18 Ocak 2014 Cumartesi

Ana dilde egitim ülkeyi neden bölmez?

Yasar Kemal, "Söz, insandır," der bir yazisinda. Bir insani olusturan bütün ögelerin konusulan dile yansidigini anlatir bu cümlesiyle. Gercekten de bir dilde o dili konusanlarin bütün özelliklerini, dünyaya bakisini, olaylari kavrayis bicimini bulmak mümkündür. Bir dili yasaklamak, onun önüne engeller koymak demek, o dili konusanların varolus bicimini yasaklamak demektir. 

Bununla beraber insan hakları beyannamesinde dil özgürlügü diye bir sey yoktur. Yani bu beyannameye göre bir dili yasaklamak, insanlık sucu degildir. Yalnızca, bir insan, etnik kökeninden dolayi ayrımcı muameleye tabi tutulamaz, denir.

Yani su demek isteniyor: insanı etnik kökeninden ötürü asagılamayacaksın. Ama o insanın kendi dilinde egitim görmesini engelleyebilirsin. Yani asimilasyon yapabilirsin. Ama asimile ettigin insanları asagılayamazsın. Asiri kapitalist bir mantiktir bu.

Yine de kapitalizm asimilasyona hicbir zaman sıcak bakmamistir. Cünkü Yasar Kemal`in dedigi gibi dil ile insan arasında varolussal bir birliktelik vardır. Biri yasaklı ise öteki özgür olamaz. 

Örnegin Dostoyevski`nin Budala adlı romanının son sayfalarında, kahramanlardan biri "Bir araya gelelim de söyle bir Rus gibi doya doya aglayalım" der.

Belki hicbir millet Ruslar gibi aglayamaz. Belki iclenmeyi, özlemeyi , hasreti en iyi onlar bilirler. Sibirya gibi bir ucsuz bucaksızlıgın kıyısında yasamak, ara ara o uzaklıklara sevgiliyi, ogulu, babayı vermek zorunda kalmak mıdır bunun nedeni? Bilinmez. Bunlar insanlıgın sırlarıdır. Nitekim her dilin altında böyle binlerce sır gizlidir.

Faulkner, Ses ve Öfke romanında günesi, ufuk cizgisine yaklasmakta olan kanlı bir yumurtaya benzetir. O günes, bütün dünya dillerinde "Sun"dır artık. "Sun", yani Faulkner`in gördügü günes anlamında. 

Bir dilin egitim dili olmasını engellemek, o dilde kitap basilmasini yasaklamak; o dili genc kusaklardan koparmayi amaclar ve bu yüzden direkt asimilasyon kapsamına girer. Batı ülkelerinde bir sınıftaki göcmen cocuk sayısı 5`i astıgında, o sınıfın müfredatına, göcmen cocuklarının kendi dillerini konusabilecegi dersler bu yüzden ilave edilir. Insanlarin asimile olmasini engellemek icin. Dil ile insanın varolusu arasındaki kopmaz baglara saygıdan ötürü.

Ama öte yandan ana dilde egitimin ülkenin bölünebilecegi endisesi dogurdugu da bir gercek. Bu endiseyi tasıyanlarca farklı diller, insanların birbirini anlamasını güclestirir, bu da giderek ülkenin bölünmesine yol acar.

Dogru gibi görünen, ama aslinda banal bir düsüncedir bu. Cünkü birden fazla dil konusulan ülkelerde insanlarin birbiriyle anlasabilmek icin cok dilli bir yasam sürdürdügü gercegini göz ardi eder. Bu ülkelerde cok dilli olmak yasamin dogal bir görünümüdür. Hatta sunu söyleyebiliriz: dünyada cok dillilik, tek dillilikten daha yaygindir. Sonucta bu dillerden biri digerlerini gecerek ülkenin "Lingua Franca"si olur. Rusya`nin Lingua Franca`si Ruscadir örnegin. Türkiye`nin Türkce`dir.

