17 Şubat 2014 Pazartesi

"Sen benim hayallerimin katilisin!"

Böyle bagiriyordu yüregi yarali anne, bir anlik öfke sonucu kizini öldürmüs olan kocasina. Muhasebeci Ayhan Ercan, kizini öldürmekten yargilandigi mahkemenin karari uyarinca, cinayetin islendigi eve kesif icin getirilmisti. O sirada kesifte hazir bulunan esi Meliha Ercan ve öldürülen kizin kiz kardesi, cezaevi aracinin penceresinden bakarken onu gördüler ve o sirada kadin böyle seslendi kocasina. 

Meliha Ercan`in yüzündeki yasanmislik tabii ki, akillardan cikacak gibi degil. Hatta sunu söyleyebilirim, bu yüz hep benimle birlikte olacak. Annesi babasina seslenirken aglayan ve herseye ragmen o gün güzel giyinmeye özen göstermis olan ve ablasini yitirmis olmanin acisiyla yüklü o güzelim genc kiz da öyle. Ayhan Bey de benimle birlikte olacak. 

Bu saatten sonra yarali annenin isyani ve haykirisi durdurulamaz. Ama bu haykiris, bir anlik öfkenin sonucuna katlanmak zorunda kalan babanin azabini da ikiye katlar. Ayhan Bey`in yüz ifadesinden bunu okumak mümkün. 

Hepimiz testosteronun esiriyiz Ayhan Bey, demek geliyor icimden. O bir anlik öfkeler var ya, onlar testosteronun tipik mariferleridir iste. O garip enzim, bir an icinde, her cesit sacmaligi bize dogal, dogru ve mantikli gibi gösterir, bilincimizi sasirtip uzaklara savurur. Altmisina dogru bu inanilmaz madde vücudumuzda azalmaya yüz tutunca rahatlariz ve Sokrat gibi, "Oh," deriz, "Nihayet vahsi bir hayvanin tasallutundan kurtuldum." Ama o zamana kadar bütün kirdigimiz ve hirpaladigimiz insanlar; bize kirgin, dargin ve mesafeli bakar uzaktan. Mesafeyi kapatmak her zaman mümkün olmaz. Erkek olmak biraz da böyle bir seydir. 

Daha önce de (bir baska gazete haberiyle sarsilmis, etkisini günlerce yasamistim. O haberde de bir kücük kiz cocugu, 5 yasindaki Gülcan Danisman, Kasim 2011`de 
İzmit’te, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun Kassel Çocuk Köyü`ndaki bir revir odasinda menenjitten, annesine hasret, bu dünyadan göcüvermisti. Gülcan`in imam nikâhli anne ve babasi, ailelerin birlikteliklerini kabul etmemesi yüzünden ayrilinca, kücük kiz kimsesizler yurduna verilmisti. Baba arada bir geliyor kizina oyuncaklar getiriyordu, ama anne hic ugramiyordu onun yanina. O kücük kizin annesini beklerkenki cektiklerini, her sabah umutla uyanisini ve "bugün annem gelecek" diyerek sabirla bekleyisini ve aksam yetimhanenin kapisi kapanirken umutlarinin yikilisini düsüncelerimde günlerce yasamistim. Baba kendisiyle röportaj yapmak icin gelen gazetecilere, "Benim su anda kurulu bir düzenim, bir ailem var, bu olayin üzerine bu kadar gitmeyin, ne var yani, her cocuk menenjitten ölebilir" diyordu. Bu ifadeyi kabul etmek mümkün degildi tabii. Ama en fazla o yapilan zehirli yorumlar yipratmisti beni. Yorumlarda bulunanlarin cogu anneye beddua ediyordu. O yorumlarin sahiplerine, "Siz dogum sonrasi bunalimi diye bir sey duydunuz mu?" diye tek tek sormak istemistim. Ayni soruyu, yeni dogan bebeginin üzerine kapiyi kapatip giden ögretmen anne icin de sormak istemistim. "Siz dogum sonrasi bunalimi" nedir bilir misiniz? Gülcan`in annesi de, bebegini ac susuz birakarak giden ögretmen anne de, ikisi de, dogum sonrasi terkedilen ve aile desteginden yoksun kadinlardi. Anne olmak olgusuna, hicbir zihinsel alt yapisi olmadan, bes parasiz, üstelik asagilanarak yakalanmis olan bu genc kadinlardan ne beklenebilir? Her ne pahasina olursa olsun kacmak... Evet sadece kacmak beklenebilir. Onlar da bunu yapmislardi zaten. 

