29 Eylül 2013 Pazar

Yeni dünya düzeninin ana hatlari belirmeye basladi

Afganistan, Irak, Suriye derken yeni dünya düzeninin ana hatları simdiden belirmeye basladı. Aslında 1989 yılından beri, yani eski düzenin temel direklerinden biri olan Sovyetler Birligi yıkıldıktan sonra yeni düzenin, geride kalan tek kutup olan Amerika Birlesik Devletleri etrafında sekillenecegi ve bunun bu sekilde devam edip gidecegi düsünülmüstü. Sonra 2001 yılında 11 Eylül terörist saldırısı yasandı ve yeni dünya düzeninin lideri olarak görülen Amerika herkesin gözü önünde acıkca dayak yedi. Üstelik bu dayagı atanlar, Afganistan daglarında yuvalanmis bir takim terörist odaklardi. Bilgisayar alanında dünya lideri olan bir süper gücün savunma sistemlerini atlatarak gerceklestirilen bu terörist saldiriyla; 21 yasındaki bir gencin Sovyet erken uyarı sistemlerinin ruhu bile duymadan, tek kisilik planör ucagiyla Kızıl Meydan`a inis yapmasi arasinda cok yakın bir benzerlik vardır. Iki olay da, bireyin sistemler karsısındaki gücünü kanıtlar cünkü. Yine Societe Generale`in bir tek kisi tarafından, dünya tarihinde görülmemis bicimde 50-60 milyar dolara varan tutarlarda, üstelik uzunca bir süre icinde ve bankanin bütün denetim sistemlerini atlatarak soyulmasi bu tür olaylardandır. Bu örnekler ilginc oldugu kadar, gelecekte kurulacak olan yeni dünya düzeni hakkinda bize ipucları vermektedir. 
Ardından 2008 ekonomik krizi, bütün dengeleri sarstı. Bu krizin etkileri halen sürüyor, cıkıs emareleri görülüyor, ancak kriz henüz tam anlamıyla atlatılmıs degil. Amerika cok daha esnek bir toplum yapısına sahip oldugu icin krizi daha güclü bicimde karsılayabildi. Aynı esnekligi gösteremeyen Avrupa Birligi el`an krizle bogusmakta. Büyük bir ihtimalle bu kriz Euro`nun Kuzey Euro ve Güney Euro olarak ikiye bölünmesine yol acacaktir. Bütün bu olanlar, 1989`dan sonra aslında yeni bir düzene gecilemedigini, aksine bir kaos dönemine girildigini, yeni düzenin bu kaosun bilesenleri arasında kurulacak yeni bir denge ile ortaya cıkacagını bize göstermektedir. Ilginc olan, dünyada birbirini takip eden denge ve kaos dönemlerinin süre acısından birbirinin neredeyse ayni olmasina ragmen, denge dönemlerinin azalma, kaos dönemlerinin uzama egiliminde oldugudur. Gecmise dönüp bakarsak: eski düzenin, yani iki kutuplu soguk savas döneminin ortaya cıkısınin yaklasık 1915-1945 arasındaki 30 yıl icinde gerceklestigini görürüz. Bu otuz yıl icinde iki kez dünya savası yasandı. Sürecin ana teması, iki süper gücün, orta boylu gücleri (Almanya, Japonya`yı, hatta Ingiltere ve Fransa`yı da) ezerek, agrılı ve sancılı bir sekilde dünyayı aralarında yeniden bölüsmesiydi. Üstüste iki dünya savasınin yasanmis olmasinin nedeni, orta boylu güclerin tek bir savasla ezilememesidir. Ikinci dünya savasında orta boylu gücler (müttefik ve karsıt güc, aslında hic farketmez) tam anlamıyla bitirildiler ve yeni düzendeki yerlerini bu iki gücün dayattıgı kurallar icinde belirlemek zorunda kaldılar.
Yeni düzen hükmünü 1989 yilina kadar sürdürdü ve "soguk savas" olarak adlandirildi. 1989`dan sonra ise dünya 1910-1945 arasi kadar olmasa bile yine bir belirsizlik ve kararsizlik dönemine girmis bulunyor. Bu kararsizlik, ortaya cikacak yeni düzenin bilesenlerini icinde barindirsa bile, yine de düzenin kendisi hakkinda bizatihi bir fikir vermemektedir. Nasil ki, 1945`e kadar yeni dünya düzeninin iki kutuplu bir düzen olacagini kimse söyleyememisse, önümüzde yasanmak üzere bizi bekleyen yeni düzen hakkinda da ancak öngörülerde bulunabiliriz. Ancak düzenin bizzat kendisini tarif edemeyiz.