Hatta bazi ülkelerde, yerel bir dilin üzerinde calisilarak "Lingua Franca" haline getirildigini görüyoruz. Örnegin Almanya`da Hoch Deutsch (Yüksek Almanca) Alman Birligi`nin dili olarak Bismarck tarafindan bile isteye, yapay bir sekilde gelistirilmistir. Endoneya`da Malay Dilinin bir koluna evrim gecirtilerek bu dil, Endonezya`nin ortak dili olarak kabul edilmistir. Oysa Endonezya`da halkin ezici cogunlugu bu dili degil, Cava dilini konusur. Yine Pakistan`da Urdu dili, ülkenin ortak dili olarak, bilincli ve biraz da ideolojik bicimde gelistirilerek "Lingua Franca" haline getirilmistir. Filipinler`deki Filipino, yerli dili Tagalog`un gelistirilmis bicimidir.

Cok dilli ülkelere en iyi örnek, tabii ki, Hindistan`dir. Bu ülkede 330 dil konusulmakta. Bunlardan 22 adedi ülkenin resmi dili. Ana dilde egitim ülkeyi bölseydi, Hindistan`ın en azından 22 parcaya ayrılması gerekirdi. Ama ülke sapasaglam yerinde duruyor. 

Nitekim Hindistan ile Pakistan arasındaki bölünme de dil temelinde degil, din temelinde olmustur. Ama Pakistan`ı kuranlar Urdu dili adı altında, Hindce`nin Arap harfleriyle yazılmıs bicimini biraz farklılastırarak konusmaya devam ettiler. 

Yani yolları ayrılan insanlar, bir bakima aynı dili konusmaya devam ediyorlar, demek istedigim bu. Iste Kuzey ve Güney Kore. Iste bir zamanlar birbirinin canına kasteden Sırplar`la Hırvatlar, Sırplar`la Bosnaklar.. Bunların konustuklari dil birbirinin hemen hemen aynı degil mi?

Hatta belki sunu bile söyleyebiliriz: Bölünme daha cok aynı dili konusan insanların arasında inanc ve dünya görüsü farkliligindan ötürü meydana gelmektedir. Cünkü Mevlana`nin dedigi gibi aynı dili konusanlar degil, ancak aynı duyguları paylasanlar anlasabilirler. Bir bölünme dil farklılıgı temelinde gelismisse, bunun mutlaka daha derinde yatan ve inanc ve dünya görüsü farklılıgından kaynaklanan bir baska nedeni vardir.

Neden Isvicre Almanları, Alman birligine katılmayıp, Fransız ve Italyanlarla birlesmeyi tercih ettiler? Cünkü Isvicre Almanları Kalvinistti. Kalvinistlerle Luteryenler arasındaki iklim farklılıgı vardi. Bu da Isvicre Almanlarının birlige katılmasına engel oldu. 

Tersine, bu inanc ve kültür farkliligi yoksa, ana dilde egitim ülkenin yapisini saglamlastırır. Dillerden biri veya tamamen disardan bir dil (örnegin Hindistan`da Ingilizce bir zamanlar böyleydi) "Lingua Franca" olarak secilir. Halk, kendi evinde ana dilini, carsida pazarda ise bu genel gecer dili konusur.  

Hemingway, Afrika`nin Yesil Tepeleri adli romaninda söyle der: "Ne o bir kelime Ingilizce biliyor, ne de ben bir kelime yerli dili konusabiliyordum. Ama buna ragmen simdiye kadar bir av arkadasımla hic bu kadar ayrıntılı bir av planı yapmamıstım."

Insan budur iste. Ana dilde egitim ülkeyi bu nedenle bölmez. Aksine ülkeyi saglam kilar. Cünkü insan, saygı, sevgi ve kabul gördügü yere aittir.

Bunlardan sonra acınız 3.10.2013 tarihli Radikal`i. Su haber karsınıza cıkar: TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Prof.Dr.Burhan Kuzu, Anadilde eğitimin Türkiye'yi böleceğini öne sürdü: Bir tek Kürdün anası yok ki, 18 tane etnik grup anasını alıp gelirse ne yapacağız? dedi.
 