Hizla kalkinan ülkemizde, bu tür özel yasam facialarini önlemek veya en azindan sonuclarini hafifletmek icin bazi mekanizmalar kurulmasi gerektigi ortada. Örnegin Aile ve Kadindan Sorumlu Devlet Bakanligi bu acidan iyi bir düsünceydi. Simdilerde adi, "Aile ve Sosyal Polotikalar Bakanligi" olan bu devlet kurumunun calismalari sonuc verdi, faydali oldu, denilebilir mi? Olumlu yanit vermek mümkün degil gibi. 

Sadece bizde degil, bizim gibi hizlandirilmis bicimde kalkinmak zorunda kalan, Nijerya, Endenozya, Meksika, Cin ve Hindistan gibi ülkelerde de özel yasamlarin hizla tahrip olmasini önlemek icin karsi mekanizmalarin kurulmasi geregi her gecen gün daha cok hissediliyor. 

Bu ülkelerin basetmek zorunda oldugu sorunlarin büyük cogunlugu, hizli kalkinma sirasinda, eski kurumsal yapilarin parcalanmasi ve yerine yenilerinin konulamamasindan kaynaklaniyor. Her ülke farkli sorunlarla basetmek zorunda, cünkü her birinin sosyal yapisi farkli. Örnegin Nijerya`da Wudu var. Din savaslari var. Kabile düzeni ve bunun getirdigi olaganüstü cesitlilik, daha dogrusu kaos var. Meksika`da erkek kültürü var. Macho`luk var, Mafya var, siddete olan bitmez tükenmez susamislik var. Türkiye`de Orta Dogu kültüründen kaynaklanan töreler var. Söz gelimi cocuk gelinler var, kadina yönelik siddet var. Her ülke kendi dönüsümünü bu agir sorunlarla birlikte sancili yasiyor. Kalkinma yoluna girmis baska bazi büyük ülkeler de sirada. Örnegin Etiyopya, Vietnam, Pakistan, Banglades... Onlarda ayni sorunlari kacinilmaz olarak yasayacaklar. Kalkinma denen, atesten gömlegi giyecekler. 

Kalkinmanin cok boyutlu bir dönüsüm oldugu ve kalkinirken özel hayatlarin kacinilmaz olarak yikima ugrayacagi bilimsel bir gercek. Ama kalkinan toplumlar genelde bu sorunlara hazirliksiz yakalniyorlar. Bu yikimin daha az aci vermesi icin gereken bütün önlemlerin alinmasi daha cok sivil toplumun görevi. Ama bu ülkelerde sivil toplum örgütleri ya hic yok, ya da güdük kalmis durumda, Devlet`in hantal yapisi ve züccaciyeci dükkanina girmis fil görüntüsü de bu isi tek basina yapmasina engel. Devlet en fazla bakanlik kurar, kanunlar cikarir, kurumlari finanse eder. Ama ince isi sivil toplum örgütleri yapar, aile ve birey düyeine sivil toplum örgütleri iner. Cünkü toplumda kurallar üstten gelir, kültür ise alttan. Özel yasamlarin yikimi, kültürel bir sorundur. Yalnizca kanun cikarmakla, para vermekle cözülmez. (Ama kanun da para da sarttir.) Bunun icin Türkan Saylan gibi sorumluluk sahibi insanlarin, daha dogrusu aydinlarin ortaya cikmasi gerekir.  