Eski düzenin kurulus ve olgunluk dönemlerinin her birinin 30-40 yillik dönemler icerdigi görüldügünden, önümüzdeki 20 yil icinde yeni düzenin kimligi, nasil bir sey olacagi daha cok netlesecek ve düzen tüm bilesenleriyle tam olarak ortaya cikacaktir. Halen eski düzenin yikilis dönemini yasiyoruz ve bu aslinda yeni düzenin kurulus dönemine denk gelmektedir. Bundan sonra olusacak düzenin, "düzen" olarak adlandirilmaya hak kazanacagi da cok süphelidir. Cünkü dünyanin düzenden cok kaos fikrine yakinlastigi görülmektedir.
Peki nedir düzenleri kuran ve yikan? Dünya neden stabil olamiyor? Bu soru tabii ki, üretici güclerin gelisimiyle cevaplandirilabilir. Soguk savas daha cok "otomobil" üzerine kuruluydu. Daha eski düzen, yani birinci dünya savasi öncesi dönem, "demiryolu" üzerine sekillenmisti. Yeni dünya düzeni de hic süphesiz "bilgisayar" üzerinden gelismektedir. Bilgisayarin, bütün üretim aletleri gibi, insan iliskilerini yeniden tanimladigini ve düzenledigini görüyoruz. Örnegin bugün "sanal" arkadasliklar gündemdedir. Normal seksi birakip, "sanal" sekse gecen milyonlarca insan vardir günümüzde. Birbiriyle hic karsilasmamis ve karsilasmasi da olanaksiz olan insanlar bugün birbiriyle dosttur. Demiryollarini, ucak seferlerini bugün bilgisayarlar idare etmektedir. Vergi internetten ödenmektedir. "Misafirlige gitme", "kabul günleri" gelenegi neredeyse ortadan kalkmistir. Cünkü insanlar sürekli birbirleriyle konusabilmektedirler. Bu örnekler saymakla bitmez.
Eski düzeni bozan da, kutuplardan birini teskil eden Sovyetler Birligi`nin, bilgisayar devrimine ayak uyduramamasi, bir kumdan kale gibi yikilmasi olmustur zaten. Her gün yeni bir seyin icat edildigi dünyamizda, düzenleri belirleyen ve bozan iste insanoglunun bu durmak bilmeyen bilme, anlama ve bilineni uygulama cabasidir. Sürecin kendisi dinamik oldugu icin düzeni olusturan ögelerin birbirlerine karsi konumlari her an degismektedir. Düzenler bu degisime bir süre direnmekte, sonra aniden ortadan kalkmaktadir. Örnegin simdi bilgisayar devriminin rüzgârini arkasina alarak karsi kutbu deviren Amerika`nin da geriledigine dair isaretler artiyor. 2008 krizinin tam olarak atlatilamamis olmasi, aslinda krizin cok kisa iyilesme dönemleri haric tutulursa, sürekli hale gelmesi bunun en acik göstergesi. Amerika ve genel olarak bütün Bati, yeni gelismeler karsisinda bocaliyor. Örnegin Libya krizi karsisinda takindiklari tutum, kanli bir komediye yol acti. Fransa cumhurbaskani Sarkozy, daha dün secim kampanyasi icin mali yardim aldigi Kaddafi`nin üzerine bombalar yagdirmak zorunda kaldi. Arap Bahari, Bati`yi tam anlamiyla ensesinden yakaladi denebilir. Söz konusu olan sey, aslinda felsefî basarisizlik, vizyon gelistirmede yetersizlik, cözümler üretme yeteneginin zayiflamasidir. Örnegin ayni zikzaklar, aslinda Misir konusunda da görülüyor. Bati, Misir`da olanlara bir türlü „darbe“ diyemiyor. Cünkü darbenin büyük bir halk hareketinin beraberinde geldigini görüyor ve kitle hareketlerini „darbe“ sözcügüyle bir türlü bagdastiramiyor. Ayni kararsizlik Saddam`a ve Taliban`a karsi da görülmüstü. Yüzyillardir demokrasinin besigi olan Bati, dünyanin görüp görecegi en fasist örgütlerden biri olan Taliban`i "mücahitler" olarak yillarca göklere cikarmadi mi? Yeni bir dünya düzeninin baslangicinda oldugumuzu ve bu düzende Avrupa ve Bati`nin tedricen geri cekilecegini ve Bati`nin cekilerek bosalttigi alanlarin, Türkiye gibi bölgesel güclerce dolduruldugunu düsünebiliriz. 