Gülmek mi, yoksa aglamak mi lâzım gelir, bilemiyorum. Üstelik bunu söyleyen Anayasa Hukuku profesörü. Olayi vahim kilan da bu.










12 Ocak 2014 Pazar

AKP`den cok genis bir U dönüsü

Erbakan, bir zamanlar AKP icin "Arka Kapidan Kacanlar Partisi" demisti. Erbakan, bu nitelemesiyle kendi ardillarini, yillardir mücadele ettigi ve "Bati Kulübü" diyerek isimlendirdigi emperyalist ülkelere teslim olmakla elestiriyordu. Bu nedenle nitelemenin, bir ihanet suclamasi oldugu söylenebilir. 

Bununla birlikte Erbakan`in gercek bir anti-emperyalist oldugunu düsünmek de zordur. Erbakanìn amaci, anti emperyalist olmak degil, emperyalizme ve bilhassa Israil`e karsi Islam âleminde biriken öfkeyi demokratik kanallardan oya dönüstürmekti. Erbakan o zamanlar, Türkiye`deki askeri vesayet rejimininin Israilìn kontrolünde oldugunu görmezden geliyordu. Daha dogrusu bunu bile bile, Türkiye`de islamci bir iktidarin kurulabilecegini düsünüyordu. 

Erbakan`un bu dönemde dillendirdigi "Askerle aramda sorun yok" söylemi, kör kör parmagim gözüne, Nazi`lerin yaptigi türden, gercegin tam tersini sürekli tekrarlayarak algi yaratma tekniginin tipik bir örnegidir. Ama bu propaganda iktidar olunursa bir ise yarar.Nitekim bugün AKP`nin "yolsuzluk yok" propagandasi gibi, iktidarin yapacagi bir seydir bu. O zamanlar Erbakan basbakandi. Fakat iktidar degildi. Dolayisiyla onun yaratmaya calistigi algi, gercek iktidar sahipleri tarafindan sürekli yalanlaniyor, Erbakan bir türlü amacina ulasamiyordu.

Bunu bile bile Erbakan`in askeri vesayet rejimiyle iyi gecinmeye calismasi ilginctir. Erbakan, ayni zamanda laik kamuyounda, basin ve sermaye cevrelerinde islamci kesime karsi duyulan korkuyu bildigindan kimsenin üzerine fazla gitmiyor ve adim adim, usulca ve nazikce hareket edilmesi gerektigini düsünüyordu.  O zamanlar askeri vesayet rejiminin, yerinden kipirdatilamaz bir rejim olarak Erbakan`in gözünde büyüdügü kuskusuz. 

Erbakan`in stratejisi anti emperyalist olmaktan cok, emperyalistlerin icinde bir baska emperyalist olmakti. Bu ayni zamanda Özal`in da cizgisi sayilabilir. Her iki politikaci da Kürt sorununun Kürtlere emperyal ortaklik teklif edilerek cözülecegini düsünmekteydiler. Bunlarin tabii Israil`in tüylerini diken diken eden seyler oldugunu söylemeye gerek yok. 

Israil ve Bati daha ziyade kendi  kontrollerinde hareket eden bir islamci iktidar istiyorlardi ve bu modeli onlara en iyi Cemaat, daha dogrusu Cemaatler sunuyordu. Bu cercevede, yeni dogan bir siyasi akim olarak AKP`nin kendi politikalarini ABD`ye tanitmak icin Cemaat`in ABD`deki ve uluslararasi düzeydeki iliskiler agindan yararlandiklari bir gercektir. 

Cemaat AKP`yi dis dünyaya tanitmakla kalmadi,ayni zamanda AKP`ye ihtiyac duydugu, dil bilen, dis dünyayi ve Bati`yi iyi taniyan kadrolari da ona temin etti. AKP ilk önceleri, Bati`nin kontrolünde Islamci bir politika izleyecegi görüntüsünü iste bu kurulus yillari icinde vermistir. Bu dönemde AKP, Erbakan`in isaret ettigi gibi gercekten Erbakanci cizgiden sapmistir. AKP`yi bu dönemde hatta Israil`le Islam âlemini baristirmaya calisan bir araci olarak görmekteyiz.