Batida bu is bilimsel olarak yapiliyor ve bu is icin üniversitelerde kürsüler bulunmakta. Bizde Hacettepe`de 1970`lerde kurulan Sosyal Calisma bölümü bu acidan cok yararli bir girisimdi. Bölümün basinda o zamanlar Prof.Dr.Emre Kongar bulunmakta idi. Daha sonra üniversitelerin sosyal hizmet bölümleri yayginlasti. Ama sivil toplum örgütleri fazla gelismedigi icin, hizmetler hep devletin cizdigi sinirlar icinde, dolayisiyla etkisiz kaldi.  

Bunun icin harcanacak parayi da cok fazla gözde büyütmemek gerekír. Cünkü bu harcanacak para, insanlarin acidan kurtulmak icin uyusturucuya, anti depresanlara, ickiye ve sigaraya harcayacaklari paradan daha az olacaktir. Üstelik toplum ve aile yapisi da böylelikle daha cok korunmus olacaktir. 

Not: Bu yazi yazildiktan sonra gazetelerde bir haber cikti. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanligi, Kabatas`ta sözümona saldiriya ugrayan basörtülü ve bebekli annenin haklarini korumak icin davaya müdahil olarak katilacakmis, Öte yandan Düzce`den bir haber geldi: 

"Ü.B. ile kendisinden boşanmak isteyen eşi Ö.B. sokakta karşılaştı. Ü.B. eşine saldırarak sokak ortasında dövmeye başladı.  Hırsını alamayan Ü.B. çevredekilerin dehşet dolu bakışları arasında üzerinde bulunan ekmek bıçağını çıkararak Ö.B.’yi bacağından bıçakladı. Bağırışma sesleri üzerine balkona çıkanlar karısını bıçaklayan kocanın üzerine saksılar fırlattı. Ü.B. binadakilerin ve çevreden yetişenlerin tepkisi üzerine koşarak uzaklaştı.” Milliyet 18.02.2014.


Sadece bu iki haberin alt alta siralanmasi bile devletin bu devasa sorunun cözümü konusunda ne kadar aciz oldugunu gözler önüne sermiyor mu? Bu sokakta eski esi bicaklama, eski esi sigindigi baba evinde öldürme olaylari cig gibi. Bu sorun kesinlikle bir toplumsal cinnet boyutlarina gelip dayanmis durumda. Öte yandan bakanlik, basörtülü kizimizin saldiriya ugradigini ortaya cikan görüntülere ragmen ispatlama pesinde. Ne diyelim: Devletin yapacagi is buraya kadar. Gerisi, bu ülke vatandaslarina ve aydinlarina kaliyor. 

8 Şubat 2014 Cumartesi

"Kayikci Kavgasi" bitiyor

AKP Cemaat kavgasinda son dönemece girildi. Genelde politik bir kanundur. Iki ortak arasinda siyasi kavga, ortaklarin her ikisinin birden zarar görecegi bir batma sürecine girildiginde sona erer. Bu biraz da yapisik ikizlerin kavgasina benzer. AKP ile Cemaat ayni toplumsal tabandan güc almaktadirlar. Dolayisiyla taban bu kavga dolayisiyla dagilmaya basladigi an, kavga biter. Barisma gayretleri baslar. Nitekim basladi bile. Bülent Arinc, Cemaat´e kirmizi güller firlatip duruyor. Görünen o ki, biraz agirdan da olsa, Cemaat bu barisma gayretlerine ilgisiz kalmayacaktir.