Bütün bunlardan yola cikarak, yeni dünya düzeninin cok kutuplu olacagini, ancak kutuplar arasi mücadelenin soguk savasta oldugu gibi bir dehset dengesi seklinde gelismeyecegini, daha yumusak yollara basvurulacagini ve daha ziyade ekonomik yaptirimlar seklinde somutlasacagini söyleyebiliriz. Buna karsilik dehset dengesinin devletler ile dünya capinda El Kaide benzeri terörist organizasyonlar arasinde kurulacagi düsünülebilir. Ilginc olan, terörizmin bu derece basedilemez, bir dünya organizasyonu seklinde ortaya cikisinin da yine bilgisayar teknolojisinin bir ürünü olmasidir. Teröristlerin birbirleriyle porno sitelerindeki resimler ve filmler yoluyla haberlestiklerine dair haberler cikmisti basinda. Bu yöntemlerin her gün bir yenisinin bulundugu asikâr. Hatta devletler arasindaki savaslarin, bilgisayar ortamlarinda devam ettigi gercegi de bu genel tablonun icinde yer aliyor. Istihbarat örgütlerinin birbirlerinin sitelerini hack`ledikleri, Hacker adi altinda yeni bir insan, bir meslek türünün ortaya ciktigini, bilgi hirsizliginin, baskalarinin özelligine girmenin suc degil, maharet olarak nitelendirildigini, hatta Hacker`larin, korsanlarin kendi aralarinda, örnegin "Anonymus" örgütü örneginde oldugu gibi örgütlendiklerini, hatta cesitli ülkelerdeki "Korsanlar Partisi" gibi siyasi organizasyonlar meydana getirdigini görüyoruz.
Bütün bu veriler karmasasi icinde yine de yeni düzeni haber verecek olan bazi temel cizgileri yakalayabiliyor insan. Ben kendi görebildiklerimi ardarda siraladim ve bunlari hep ayni genel dogrultuyu gösterdigini gördüm.
1- Bilgisayar devrimi ile birlikte, büyük ve agir olmaktan cok kücük, hafif ve hareketli olmak makbûl sayilmaya basladi. Mesela agir sanayi, ilk olarak hantal yapisi ve yarattigi cevre kirliligi ile ülkeyi yoksulluga sürükleyen bir faktör olarak görüldü. Yani önce agir sanayinin gelistirilmesi, sonra buna bagli olarak yan ve hafif sanayilerin ortaya cikarilmasi seklinde öngörülen eski kalkinma modelleri tarihe karismakla kalmadi, yerin yedi kat dibine gömüldü.
Tabii, bunun nedeni, agir sanayinin daha önceki makbûl ürünler olan demiryolu ve otomobil`i üretmek icin vaz gecilmez olmasi, bilgisayar icinse cok elzem olmamasidir. Büyük sirkete ihtiyac, yazilim ve yeni icatlar ortaya koymak icin vardir. Ancak bunlar da daha ziyade hizmetler sektörü benzeri insan organizasyonlaridir, agir sanayi sirketleri degil. Bu gelismenin bir sonucu olarak tarihte ilk defa sanayi sehirlerinin toplu bicimde terkedildigini görüyoruz. Mesela Detroit bunlardan biri ve en cok göze batani. Rusya ve Japonya`da da bu tür terkedilmis fabrikalar ve sehirler bulunmaktadir. Mesela Aral gölünde, cöle dönüsmüs arazilerin ortasinda kalakalmis gemiler, eski dünya düzeninin hayaletlerin olarak görülüyor bugün ve bu düzenin bir daha geri gelmemek üzere tarihe karistigini belgeliyor.
2- Eski dünya düzeninin tam tersine, nüfus artisinin kötü bir sey olmayip istenen, olmasi gereken bir sey oldugu savunulur oldu. Bunda tarim devriminin etkisi büyüktür tabii ki. Tarim devrimi, Malthus benzeri teorik sacmaliklarin sonunu getirmistir. Gida maddeleri üretiminin nüfus artisinin önüne gecebilecegi bugün ispatlanmistir. Tarim devriminin aslinda bilgisayar devriminin bir devami oldugunu da burada belirtmek gerekir. Hattâ Büyük Sahra ve Antartika gibi bugün üzerinde yerlesim olmayan arazilerin de tarim icin, günes enerjisi yardimiyla kullanilabilecegi fikri, yine bilgisayar destekli olarak cagimizda dogabilmistir. Okyanuslarin bir büyük akvaryuma dönüstürüebilecegi, yagmurlarin programlanabilecegi fikirleri yine bu cagin ürünüdür. Afrika`nin yükselisi de, büyük bir ihtimalle bu gelisimin ürünü olacaktir.
3- Yapilmis, imal edilmis olan degil, el degmemis olan makbûl olmaya basladi. El degmemis doga, katkisiz ürünler, dogallik, kadinda sifir makyaj, ye ic zayifla seklinde yeni yasam tarzlari ve sloganlari ortaya cikti. Ilk defa el degmemis haliyle bir ürünü sofraya getirmek, üretim olarak görülmeye basladi. Ilac yerine besin ön plana cikti. Tedavi yerine korunma savunulur oldu. Insan iliskileri ve psikolojik sürecler önemsendi.
