşamak için diktatörlere, komşularındaki iç savaşlara ihtiyaç duyuyor. Işte HDP projesinde fazlalık yapan bu demokratik söylemin ve siyasi prestijinin şimdi kırpılması gerekiyor.

Kırpılabilir mi? Yani HDP iktidar yolundan geri çevrilebilir mi?

Demirtaş CHP`den umudunu bulamayan demokrat Türklerden önemli ölçüde oy alması düşündürücü. Hatta aldığı oyların üçte birinin bu Türklerden geldiğine ilişkin tahminler var. Eğer bu süreç devam etseydi, Demirtaş, ona oy vermeyi düşünen siyah beyaz bütün demokrat Türklerden önemli ölçüde oy alacaktı ve gelecek seçimlerde oy oranını yüzde yirmilerin çok üzerine taşıyabilecekti. Demokrat Türklerin oranı, anket şirketlerinin belirttiği gibi, hiç de yüzde üçler seviyesinde değildir. HDP`nin göz diktiği hedef kitle aslında bütün Kürtler ve CHP`nin ulusalcılar dışındaki bütün tabanıdır. 

Dolayısıyla HDP`nin kendisine biçilen rolün ötesine taştığını söyleyebiliriz. Eğer buna müsaade edilirse, Türkiye hiç kimsenin ummadığı bir şekilde çözüm sürecini tamamlamış ve süper güç olarak Orta Doğu`da yerini almış olacak. Iran ile pazarlığın sonuçlandığı ve Suudi Arabistan`ın ikna edilmeye çalışıldığı bir dönemde, dengeleri sarsacak bir Türkiye oyun planında yoktur.

PKK`nın ve muhtemelen Öcalan’’ın HDP`ye karsı tavır almasının arkasında yatan neden bu olabilir. Ama HDP’nin başarısının yol açtığı sistem krizi Türkiye’de daha uzun yıllar süreceğe benzemekte. Bu krizi Türkiye’nin Ortadoğu karışıklıklarına verdiği bir cevap olarak görebiliriz. Bu nedenle doğurgan bir kriz bu. Ve sonuç kesinlikle Türkiye açısından pozitif olacak.