Barisma gayretleri sonuca ulasir ulasmaz, taban derhal toparlanacak, eskisinden daha da güclü bir sekilde kemiklesecektir, bundan emin olunmalidir. Neden? Cünkü barisma bir takim pazarliklar temelinde gelisecek. Iki taraf da yerini bilecek. Acik veya gizli bir protokol olusacak. Bazi alanlar Cemaat`e, bazilari acikca AKP`ye birakilacak. Devlet aygitlarini kendi aralarinda paylasacaklar ve bundan sonra da, eger cok büyük bir sorun ortaya cikmazsa, birbirlerinin alanlarina fazla girmeyecekler. Yine aralarinda kavga ve celiski olduguna dair söylentileri yalanlayan demecler birbiri ardi sira gelecek. Bu ayan beyan görünen gercekleri yokmus gibi gösterme konusunda her iki taraf da Erbakan`dan cok sey ögrenmistir. Erbakan, "politik asirilik" konusunda gercekten rakipsizdi.

Bu arada ortaya dökülen kirli camasirlar, söylenen yalanlar, kurulan tuzaklar, özel hayata müdahale, dinleme skandallari... Bunlar hic sorun degil. Cünkü bunlarin icyüzünün böyle oldugu Türk kamuoyunda cok önceden biliniyordu. Özü baska, sözü baska sahtekar din adami algisi, Cumhuriyet dönemi boyunca özellikle Atatürkcüler tarafindan toplumda yaratilmaya calisilan bir algiydi. Bu konuda Ugur Dündar`in öncülügünde din adamlarinin özel hayatlarinin gizli gizli videoya cekildigine bile sahit oldu Türkiye. Dolayisiyla dini referans olarak kullananlarin, ahlaken cürümüs oldugu gercegi, Türkiye`de yeni degildir.

Dikkat edilmelidir. Bu gercek biline biline AKP ve ortaklari iktidara geldi. Dolayisiyla "malumun ilani" ile siyasi islam`in sonunun geldigine dair bugünlerde sik sik dile getirilen kanaat, gercekci degil. Siyasette isler böyle bugünden yarina degismez. Siyasette secim, ahlaki kaygilarla degil, menfaat algisiyla kazanilir. Eger secmen, kendi referanslarini kullanan, kendi dilinde konusan bir yapinin, disarida da kabul gördügünü ve cesitli vesilerle kendisine menfaat dagitacagini hissederse o yapiya oyunu verir. Yeter ki o "yapi" oyun planini iyi kursun, menfaati kendilerini destekleyenlere saglayacagina secmeni inandirsin.

Bu nedenle siyasi islamin sonuna gelinmedi. Aksine daha iyi örgütlenmis, kendi icindeki güc ve paylasim meselelerini cözmüs olan siyasi islam, Türkiye siyaset sahnesinde uzun yillar yerini koruyacaga benzer. Hatta sunu da söyleyebiliriz: Türkiye`yi önümüzdeki dönemde cok daha karanlik bir otoriterlesme süreci bekliyor. Nitekim Internet`e müdahale bunun ilk örneklerinden biri. Bunun arkasi gelecektir.

Fakat...

Evet, bu isin bir de "fakat"i var. Iktidarin ve onun ortaklarinin kirli camasirlari, daha önce 1990`li askeri vesayet rejiminin ortaklari asker, medya siyaset üclüsünün basina geldigi gibi, bütün herkesin gözlerinin önüne serildi. Evet ama bu ortaya serilme, daha önce hic Türkiye`de böylesine yaygin bicimde ortaya cikmamis demokrat bir kitlenin önünde meydana geldi. Bu kitle, daha önce hicbir zaman Türk siyaset yasaminda basrolü oynayamamis olan ve simdi bambaska, âdeta moda deyimiyle "post modern" düsünen bir kamuoyudur. Bu kamuoyunun azimsanmayacak, âdeta toplumu temelinden günlerce sarsacak bir güce eristigi asikâr. Iktidarinin otoriterlesmesinin boyutunu artiran da bu. Iktidari reformist olmaktan cikaran da bu. Bu kamuoyu, iktidar zayiflasa da, diger partilerin güclenmesine izin vermiyor. Dolayisiyla iktidarin zayiflamasi, bu kamuoyunu güclendiriyor, muhalefeti degil.