4- Bilgisayarla birlikte az olan, hatta yok olmakta olan, önemsendi. Yani sadece birey, kadin ve cocuk önemini artirmakla kalmadi, ayni zamanda yok olmakta olan hayvan ve bitki türleri kiymete bindi. Yok olan diller, yasatilmaya calisildi. Tarih meraki, arastirma cilginligi bütün dünyayi sardi. Alt kültürler önemsendi. Mesela cingene müzigi... Escinsel evlilikler. Bunlar hep ayni gelisimin degisik tezahürleridir.
5- Yalnizlar, gezginler yeniden ortaya ciktilar. Ilginctir: gezginler, kapitalizmin ilk asamalarinda da boldular. Sonra kapitalizm sanayi devrimine gecince, gezginlerin sayisinda dramatik bir azalma oldu. Onun yerine turizm ortaya cikti. Yani örgütlü, organizasyonlu gezme… Simdi ilk defa eski gezgin türünün ortaya ciktigini görüyoruz. Burada yine bilgisayari anacagim. Cünkü internet, dünyanin öbür ucundaki kültürlerden ve insanlardan evimize haber getireli beri, oralara gitmek isteyen, ama imkanlari sinirli olan insanlar harekete gectiler. Bunlar bir inancin savunucusu olarak da görünür oldular. Mesela Türkiye`de öldürülen Italyan gelin Pippa Bacca bunlardan biridir. Yine gecen yaz yine Türkiye`de öldürülen Sarai Sierra da bir yalnizgezerdi. Bu insanlar cinayete kurban gittikleri icin biliniyorlar. Bu demektir ki, baslarina bir sey gelmeden ülke ülke gezen milyonlarca insan var bugün yeryüzünde. Cogunun neden gezdikleri belli degil. Cok ilginc bir gelismedir bu ve bireylesmenin arttigini göstermektedir.  
6- Bir ilginc gelisme de Marksizmin basina gelenlerdir. Tarihte ilk kez marksist olmayan anti kapitalistler ortaya cikmaya basladi ve marksizm neredeyse tamamen dünya siyaset sahnesinden silindi. Bugün hemen herkes kapitalizmin sacmaliklarina karsi tepkili. Ama bu tepki Marksizm kanalindan gelismiyor. Yani yeni dünya düzeni, gelecek hakkinda en fazla öngörülerde bulunan Marksizmi bile bir anlamda eskitti. Tabii, bu gelismeye Marksizmin kendini yenileyememesi neden oldu denebilir. Markiszmin emperyalist düzen hakkindaki temel tezleri, son seksen senelik pratikte dogrulanmadi. Örnegin Marksizm, emperyalist asamada asil yönün, üretici güclerin gelisiminin engellenmesi oldugunu söylüyordu. Bilgisayar devrimi ve onun desteginde yürütülen yeni enerji bicimlerinin ortaya cikisi (günes enerjisi ve rüzgâr enerjisi gibi) bu tezi cürüttü. Kapitalizmin hâlâ üretici gücleri gelistirme kapasitesinin oldugu, hatta bu gelistirme özelliginin son yillarda, daha önce görülmemis bicimde arttigi pratikte ispatlandi. Marksistler, emperyalistler arasi mücadelenin uzlasmaz celiski oldugunu söylemisler ve dünya savaslarinin kacinilmaz oldugunu savunmuslardi. Dünya savasi bir daha cikmadigi gibi, tam tersine emperyalistler arasi birliktelikler kurulmaya basladi. Marksizmin bu ardarda gelen gelen teorik iflaslari, anti kapitalistlerin önemli bir kisminin Marksizmden kopmasina yol acti.
Kisacasi yeni düzenle birlikte büyük, anitsal ve ulasilmaz olan her seyin ufalandigini, bireysellestigini ve ayristigini görüyoruz. Hatta bu ayrisma öyle bir asamaya ulasmistir ki, ekonomi biliminin cok önemli bir dali olan „makro ekonomi“ neredeyse tarihe karismak üzeredir. Bu ayrisma ve birbiri icinde erime özelliginin devam edecegi, hatta giderek daha da hizlanacagi düsünülebilir. Büyüklükler giderek belirsizlesiyor ve buna karsilik bireyin gücü artiyor ve bir birey tarafindan gerceklestirilen inanilmaz bir hamle, bütün iliskileri degistirebiliyor. Kizil Meydan`na inen planör veya 11 Eylül terörist saldirisi gibi. Dolayisiyla asil celiskinin kurulu ve yazili olan düzenle, karapara, uyusturucu kacakciligi ve terörizm gibi kurulu ve yazili olmayan düzen arasinda gelisecegi yönünde kuvvetli belirtiler var. 