Yani AKP, Erbakan cizgisiyle Cemaat cizgisi arasinda orta bir yerde dogdu ve baslangicta sadakatle Cemaat cizgisini takip etti. 

Ama daha sonra, özellikle askerî kanattan gelen bitmez tükenmez darbe tesebbüsleri ve tehditleri karsisinda, AKP Israil`in kontrolündeki askeri vesayet rejimiyle direkt catisma icine girmek zorunda kaldi. Bu direkt catisma Ergenekon ve Balyoz davalarinin pespese geldigi 2010 yilina rastlar. Ama AKP bu davalar sirasinda Ordu`nun yipratilmasi anlamina gelecek sonuclari ve kararlari asla hazmedemedi. 

2010 Yilina Dogru Türkiye`deki siyasi güclerin konumlanisi

Bu dönem zaten islam âleminde yükselen isyan dalgalari karsisinda, Batili ülkelerin halk kitlelerini yatistirmak icin kendi kontrolünde hareket eden islamci politikaci arayisina hiz verdigi,  bu nedenle eskiden maşa gibi kullandigi bütün diktatörlük ve darbe heveslileriyle iliskilerini azalttigi bir dönemdir. 

Cemaat`in cercevesini cizdigi model Bati`da tercih ediliyordu. Cünkü Bati bu model sayesinde hem demokrasi havarisi rolünü oynamaya devam ediyor, hem de islamci maskesi takmis iktidarlar sayesinde kendi politikalarini rahatlikla sürdürebiliyordu. 

Bu nedenle Misir ve Suriye`de Müslüman Kardesler`e, Türkiye`de ise AKP`ye destek verilerek diktatörlük artiklarinin bu ülkelerde tasfiye edilmesi icin her sey yapildi. Türkiye`deki Ergenekon ve Balyoz davalari ile Misir ve Suriye`deki Müslüman Kardesler örgütünün yükselisinin ayni döneme rastlamasi bir tesadüf degildir. 

Fakat bütün hesaplari Arap Bahari alt üst etti denebilir. Daha dogrusu, Arap Bahari belli bir siddet düzeyinde kalsa idi, politikalar sarsilmayacakti. Fakat isyan dalgalari, ayni okyanustan gelen tsunami dalgalari gibi bütün bariyerleri asti, bütün ince hesaplari yok etti. 

AKP, bu dönemde islam âleminde yükselen isyan dalgasina  paralel olarak git gide daha cok anti emperyalist bir söyleme kaymak zorunda kaldi. Erdogan sik sik Arap baskentlerine selamlar gönderiyor, kendi zaferlerinin ayni zamanda bütün islam âleminin kurtulusu anlamina gelecegini söylüyordu. Burada Müslüman Kardesler ve onun cizgisindeki parti ve siyasi akimlara dayanisma mesajlari gönderildigi (Bunlara Israil`in basdüsmani Hamas da dahildir) kesin gibidir. Bati`nin ilk önceleri bu cizgiyi kendi lehine olarak gördügü de âsikârdir. Cünkü Erdogan`in ve ona paralel olarak hareket eden siyasi akimlarin ne kadar anti emperyalist görünürlerse, o kadar kendi siyasetlerine hizmet edeceginden emindiler. Yeter ki son tahlilde kendi istediklerin kararlari alsinlar, kendi istedikleri cizgiye gelebilsinler. Bu durumda AKP `nin aslinda "reformist" bir cizgiye oturdugu, Erbakan benzeri politikalara geri döndügü söylenebilir. Erbakan, Islamci bir reformistti. 1974 yilinda Ecevit`le kurdugu kabine bu acidan Türkiye`nin ilk reformist kabinesi sayilabilir.Ama o zamanki Türk Solu Erbakan`in bu reformist yönünü görememistir.