Bu gercekler, bundan sonra yasanacak otoriterlesme süreciyle birlikte, iktidar ortaklarinin daha da marjinellesmesine ve toplumsal tabandan kopmasina yol acacaktir. Ama dikkat edilirse ayni kopma, daha az gözle görünür bicimde olsa da, CHP ve MHP`acisindan da yasanmaktadir. Demokrat kamuoyu bu iki partinin de özgürlükten nasibini almamis partiler oldugunu biliyor. Demokrat kamuoyu CHP`nin icyüzünü cok iyi biliyor. Gezi olaylarina bu nedenle hicbir parti tam anlamiyla sizamadi. Yani aslinda sadece islamcilik akimi degil, bütün bir siyasi yapi bastan asagiya sorgulanmaktadir. Iktidarin zayiflamasinin, diger partileri güclendirmemesinin nedeni budur.

Cünkü daha önceki yazimda da belirttigim gibi Türkiye kendi egitim sistemini ve düsünce üretim sürecini, yani demokratiklesmesini ilerletmeden bundan sonraki ilerleyisine devam edemeyecektir. Türkiye, büyük bir dünya gücü olmanin esiginde olan bir ülkedir. Cari acigini ekonomik fazla`ya dönüstürmek icin gereken her seye sahiptir. Ama kurumlari, kanunlari, kisacasi her seyi, eski Türkiye`nin meydana getirdigi yapilardir. Dolayisiyla bunlar ihtiyaci karsilamiyor. Bati`da Türkiye konusunda ortaya cikan fikir ayriligi tam da bu gercekten kaynaklanmaktadir.

Büyük Orta Dogu projesi, yüzlerine islami maske gecirmis politikacilarin, demokratiklesmeyi hic kendilerine dert etmeden, dini referanslarla toplumu kazanacagi fikri üzerine kuruluydu. Proje, Türkiye`ye uymuyor. Dolayisiyla sonuna gelinen sürec aslinda bu. Islami referanslarin artik ise yaramadigi ve Türkiye`ye hitap edemedigi bir noktadayiz. Ama sadece islami referanslar degil, ayni zamanda simdiye kadar ileri sürülen ve demokratiklesmeyi icermeyen bütün siyasi referanslar eskiyor.

Dolayisiyla bunu gören Bati`nin ilimli islam, büyük orta dogu projesi gibi düsünceleri bir kenara attigi bir ortamda, AKP ve onun ortaklarina Türk siyaset sahnesinde daha az is düsecgini söyleyebiliriz. Ama ayni zamanda "Rabbim, Rabbim" diye ortaya firlayan Mustafa Sarigül türü politikacilara da daha az is düsecek. Türkiye ihtiyac duydugu siyasi yapiyi önümüzdeki 10 yillik dönem icinde mutlaka ortaya cikaracak. Simdiki yapiyla bu yapi arasindaki fark, 1914 ile 1924 arasindaki farklilik kadar büyük olacaga benzer. Ama dönüsüm, büyük bir toplumsal kaosa yol acmadan adim adim gerceklesecek. Cünkü dedigim gibi demokrat kamuoyu artik "post modern".





5 Şubat 2014 Çarşamba

Türkiye ekonomisi üzerinde olusturulmaya calısılan "Yanlış Konsensüs"

Secimler yaklastıkca Türkiye`yi kendi istekleri dogrultusunda bicimlendirmek isteyenlerden gelen hamleler sıklasmaya basladı. Bu hamlelerden en cok basvurulanı, tabii ki, ekonomik acıdan Türkiye`yi sıkıstırma gayretleridir.