8 Eylül 2013 Pazar

Suriye`deki ic savasin sonucu PKK icin önemli

PKK süreci sonlandirmakla hükümeti tehdit ediyor. Ama hükümet rahat. Bu tehditlere pek kulak asmiyor gibi görünüyor. Neden? Suriye`deki ic savas kizistikca PKK`nin baris sürecine mahkûm oldugunu biliyor da ondan mi? Zaten Suriye`deki ic savasa Türkiye`nin bir taraf olarak katilmasi ve direkt Kürt karsiti islami gruplardan yana tavir almasi, PKK`yi Suriye ic savasinin kaybedeni pozisyonuna sokmak ve bu yolla baris sürecine zorlamak icindi. Türkiye`nin bu hamlesi, Baris Süreci`nin önünü acmistir. Kim ne derse desin, Türkiye`nin bu hamlesini AKP`nin bir basarisi olarak yorumlamak gerekir. Kürt tarafi bu durumda Suriye savasinin kaybedeni olmaktan ancak baris süreci ile kurtulabilirdi. PKK bu sartlarda masadan kalkabilir mi? Zor.

Zor, cünkü masadan kalksa, derhal Suriye`deki islami örgütlerle baglarini sikilastiran bir Türkiye`yi karsisinda bulacak ve iki yönlü bir kiskacin icinde kalacaktir. Bu kiskacin gevsemesinin tek yolu Esad rejiminin ic savasta güclenmesidir. Ama Suriye`deki ic savas öyle bir noktaya geldi ki, artik hicbir güc Esad`i eski konumuna getiremez. Bu durum, Suriye muhaliflerinin askeri basarilarindan ileri gelmiyor tabii ki. Bizatihi ic savasin ülkeyi yikima sürüklemesinden ileri geliyor. Ülke yikima sürüklendikce Esad rejiminin kuvveti daha da azaliyor. Bu durumda savas büyük bir ihtimalle, kazanani olmadan bitecektir. Yani bir Irak veya Afganistan gibi Suriye de fiilen bölünmüs bir ülke olarak kalacaktir.

Abdullah Öcalan`in dedigine bakilirsa, ic savasin sonucu, Orta Dogu`daki tüm dengeleri degistirebilecek kadar önemli olacak. Yoksa, "Bu baris sürecini bir an evvel bitirelim, yoksa Türkler ve Kürtler olarak bir daha basbasa kalamayabiliriz," gibisinden söylemleri olmazdi. Bu söylemin üstü kapali bir tehdit icerdigi asikâr. Yani sunu demek istiyor, "Ya simdi baris sürecini benimle sonlandirirsin. Ya da ileride degisen dengeler bana daha elverisli sartlar sunarsa, karismam, ona göre." Bunu Öcalan, Mursi Misir`da devrildikten sonra söyledi. Mursi`nin alasagi edilmesi demek, Özgür Suriye Ordusu`ndaki Müslüman Kardesler`in Suriye versiyonunun, muhalefetin ana gövdesi olmaktan cikmasi demektir. Müslüman Kardesler`in Suriye muhalefetinden cekilmesi, muhalefetin bir bütün olarak hareket etme kabiliyetini neredeyse sifirlar. Yani, bu Esad`in gitmesinden sonra Suriye`nin parcalanmasi anlamina gelmektedir. Yani bir cesit Irak! Kuzey Irak`tan sonra, Kuzey Suriye. Iki kuvvetli üsse sahip olan PKK, Türkiye`ye daha agir sartlar dayatabilir. O nedenle iyisi mi simdiden anlasalim. Yoksa sizin icin iyi olmaz. Bunu demek istiyor Öcalan. Ve onun tehdidini bircok köse yazari simdiden yuttu bile.

Böylesi bir analiz asiri basitlestirilmis bir analizdir. Dolayisiyla yanlistir. Cünkü Türkiye`nin yumusak gücünü hesaba katmamaktadir. Türkiye, bu analizde gösterildigi sekliyle, Iran gibi, ekonomik aktivitesi olmayan bir ülke olsaydi, analiz dikkate alinabilirdi. Oysa Türkiye, dizi filimleriyle, bisküisi, makarnasi, Güney Dogu Anadolu`da ortaya koydugu toplumsal örgütlenme gücü, is yapma kapaitesi, girisim ruhuyla Orta Dogu`da varligini her gecen gün daha cok hissettiriyor. Suriye`nin parcalanmasi durumunda bile, Kuzey Suriye ve daha sonra bütün Suriye, Türkiye`nin hinterlandi olacaktir. Suriye ve Irak`taki merkezi yönetimlerin zayiflamasi en cok Türkiye`nin isine yaramaktadir. Muhafazakâr Avrupalilari ve bu arada tabii Yahudileri sinirlendiren bir gelismedir bu. Ama gercektir. Dolayisiyla baris sürecini zorlayan aslinda bu gelismedir. Yani aslinda Suriye`deki merkezi otoritenin zayiflamasidir sürecin önünü acan. Cünkü ilk defa PKK, Esad`in gitmesiyle bir devletin aktif desteginden yoksun kalacaktir. Ve bu engeli ortadan kaldiran Türkiyenin yumusak gücü Suriye, Lübnan ve Irak`in hemen hepsini, hattâ Körfez ülkelerini bile etkisi altina alacaktir.

Nitekim su anda Kuzey Irak`in kapilari Türkiye`ye acilmis bulunuyor. Cengiz Candar`in verdigi bilgiye göre günde dört bin Türk kamyonu bugün Kuzey Irak`a giris yapmakta. Bu muazzam sinerjinin sonuclari olacaktir. Sonuclardan en önemlisi, Türkiye`nin güney dogusundaki barajlarin desteginde artan ekonomik aktivite ve refah, toplumsal düzen Kuzey Irak`a dogru genislemesidir.. Iran bu artan ekonomik baskiyi en cok hisseden ülke olacaktir. Iran`la birlikte soguk savasin Rusya ve Cin ayagi Ortadogu`da zayiflayacaktir.