2014`e dogru durum

Yillar gectikce, yani islam âlemindeki halk hareketleri güclendikce, AKP`nin Erbakanci anti emperyalist cizgisinin daha belirginlestigini ve Erdogan`i daha siklikla batiya kafa tutan bir politikaci profili cizdigini görüyoruz. Aradaki tek fark, Erdogan´in bunu, Erbakan gibi yumusak ve diplomatik kurallara riayet ederek degil, bagira cagira, kizarak söverek yapmasidir. 

AKP artik, otoriteyle baglarini koparmayan, ama gerekirse ona kafa tutarak alacagini ondan söke söke alan bir bir politika cizgisinde görünmektedir. Ama bu iliski öylesine kararli ve yer yer sertlige kacan bir tarzda sürdürülecektir ki, istenenin tamami olmasa bile cogu alinabilecektir ve kitlelere göz kirpilarak "bakin, gördünüz mü, nasil da aldik" denilecektir. Kitleleri pasifize etmeye calisan reformist bir politikadir aslinda bu. Bu politikanin zayif yonü, politik mücadelenin sertlesmesi durumunda, arada kalip siyasi anlamda silinmek ihtimalinin her an var olusudur. AKP`yi tükenisin esigine getiren iste bu arada kalma psikolojisidir. Yani bir tür politik iflas.

Örnegin Israil`e kafa tutmak, ama öte yandan en cok Israil`in isine yarayacak olan füze savunma sistemine "evet" demek gibi bir iflas. Suriye`de bitmis olan Esad rejimini, emperyalistlerin yasatmakta olusuna karsi, onlara fazla bir sey diyememek seklinde olusan iflas. Bati`nin göz göre göre Misir`daki darbeyi desteklemesi karsisinda caresiz kalmak seklinde beliren iflas.

Bu iflas karsisinda, AKP`nin U dönüsünü daha da genisletme ihtiyacinda oldugunu görüyoruz. Yani AKP, anti emperyalist Erbakanci cizgiyi dozajini artirarak sürdürüyor ve emperyalistleri acik acik kendisine karsi komplo düzenlemekle suclayabiliyor. Arinc bu kapsamda "Erbakan hocamiz cok hakliymis" dedi gecenlerde. Bu arada otorite ile Erdogan arasindaki iliskiler gerildikce geriliyor. Obama`nin Erdogan`la konusurken cekilmis beyzbol sopali resmini hatirlayalim. Obama`nin Sen Petersburg`da Erdogan`a randevu vermemesini de bu kapsamda degerlendirmek gerekir.Gezi Olaylarini ve 17 Aralik Yolsuzluk operasyonlarini da. Israil`i özür dilemesi karsisinda Erdogan`in umursamaz tavirlari ve iliskileri gelistirmeye yanasmamasini da.

Pekiyi ne olacak? AKP gercekten Erbakan ve Özal tarafindan bir zamanlar üstü örtülü bicimde savunulan, ama "briyantinli" danisman Yigit Bulut tarafindan iyice karikatürlestirilen  "bir süper güc olma" cizgisine mi geldi? Bunu düsünmek zor. Cünkü Erdogan, Erbakan ve Özal`in bu cizgi nedeniyle tasfiye edildigini biliyor. Hatta Erbakan`i bu cizgi nedeniyle tasfiye eden de bizzat kendisiydi. Ama simdilik Yigit Bulut`un güldüren cizgisine taviz verir gibi göünüyor. Secimler yaklastikca milli burjuvazinin emperyalist hayallerini oksamayi tercih ediyor. Ama merak etmeyin, güldüren danisman Yigit Bulut`un ifade ettigi gibi, basimizda yine Obama olacak.

Nitekim gecenlerde "danisman" baklayi agzindan cikardi. Söyle diyor Yigit Bulut: 

"Amerikan kamuoyunda şimdiden konuşulanların bir özetini aktarayım: Savaş olmazsa ekonomiler ayağa kalkmaz, KALKAMAZ! Hatta şunu söyleyenler bile var; “...Obama doktrini tamamen ortadan kaldırılmalı ! Obama-Putin-Erdoğan’ın yapmaya çalıştıkları engellenmeli” ! Peki savaş nerede olmalı ? Her zamanki gibi; Orta Doğu-Asya çizgisinde !"