Bu oyunları sahneye koymak nispeten kolaydır. Cünkü Türkiye döviz ihtiyacını ihracatın yanında,  dıs piyasalardan sagladıgı kısa veya uzun vadeli borclarla karsılamaktadır. Türkiye`nin ihtiyacı oldugu bu borc tutarını ona saglayan piyasa mekanizması da büyük ölcüde Türkiye`yi bicimlendirmeye calısan merkezlerin etkisi altındadır. Bu merkezler, su veya bu sekilde ülkeyi karıstırmak icin ekonomik aracları gecmiste de kullanmıslardır.

Pekiyi, Türkiye`yi bicimlendirmeye calısanlar onun nasıl bir ülke olmasını istiyorlar?

Cevap su olmalıdır: Onlar Türkiye`nin Islam Dünyasının önünde, kalkınmayı basarabilen bir islam ülkesi olmak parlamasını istiyorlar. Bununla islam ülkelerine su mesaj verilmeye calısılıyor: siz de Türkiye gibi Batı`nın istediklerini harfiyyen uygularsanız, onun gibi sorunsuzca kalkınabilirsiniz. Bu amacla yabancı sermeye oluk oluk Türkiye`ye akıtılmakta. Yani bir anlamda önce Güney Kore`ye, daha sonra da Cin`e yapılan seyin bir benzeridir bu. Bir ülkeyi model ülke olarak secip onu kalkındırarak diger ülkelere bu dogrultuda mesaj vermek, onları imrendirerek sıraya girmesini saglamak.

Türkiye`nin bu rolü oynamasını saglamak icin ekonomik araclar, etkisi siddetli olup kısa sürede sonuc verebilen bir yapıya sahip. Bütün ekonomik potansiyeline ragmen Türkiye ekonomisinin bu amacla yıllardır yabancı sermayeye muhtac hale getirilmesinin sebebi de bu. Türkiye biraz basına buyruk hareket etmeye baslayınca, derhal ülkeden sermaye cekiliyor, faizlerin yükselmesi yönünde baskı olusturuluyor. Faizlerin yükselmesi üretimi boguyor. Issizlik artıyor. Toplum geriliyor. Yeniden aile katliamları, iflaslar ortaya cıkıyor. Karsılıksız ceklerin sayısında artıs dikkat cekiyor. Bu oyun, onyıllardır sahneye konulmakta.

Ancak burada Kore ve Cin`de oldugundan daha farklı bir sonuc cıkıyor ortaya diyebiliriz. Yani onlar Türkiye`ye model olarak yatırım yaptıkca, ortaya cıkan Türkiye tam da onların istedigi gibi bir Türkiye olmuyor. Biraz daha fazla kendilerine kafa tutan, basına buyruk davranmaya hevesli bir ülke cıkıyor ortaya. Ekonomik araclara bir sopa gibi ikide bir basvurulması bu yüzden. (Burada Obama`nın Erdogan`la telefonda konusurken cektirdigi beyzbol sopalı resmi hatırlayalım.)

Bununla birlikte bu aracların etkisinin giderek azalmakta oldugunu gözlemliyoruz. Cünkü Türkiye`nin elinde üretimi artırarak kendi dövizini kendisinin kazanması, yani bir ihracatcı ülke olabilmesi, cari acık degil, cari fazla verebilmesi icin gereken her sey elinde artık var.

Ama yine de oyun sürüyor. Neden? Cünkü Türkiye üretim becerisinin, yabancı sermaye temelinde gelistirilmis olmasının etkisinden cıkamadı henüz. Üretim hep bir döviz borcu stoku ile birlikte büyüdü. Ama zamanla üretimin sagladigi getiri, Kore`de oldugu gibi borc stokunun üzerine cıkıp “fazla”ya dönüsmedi.

Burada tabii kültürel yapinin da etkisi var. Türkiye`nin insanlari tüketmeyi daha cok seviyor. Bu bir gercek.