Ayni zamanda, eger baris süreci adamakilli ilerler ve kendi kurumlarini yaratirsa, bircok ülke cok önemli oyuncaklari PKK`yi kaybetmis olacaktir. Basta Iran, Rusya. Sonra Israil, hatta Suudi Arabistan. Cünkü PKK büyük bir ihtimalle bir siyaset kurumu haline gelecektir. Dolayisiyla ajanligi, uyusturucu ticaretini, insan kacakciligini, tesaron terör örgütü konumunu birakacaktir. Yerel yönetimlere aktif olarak katilinca, istedigi parayi oralardan elde etme olanagi kendisine verilecektir cünkü. Üstelik Türk ve Kürt halklari da büyük bir cogunlukla baris sürecinin arkasindadirlar. Yani kisacasi Amerika ve Avrupa Birligi baris süreciyle birlikte Rusya ve Cin`e karsi cok büyük bir kazanim elde etmis olacaktir.

Süreci ancak bir tek gelisme kesebilir. O da Esad`in Suriye`de ic savasi kazanma olasiligidir. Bunun bir olasilik olarak bile olsa gündeme gelmesi, baris sürecinin kesilmesine neden olabilir. Rusya ve Cin, iste bu nedenle bu savasi hic olmazsa biraz daha uzatmaya calisiyorlar. Obama`nin kararsizligi veya müdahale icin bekledigi ic ve dis destegi yeterince bulamamasi ve Israil`in ic savasi uzatarak Suriye`yi daha fazla yipratmak istemesi nedeniyle savas uzadikca uzuyor. Türkiye`deki Suriye`li mülteci sayisi 400 bini buldu. Bunlarin maliyeti simdilik Kuzey Irak`in kapilarinin Türkiye`ye acilmasi nedeniyle artan getirilerle karsilaniyor. Ama savasin maliyetinin artik katlanilmaz boyutlara cikmasi, Türkiye`nin havlu atmasina neden olur mu? Rusya ve Cin buna oynuyor olabilirler mi? Bir adim daha gidersek, Rusya ve Cin, bu sefer Israil`in destegini ve Obama`nin kararsizligini de kullanarak PKK`ya Suriye`de öenmli bir mevzi kazandirmak ve PKK`nin Suriye`deki varligini güvence altina almak suretiyle PKK`nin masadan kalkmasini saglayabilirler mi? Buna göre Suriye, ayni Irak gibi en azindan üc parcaya bölünecek demektir. Ancak o zaman bile baris sürecinin kesilmesi pek mümkün görünmüyor. Cünkü o zaman Türkiye ve Irak`taki kazanimlardan sonra, Suriye`de de Kürt mozaiginin ücüncü parcasi ortaya cikmis olacaktir ve bu ücüncü parca da kacinilmaz bicimde Türkiye`nin etkisine girecektir. Böyle bir gelisme asil Iran`i zora sokar ve o zaman Kürt parcasinin Iran`in geri kalan tarafindan ayrilmak istemesi, Iran`daki hassas etnik mozaigi catlatabilir.

Yani Türk-Kürt baris sürecinin sonunu getirecek gelisme ancak Suriye`deki ic savasin ancak Esad`in zaferiyle bitmesidir.  Diger bütün secenekler, Suriye`nin parcalanmasi veya muhaliflerin kazanmasi baris sürecini kesmez. Hatta muhaliflerin kesin zaferi baris sürecini daha da hizlandirir, cünkü o zaman Suriye`de muhaliflere karsi savunma durumuna gececek olan bir PKK, Türkiye`ye daha muhtac hale gelecektir. Hattâ PKK, Nusra Cephesi`ne karsi Türkiye`den yardim istedi bile. Inanilmaz, ama gercek bu.

Esad`in kazanmasindan ümidi kesen Rusya, Cin ve Iran`in baris sürecini bozmak icin ellerindeki son koz... Türkiye`deki secimlerdir. AKP`nin secimlerde sendelemesi baris sürecini bozar. Hatta bir koalisyon ihtimali bile baris sürecinin sonu olur. Cünkü diger iki parti CHP ve MHP baris sürecine karsidirlar.

Gezi süreci, onlara bu acidan umut verdi. Gezi bir anda ortaya cikan dahiyane bir fikirdi. Rusya ve Cin`in, hatta Israil ve Suudi Arabistan`in ellerini ogusturmasina neden olan bir fikir. Cünkü bu ülkeler biliyorlar ki, Türkiye`nin secimlerde topyekûn bir kaosa sürüklenmesi, baris sürecinin tam anlamiyla sonu demek olacaktir. Nitekim Demirtas, Gezi ayaklanmasindan sonra "Baris süreci, birkac kere gitti geldi" diye bosuna dememistir. Simdi Türkiye secim ortamina giriyor. Istanbul, AKP acisindan kaybedilebilir bir sehir konumunda. Cünkü hicbir güc, eger adayligini koyarsa, Mustafa Sarigül`ün Istanbul`da secimleri kazanmasini engelleyemeyecektir. Öcalan`in baris sürecinin ana hatlarinin , secimlerden önce ortaya cikarilmasi konusundaki israri biraz da burdan kaynaklanmaktadir.

