Yasar Kemal,
"Söz, insandır," der bir yazisinda. Bir insani olusturan bütün
ögelerin konusulan dile yansidigini anlatir bu cümlesiyle. Gercekten de bir
dilde o dili konusanlarin bütün özelliklerini, dünyaya bakisini, olaylari
kavrayis bicimini bulmak mümkündür. Bir dili yasaklamak, onun önüne engeller koymak
demek, o dili konusanların varolus bicimini yasaklamak demektir.
Bununla beraber
insan hakları beyannamesinde dil özgürlügü diye bir sey yoktur. Yani bu
beyannameye göre bir dili yasaklamak, insanlık sucu degildir. Yalnızca, bir
insan, etnik kökeninden dolayi ayrımcı muameleye tabi tutulamaz, denir.
Yani su demek
isteniyor: insanı etnik kökeninden ötürü asagılamayacaksın. Ama o insanın kendi
dilinde egitim görmesini engelleyebilirsin. Yani asimilasyon yapabilirsin. Ama
asimile ettigin insanları asagılayamazsın. Asiri kapitalist bir mantiktir bu.
Yine de
kapitalizm asimilasyona hicbir zaman sıcak bakmamistir. Cünkü Yasar Kemal`in
dedigi gibi dil ile insan arasında varolussal bir birliktelik vardır. Biri
yasaklı ise öteki özgür olamaz.
Örnegin Dostoyevski`nin Budala adlı romanının son sayfalarında, kahramanlardan biri "Bir araya gelelim de söyle bir Rus gibi doya doya aglayalım" der.
Belki hicbir
millet Ruslar gibi aglayamaz. Belki iclenmeyi, özlemeyi , hasreti en iyi onlar
bilirler. Sibirya gibi bir ucsuz bucaksızlıgın kıyısında yasamak, ara ara o
uzaklıklara sevgiliyi, ogulu, babayı vermek zorunda kalmak mıdır bunun nedeni?
Bilinmez. Bunlar insanlıgın sırlarıdır. Nitekim her dilin altında böyle binlerce
sır gizlidir.
Faulkner, Ses ve
Öfke romanında günesi, ufuk cizgisine yaklasmakta olan kanlı bir yumurtaya
benzetir. O günes, bütün dünya dillerinde "Sun"dır artık.
"Sun", yani Faulkner`in gördügü günes anlamında.
Bir dilin egitim
dili olmasını engellemek, o dilde kitap basilmasini yasaklamak; o dili genc
kusaklardan koparmayi amaclar ve bu yüzden direkt asimilasyon kapsamına girer.
Batı ülkelerinde bir sınıftaki göcmen cocuk sayısı 5`i astıgında, o sınıfın
müfredatına, göcmen cocuklarının kendi dillerini konusabilecegi dersler bu
yüzden ilave edilir. Insanlarin asimile olmasini engellemek icin. Dil ile
insanın varolusu arasındaki kopmaz baglara saygıdan ötürü.
Ama öte yandan
ana dilde egitimin ülkenin bölünebilecegi endisesi dogurdugu da bir gercek. Bu
endiseyi tasıyanlarca farklı diller, insanların birbirini anlamasını
güclestirir, bu da giderek ülkenin bölünmesine yol acar.
Dogru gibi
görünen, ama aslinda banal bir düsüncedir bu. Cünkü birden fazla dil konusulan
ülkelerde insanlarin birbiriyle anlasabilmek icin cok dilli bir yasam
sürdürdügü gercegini göz ardi eder. Bu ülkelerde cok dilli olmak yasamin dogal
bir görünümüdür. Hatta sunu söyleyebiliriz: dünyada cok dillilik, tek
dillilikten daha yaygindir. Sonucta bu dillerden biri digerlerini gecerek ülkenin
"Lingua Franca"si olur. Rusya`nin Lingua Franca`si Ruscadir örnegin.
Türkiye`nin Türkce`dir.