Ama öte yandan döviz acıgını gidermek icin, daha farklı bir tavır, Kore gibi "bir mali en iyi üreten ülke" olmak gerektigi de ortada. Bir malı “en iyi üreten ülke” olmak icinse, AR-GE alanına yatırım yapmak gerekiyor. AR-GE`ye yatırılan paraların ekonomik anlamda geri dönebilmesi icinse, ülkenin egitim sisteminin, beyin gücünün akılcı ve pozitif temelde gelistirilmesi gerekmekte. Görüldügü gibi artık bir noktadan sonra toplumun genelini ilgilendiren reformlar yapmadan cari acık yüksek faiz sarmalından kurtulmak mümkün olmuyor. Türkiye bu noktada mi? Hayir degil.

Ama o noktaya dogru bir yönelim var. Türkiye`de, egitim sistemi akılcı bir yapıya kavusmadan, düsünce üretimine engel olan bütün anti demokratik uygulamalara son verilmeden, özgürlükcü bir ortamı hakim kılmadan, buna uygun hukuki düzenlemeleri yapmadan kalkinma sürecinin devam edemeyecegi fikri giderek daha cok kabul görmekte.

Yani Türkiye`yi, bu kadar yaklastıgı bir noktada, artık AR-GE calısmalarından, egitim sistemi reformundan uzak tutmak söz konusu degil. Istedikleri kadar faiz silahını ceksinler, toplumsal üretimi bogmaya calıssınlar, egitim sistemini dershane benzeri sacmalıklarla kötürümlestirmeye calıssınlar, Türkiye`de belli bir bilgi ve sermaye birikiminin olusmasına engel olamadıkları gibi, Türkiye`nin AR-GE alanında söz sahibi olmasına da engel olamayacaklar. Yani Türkiye icin cari acık ve yüksek faiz sorununu ortadan kaldiracak olan "bir mali en iyi üreten, vazgecilmez ülke" olmak, o kadar da uzak bir nokta degil. Hatta su söylenebilir: Türkiye artik böyle bir ülke olmaya mahkumdur. Batı bunu görmüyor mu? Bence görüyor. Tek göremeyen, daha dogrusu görmek istemeyen, Israil ve onunla birlikte hareket eden bazı uluslararası sermaye cevreleridir.

Yani bu olusturulmaya calisilan "Yanlis Konsensüs" oyunlari, dövizin cekip gitmesi, faizlerin yükselmesi, kriz yaratma oyunlarının ülke olarak sonuna gelmis bulunuyoruz. Secimlerin yaklasması bu oyunlara biraz daha elverisli bir ortam sunuyor gerci. Ama hatırlamakta fayda var, günde 14.000 camasır makinesi üreten fabrikalar, Türkiye`nin sınırları icinde bulunmaktadır ve bu üretim gücü baska hic kimse tarafindan degil, bu ülke topraklarinda yasayan insanlar tarafindan meydana getirilmistir. Bu yapi, belli bir asamadan sonra ayak oyunlarini gecersiz kilacaktir.

Bugünkü Türkiye`de sorulmasi gereken esas soru sudur: Günde 14.000 camasir makinesi üreten fabrikalarin sahipleri, neden faizleri düsük tutmaya calisan ama bunu basaramayan AKP iktidarının karsısında yer alıyorlar? Faizlerin düsmesi en cok üretim sektörünün isine gelmiyor mu? Ve neden AKP aradıgı destegi, bu cevrelerden degil de, bir malı en iyi üreten konumuna hicbir zaman erisemeyecek olan insaat ve gıda gibi üretim kollarindan buluyor?

Cok derinlerde bir AKP`nin oynadigi rol konusunda, Batida fikir birligi yok aslında. Yani “Büyük Orta Dogu Projesi” bütün Batı tarafından paylasılmıyor. Cok derinlerde bir yerde, AKP, Islami Model, müslüman demokrasi gibi kavramları Batı bir kenara atmaya hazırlanıyor. Sorun, bu kavramların yerine ne konulacagının henüz bilinememesidir. Bu konuya ileride dönecegim.