Peki tam bu sirada Cemaat AKP ittifakinin catirdamasina ne demeli? Zaten bakiniz, Cemaat, baris sürecinin ta basinda, MIT müstesarinin tutuklanmaya calisilmasiyla ortaya cikan kriz sirasinda, sürece ne kadar karsi oldugunu ortaya koymustu. Cemaat, nasil olur da, iktidari AKP`nin geri kalan kadrolariyla paylasiyorken ve baris süreciydi, Esad`in gitmesiydi derken, Türkiye`nin yumusak bir güc olarak bütün Orta Dogu`da egemen olmasinin önü acilmak üzereyken böyle ilginc ve ters bir role soyunabilir? Bu soruya cevap vermek icin dönüp Amerika`nin ve Avrupa Birligi`nin Israil konusundaki endiselerine bakmak gerekir. Acaba Türkiye onlarin istediginden daha hizli ilerliyor olabilir mi Orta Dogu`da? Bu hizin yavaslatilmasi gerektigine karar vermis olmasinlar sakin!. Eger buna karar vermislerse, önlerinde 2 yillik muazzam bir firsat var: Türkiye secim süreci. Bütün ayak oyunlari serbest! AKP ve Erdogan da onlara, anti demokratik söylem ve davranislariyla az firsat vermiyor degil. Hem zaten iktidarda 10 yillarini doldurdular. Gecenlerde Mümtazer Türköne, "Iktidarin politikasi dogru da. Nefesi yetecek mi?" diye bosuna sormadi.

AKP alasagi edilse bile Türkiye`nin yumusak güc olarak ilerleyisini durdurabilirler mi? Bence cok gec! 11 Eylül`den sonra dünyayi saran islamofobi ortaminda Türkiye`nin yükselmesi kacinilmazdi. Hatta su siralar ucagin tekerlekleri yerden kesiliyor bile. Bu gibi ayak oyunlari icin artik cok gec!

7 Eylül 2013 Cumartesi

ODTÜ`deki son olaylardan "Ikna Odalari"na: Türk laisizminin kaderi

ODTÜ`deki son olaylara iliskin video görüntüleri, Türk laisizminin cikmazini cok anlamli bicimde ortaya koyuyor. Hic süphe yok ki, söz konusu olan sey, bir cikmaz... Türk laisizmi senelerdir ayni seyleri yaparak farkli bir sonuc almaya calistigina göre, bu inadin psikolojik anlamda cilginlik kapsamina girdigi söylenebilir. 

Evet, her defasinda ayni ayni hatalar yapiliyor, tepkilerin cig gibi büyüyecegi hic hesaba katilmadan. Ikna odalariyla ortaya konan tavir, laik kesimi nasil iktidardan uzaklastirdiysa, simdi ODTÜ benzeri intihar eylemleriyle secim yenilgilerini Türk laikleri kendi elleriyle hazirliyorlar.

ODTÜ olaylarinda ellerinde pankart tutarak basörtülü kizlari taciz eden sözüm ona "laik" kizlarin yüzlerindeki asagilayici tiksintiye dikkat ettiniz mi? Iste bu tiksinti, bu asagilama havasi laik kesimin kuyusunu kazmistir. Daha da kazmaya devam edecegi anlasiliyor. Basörtülü kiz, "Bu kadar yakinimda duramazsin" seklinde itiraz edince, elinde pankart tutan kiz, "Begenmiyorsan kalk git arkadasim, ne isin var senin burada" diyor. Bana kalirsa o kizin orada cok isi var, eger onlar bu sekilde davranmaya devam ederlerse. 

Ayrica burasi dedigi yer, ODTÜ kampüsü. Söylenen cümle cok tipik bir burjuva tavrin aciga vurumudur. Bu tür anlayisin sahipleri, büyük sehirlerde kendilerini lüks sitelere kapatirlar. Orada kendilerine özgü burjuva bir dünya yaratirlar. O sitelere seyyar satici bile giremez. Bu dünyanin duvarlari yüksektir. Kapilarinda güvenlik görevlileri vardir. ODTÜ de onlarin o lüks sitelerinden biri iste. Ve oraya akillarinca asagilik yaratiklari sokmak istemiyorlar.  

Basörtülülerin etrafini cevirenlerden bir genc, "Biz ODTÜ`de cemaatcilere örgütlenme imkâni sunmuyoruz" diyor. Yani bir sekilde kimin örgütlenecegine, kimin örgütlenemeyecegine onlar karar veriyorlar. Yani onlar bir tür iktidar! Eski sol örgütlerin "kurtarilmis bölge" mantigi, burada yeniden kendini gösteriyor. Bu mantigin, kendini baska toplumsal düzlemlerde "lüks site" seklinde göstermesi beklenmeli ve bu olaylarin mantigi acisindan son derece normal. Gezi olaylarinda bile bu tür bölge mantiginin izlerini sürmek mümkün. Gercek iktidardan güc iliskisi anlaminda koparilmis, ufak da olsa bir dünyaydi Gezi Parki, kütüphanesi bile vardi. Asla toplumun bütününü kazanma, toplumun geneline yönelme gibi bir dertleri olmadi bu anlayis sahiplerinin. Bundan sonra olmayacak da.