AKP, beklenenden cok daha genis bir U ciziyor. Ama cizdigi bu U, Cemaat`le iliskilerinin kopmasina yol aciyor. Cemaat-AKP kavgasina biraz da bu acidan bakmak gerekir.









6 Ocak 2014 Pazartesi

TIR olayi, bize cok sey anlatiyor.

TIR Olayi, Türkiye`yi olusturan bilesenlerin birbirine karsi konumlari acisindan bize ipuclari vermektedir. Bu bilesenlerden özellikle ücü son dönemde cokca ön plana cikmistir. Bunlar siyasi yapi, cemaat ve istihbarat örgütleridir.

1- Tabii ilk göze carpanin iktidar ve muhalefet partilerinden olusan siyasi yapi oldugu kuskusuz. Ülkede aslinda iyi kötü oturmus bir siyasi yapi var. Partiler kanunu ve secime girme baraji toplumda üc asagi bes yukari kabul görmüs gibi. Tabii ki, bu yapi Avrupa standartlarini cogu zaman yakalayamiyor. Ama cok kötü de degil. Hele hele islam ülkelerinin cok ilerisinde.

2- Cemaat benzeri yapilanmalar da siyasi kararlarin alinmasinda rol oynamakta. Bu yapilanmalarin sekli semali, kurali kaidesi yok gibi görünüyor. Belki var da biz bilmiyoruz. Sirasinda öyle kivrak zikzaklar cizmekteler ki, dogrusu bunlarin sirasi gelince kuralsizliga ve sekilsizlige sigindiklari rahatlikla söylenebilir.

3- Bir de tabii Türkiye`de cirit atan istihbarat örgütleri bulunmakta. Bunlar, Türkiye`de, ülkenin cografi konumundan ötürü diger ülkelere nazaran daha etkin. Gerci istihbarî faaliyetlerin toplumu karistirmasina, ülkenin demokratik kurumlari engel olabilir. Ama Türkiye`nin demokratik kurumlari, özellikle sivil toplum örgütleri ve basin; maalesef bunu yapabilecek gücte degil.

Isi karistiranin ve belki de cözümsüzlüge dogru iten, Cemaat türü yapilanmalarin sekilsiz, kuralsiz karakteridir aslinda. Bu tür yapilanmalar eskiden Avrupa`da ve Amerika`da vardi, hatta bugün de etkisi azalmis olarak vardir. Ancak genel olarak bütün Bati`da Cemaat türü yapilanmalarin gücünün bilgisayar devrimiyle azaldigini görüyoruz. Siyasi kurumlar ve sivil toplum örgütleri, bilgisayar devrimi sayesinde bu tür dinî referansli gizli yapilanmalarin icindeki bütün gizi aciga cikardi. Geriye hemen hicbir sey kalmadi. Simdi bunlar Türkiye, Rusya gibi ülkelerde halen güclüyse, bunu, toplumlarin siyasi veya dini  kurumlarinin görece gücsüz olusuna baglamak gerekir.

TIR olayina iste bu üc bilesenin birbiriyle olan iliskisi acisindan bakmak yararli olur. Devlet`in Suriye ile iliskili gizli bir operasyonu ortaya cikariliyor. Ilk bakista bu ortaya cikarilisin istihbarat örgütlerinin bir marifeti oldugu söylenebilir. Cünkü MIT gibi bir istihbarat örgütünün operasyonu, ancak baska bir karsit istihbarat örgütü tarafindan desifre edilebilir. Ama bu sefer durum sanki biraz daha karmasik gibi. Neden derseniz, bu olay, tam da devlet icinde bir cete oldugunu ileri süren iktidarin dev bir propaganda aygitiyla Cemaat`in üzerine yürümeye hazirlandigi bir ortamda, sanki gökten düsmüs elma misali meydana geliyor. Üstelik propaganda, devlet icinde yuvalanmis cetenin, (artik her nasil bir seyse bu, bana biraz "faiz lobisi" gibi ucu bucagi olmayan, "amorf" bir yapiyi cagristiriyor), Türkiye`nin hayati cikarlarina ve onun bölgesel bir güc olmasini engellemeye yönelik bir hareket icinde oldugunu, yani "ajanlik" faaliyeti icinde bulundugunu ispatlamaya yönelik olarak yapiliyorken.