Hatta bazi
ülkelerde, yerel bir dilin üzerinde calisilarak "Lingua Franca"
haline getirildigini görüyoruz. Örnegin Almanya`da Hoch Deutsch (Yüksek Almanca)
Alman Birligi`nin dili olarak Bismarck tarafindan bile isteye, yapay bir
sekilde gelistirilmistir. Endoneya`da Malay Dilinin bir koluna evrim
gecirtilerek bu dil, Endonezya`nin ortak dili olarak kabul edilmistir. Oysa
Endonezya`da halkin ezici cogunlugu bu dili degil, Cava dilini konusur. Yine
Pakistan`da Urdu dili, ülkenin ortak dili olarak, bilincli ve biraz da
ideolojik bicimde gelistirilerek "Lingua Franca" haline
getirilmistir. Filipinler`deki Filipino, yerli dili Tagalog`un gelistirilmis
bicimidir.
Cok dilli
ülkelere en iyi örnek, tabii ki, Hindistan`dir. Bu ülkede 330 dil konusulmakta.
Bunlardan 22 adedi ülkenin resmi dili. Ana dilde egitim ülkeyi bölseydi,
Hindistan`ın en azından 22 parcaya ayrılması gerekirdi. Ama ülke sapasaglam
yerinde duruyor.
Nitekim
Hindistan ile Pakistan arasındaki bölünme de dil temelinde degil, din temelinde
olmustur. Ama Pakistan`ı kuranlar Urdu dili adı altında, Hindce`nin Arap
harfleriyle yazılmıs bicimini biraz farklılastırarak konusmaya devam
ettiler.
Yani yolları
ayrılan insanlar, bir bakima aynı dili konusmaya devam ediyorlar, demek
istedigim bu. Iste Kuzey ve Güney Kore. Iste bir zamanlar birbirinin canına
kasteden Sırplar`la Hırvatlar, Sırplar`la Bosnaklar.. Bunların konustuklari dil
birbirinin hemen hemen aynı degil mi?
Hatta belki sunu
bile söyleyebiliriz: Bölünme daha cok aynı dili konusan insanların arasında
inanc ve dünya görüsü farkliligindan ötürü meydana gelmektedir. Cünkü
Mevlana`nin dedigi gibi aynı dili konusanlar degil, ancak aynı duyguları
paylasanlar anlasabilirler. Bir bölünme dil farklılıgı temelinde gelismisse,
bunun mutlaka daha derinde yatan ve inanc ve dünya görüsü farklılıgından
kaynaklanan bir baska nedeni vardir.
Neden Isvicre Almanları, Alman birligine katılmayıp, Fransız ve Italyanlarla birlesmeyi tercih ettiler? Cünkü Isvicre Almanları Kalvinistti. Kalvinistlerle Luteryenler arasındaki iklim farklılıgı vardi. Bu da Isvicre Almanlarının birlige katılmasına engel oldu.
Tersine, bu
inanc ve kültür farkliligi yoksa, ana dilde egitim ülkenin yapisini
saglamlastırır. Dillerden biri veya tamamen disardan bir dil (örnegin
Hindistan`da Ingilizce bir zamanlar böyleydi) "Lingua Franca" olarak
secilir. Halk, kendi evinde ana dilini, carsida pazarda ise bu genel gecer dili
konusur.
Hemingway, Afrika`nin
Yesil Tepeleri adli romaninda söyle der: "Ne o bir kelime Ingilizce
biliyor, ne de ben bir kelime yerli dili konusabiliyordum. Ama buna ragmen
simdiye kadar bir av arkadasımla hic bu kadar ayrıntılı bir av planı
yapmamıstım."
Insan budur
iste. Ana dilde egitim ülkeyi bu nedenle bölmez. Aksine ülkeyi saglam kilar.
Cünkü insan, saygı, sevgi ve kabul gördügü yere aittir.
Bunlardan sonra acınız 3.10.2013 tarihli
Radikal`i. Su haber karsınıza cıkar: TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı
Prof.Dr.Burhan Kuzu, Anadilde eğitimin Türkiye'yi böleceğini öne sürdü: Bir tek
Kürdün anası yok ki, 18 tane etnik grup anasını alıp gelirse ne yapacağız?
dedi.
Gülmek
mi, yoksa aglamak mi lâzım gelir, bilemiyorum. Üstelik bunu söyleyen Anayasa
Hukuku profesörü. Olayi vahim kilan da bu.