Ne demisti ikna odalarinin mucidi Nur Serter, "Basörtüsü dincilerin elinde bir silahti. Bu silahi onlarin elinden almak gerekiyordu." Yani, o basörtüsünü cikarilip atilan bir pacavra haline getirdik. Bunu da kameralarla ispatladik, belgeledik. O kamera kayitlarini istifledik, kütüphanemizde duruyor. Muradimiza erdik. Bu cümle bence Türkiye`de laisizmin ulastigi son asamadir. Evet, basörtüsü bir silahti belki. Ama onu basina takan da bir genc kizdi, bir insandi her seyden önce. Canim, genc kizin hayatinin, duygularinin, kalbinin kirilmasinin, üzülmesinin, ruhsal travma gecirmesinin, bu olayi hatirladikca günlerce aci cekmesinin, ailesinin ve yakinlarinin kan aglamasinin ne önemi var! Önemli olan dincilerin elinden silahi almak. Bu mantikla, insan hayatinin hice sayilarak cocuklar üzerinde tibbî deneyler yapilmasi arasinda cok büyük bir mesafe yoktur. Evet, evet. Adini koymak gerekir. Ikna odalari bir tür fasizmdi. Gaz odalariyla arasinda, Kilicdaroglu`nun üslûbunu kullanirsak, sadece "ton farki" vardi. Türk laisizmi gele gele tonu hafifletilmis bir fasizm noktasina mi gelecekti? O yüzden mi bazi laikler gizli gizli darbeleri destekliyor? Gercekten cok yazik. 

Sonra politik iflasa bakar misiniz? Dincilerin elinden basörtüsü silahini almak icin bu ikna odalarini tertiplediler. Ama sonra AKP iktidara geldi, dag-tas basörtüsü oldu, Cumhurbaskaninin esine varincaya kadar. Öyle ki, normalda basörtüsü takmayacak olanlar bile saclarini örtmeye basladi. Neredeyse bu laik kesimin bu tür hatalari yüzünden bir tür tesettür modasi yaratildi. Tesettür magazalari acildi. Bu silahi onlarin elinden ne alirmissiniz ama! Bu politik iflas, daha sonra yolsuzluklar, ekonomik kriz ve Ecevit`in hastaligi ile birlesti. Sonuc ortada. 

CHP`nin, "Ikna Odalari"nin temsilcilerini bagrina basarak sergiledigi tavir, bu partinin fasizmden izler tasiyan bir profil sergilemesi, ikna odalari gibi düpedüz fasist bir uygulamanin Türk laisizminin icinden cikabilmesi, Türk laiklerinin giderek fasistlesmesi ve gizli gizli darbeleri desteklemesi; bize aslinda Türk sosyal demokrasisinin ana cizgileri hakkinda fikir veriyor. Türk sosyal demokrasisi, batili demokrasilerde oldugu gibi isci hareketlerinin icinde dogmadi hicbir zaman. Tersine Atatürkcü bir cizgide gelisti. Atatürk`ten aldigi normlari kullandi. Nitekim CHP`nin alti okundan biri Atatürkcülüktür. Yani Türk sosyal demokrasisi elitist bir yapidadir ve yönetici elitlerle daima icice olmustur. Kökeni isci ve köylü hareketi olmamistir hicbir zaman. Tersine, askeri okullarin, o zamanlar toplumun gözbebegi olarak görülen ögrencilerinin, topluma yukardan bakan havasini tasimistir. Atatürk`ün savaslar yöneterek iktidara geldiginin de burada altini cizmek gerekiyor. Yani Atatürk`ün iktidara gelis bicimi halki ikna ederek, onu yönlendirerek olmamis, aksine askeri bir zorunluluktan dolayi meydana gelmistir. O nedenle Türk sosyal demokratlari 1923`ü önemserler. Gercek halk hareketlerinin oldugu ve aslinda cumhuriyet fikrinin olusturacak verimli düsünsel ortami yaratan 1908 devrimini görmezden gelirler. Türk sosyal demokrasisi de her zaman Atatürkcülügün dogdugu ortamlar olan, etrafi duvarlarla cevrili, üyeleri iyi bakilan, güzel yemekler yiyen, korunan ve kollanan askeri okul, yani bir tür "kolej" havasini, mantigini ve düsüncesini genlerinde muhafaza etmistir. Iste o gercek hayattan soyutlanan askeri okullar, bugün ODTÜ`nün, Gezi Parki`nin toplumun diger kesimlerinden soyutlanmis ortamlarinda düsünsel anlamda yeniden yaratiliyor. Böyle bir anlayisin toplumsal harekete ihtiyaci yok. Ötekini kazanmayi amaclamiyor, toplumun geneline yönelmiyor hicbir zaman. Yüzde yirmibes ona yetiyor da artiyor bile. Türk sosyal demokrasinin, Ecevit`in mucizevî bir sekilde %40`i yakalayarak iktidara geldigi 1977 haric, neden iktidardan hep uzak oldugununun aciklamasi bence burada. Zaten 1977 zaferinin Kibris Baris Harekatinin hemen arkasindan geldigini, yine bir askeri zorunluluk eseri oldugunu belirtmek gerekir. Yani böyle bir anlayis ile olagan kosullarda ötekini  kazanarak iktidara gelmek, olmayacak bir sey. Her seyden önce onlar istemiyor bunu.