TIR olayi ayrica Türkiye`deki ana siyasi akimlarin birbirine karsi konunumun haritasini bize sundu. Öncelikle Türkiye`nin Suriye politikasinda kanunsuz yollara saplandigini söyleyenler bilinen tezlerini tekrarladilar. Biliyorsunuz, bu kesim daha cok CHP tarafindan temsil edilmektedir. Yalniz onlar, bu kanunsuzlugu yapanlarin yolsuzlugu da kolaylikla yapabilecegini söyleyerek buradan yolsuzluk operasyonuna kapi acmaktadirlar ki, bu düpedüz sapla samani birbirine karistirmaktir. Bütün devletler gizli operasyon yaparlar. Ama bunlari yapmalari, yolsuzlugun ve kanunsuzlugun o devletleri ele gecirdigi anlamina gelmez. Öyle olsaydi ABD, yolsuzlugun merkezi olurdu. Ama öyle degildir. Ikinci grup, MIT`i devlet icinde yuvalanan cetenin ele verdigini söyleyip, cete üzerinden Cemaat`e yönelik dolayli suclamalarda bulunanlardan olusmaktadir. Bu tarafta biliyorsunuz, koskoca bir iktidar aygiti ve ona bagli gazeteler, basta Star ve Yeni Safak olmak üzere, faaliyettedir. Bir de, ücüncü bir grup olarak TIR`in ele verilisini yabanci istihbarat örgütlerinin marifeti olarak gösterip bunun AKP Cemaat savasini kizistirmaya yönelik istihbarî bir faaliyet oldugunu söyleyenler var. Bu savin zayif tarafi, AKP Cemaat savasinin hangi ülkenin yararina oldugunun bir türlü bulunamamasidir. Üstelik bu savin gecerli olmasi icin AKP Cemaat mücadelesinin, Türkiye`yi zayiflatiyor olmasi gerekir. Acaba öyle mi? Tamam, bir gerginlik var, dolar yükseliyor. Ama bunlar bir ülkeyi zayiflatmak icin yeterli midir? Bu sürec, daha cok bir yeniden yapilanmaya benzemiyor mu? Bu olaylarla ülkenin kendi hukuk düzenine ceki düzen vermesi geregi ortaya cikmiyor, gizli yapilanmalara yer acan bünyesel hastaliklar tedavi sürecine girmiyor mu? Yani devlet aygitini, Erdogan`in cumhurbaskanligina hazirlamak icin bir temizlik yapildigi izlenimi dogmuyor mu?

Yeraltinda neler olup bittigini daha ziyade iktidarlar bilir. Bu nedenle sunu öne sürmek mümkün: Cemaat gibi aslinda siyasi olmayan bir yapilanma, AKP gibi bir siyasi partiyle sonuclari siyasi olabilecek bir mücadeleye girmemelidir. Bu mücadeleyi gercekten istiyorsa, partilesip siyasi arenada bagimsiz bir güc olarak boy göstermelidir. Cemaat, söyleyecegi sözü partileserek, siyasi programiyla ortaya koymadikca girdigi siyasi icerikli mücadelelerden istedigi sonuclari ya alamayacak, ya da alsa bile bu sonuclari istedigi sekilde degerlendiremeyecektir. Öte yandan Cemaat ortaya siyasi bir parti olarak ciksa, bu sefer siyasi arenada marjinalize olup carcabuk silinecektir. Dolayisiyla AKP Cemaat savasi, aslinda mantikî tutarliligi olmayan, var olmamasi gereken bir mücadeledir. Cemaatin uzlasma cabalarina ragmen hâlâ daha sürdürülüyorsa bunu da ayrica sorgulamak gerekir.