30 Haziran 2013 Pazar

Gezi, "geliyorum" demisti.

Her yazar kendi öncellerini yaratir, diye Borges`in bir sözü vardir. Gercegi ifade eder, cünkü celiskilidir. Bu önermeyi gelistirirsek, diyebiliriz ki, aslinda her olay kendi öncü olaylarini yaratir. Insanlar genellikle bir olayin haberci oldugunu, haber verdigi olay gerceklesince anlarlar. Mesela haberci rüyalar da böyledir. Olay gerceklesince, rüyanin aslinda haberci bir rüya oldugunu anlariz.

Gezi olaylarinin da habercileri vardir. Simdi geriye dönüp baktigimizda bunlarin öncü olaylar oldugunun idrakine variyoruz. Önce kâhinlerden söz edecegim. Birinci kâhin, tabii ki, Hüseyin Gülerce`dir. "Uykularim kaciyor" demisti bir keresinde. Tarih sanirim Mart 2013`tü. "Toplumdaki gerginliklerin bir patlamaya dönüsmesinden korkuyorum". Ne gariptir ki, bu yazar, korktugu sey gerceklesince "ben demistim" demedi. Ikinci yazar, olaylari bence öngörmekle kalmadi, onlari düsünceleriyle mayalandirdi da. Bu yazarin adi Kadri Gürsel`dir.

Söz konusu yazarin imzasiyla, Gezi olaylarindan yaklasik bir ay önce "Dördüncü Adam`i beklerken" basligi ile Milliyet gazetesinde bir yazi yayimlandi. Yazida Türkiye toplumunun bugünkü gidisine yön veren 3 insanin bulundugunu, bu üc insanin ortak özelliginin demokrat olmamalari oldugunu söyledi. Bu üc insan Recep Tayyip Erdogan, Abdullah Öcalan ve Fethullah Gülen`di. Ve yazi demokrat olan dördüncü insanin beklendigi anafikri etrafinda dolasiyordu. Bu yazinin mayalandirici etkisi, baris sürecinin devam ettigi bir sirada yazilmis olmasiydi. Bir yandan da demokrat kesime hitap eden tek siyasi olusum olan CHP`nin baris sürecine karsi duydugu derin kusku, toplumdaki gerilimi artirmaya devam ederken yazinin zininlerdeki tehlikeli dönüsümü hizlandirdigi söylenebilir. Taha Akyol`un PKK`nin anti demokratik özelliklerini vurgulayan yazilarini da bu kapsamda ele almak gerekir. Yani aslinda zihinlerde baris süreci, demokrat kesimde iki demokratik olmayan insanin vardigi bir mutabakat olarak damgalanmak üzereydi.

Ne talihsizlik ki, adina "baris süreci" denen bir olgu, toplumun önderi konumundaki entellektüel demokrat %25`lik kesim tarafindan daha bastan tiksintiyle karsilaniyordu. Yani aslinda demokrat zihinlerde su önerme daha Gezi olaylari baslamadan en azindan bir ay önce yerlesmisti bile: "Bu adina `baris süreci`denen her ne ise, demokrat bir zeminde yürümüyor." Simdi böyle bir temel üzerine icki yasagini, agaclarin kesilmesini (pardon "sökülmesini"), kafa kiyak dolasan genclik nitelemesini, "git evinde ic" asagilamasini, dindar genclik yetistirmek istenmesini, "iki ayyas" kiskirtmasini, Yavuz Sultan Selim`i ve bir de Imrali görüsme tutanaklarindan sizan Abdullah Öcalan`in derim megalomanizmini koyun. Üstüne bir de biber gazi sikin. Üstüne üstlük bir de sopali adamlar ortaya ciksin. Yanginin üzerine benzin dökmek baska nedir?

Ortada olan bir gercek var: Istediginiz kadar azinligin tahakkümü deyin, demokrasinin cogunluk rejimi oldugunu söyleyin: Türkiye`de %25`lik demokrat kesimin benimsemedigi hic bir sürec yürümez. Cünkü bu %25`lik kesim, Türkiye`deki zihinsel üretimin neredeyse %100`ünü gerceklestirmektedir. Türkiye`nin üc güclü adaminin bu %25`lik aydin kesimin karsisina cikarabildigi bir %25`ten vazgectim, %5`lik bir aydin kesim var midir? Romanlarin, siirlerin, öykülerin, oyunlarin, dizilerin %100`ü kimler tarafindan yazilmaktadir? Filimler kimler tarafindan cekilmektedir? Tiyatro oyunlari kimler tarafindan sahnelenmektedir. Bu %25`lik kesimin belirleyici gücünü inkâr edecek kadar gerceklerden uzaklasmak baris sürecinin gerginliklere sebep olmasinin belli basli nedenidir aslinda.

Evet, Ingiltere IRA ile baris yapti. Ama o barisin temelinde Isci Partisi ile Muhafazakârlar arasindaki siki isbirligi vardi? Ingiltere Thatcher`i bu yüzden harcamadi mi? Ama o baris ayni zamanda muhafazkârlara iktidar yolunu da acti. Ama bizde basbakan, baris sürecine yesil isik yakan muhalefet liderini daha bastan toplumun önünde acikca asagiladi. Tabi, baris sürecine destek olan CHP`ye belki iktidar yolunu kapamaya calisiyordu bunu yaparken. Ama sebebi ne olursa olsun, bu sekilde baslatilan ve demokrat kesimi asagilayarak, ona baski uygulayarak sürdürülmeye calisilan bu sürec konusunda iyimser olmak gercekten zor. Birakin sürecin basariya ulasmasini, sürec zorlanirsa, toplumda yeni yeni tepkilerin olusacagini söylemek bile mümkün. Üstelik "Karayilan milletvekili olacakmis" seklinde yayilan fisilti gazetesinin kiskirtici etkisini de hesaba katalim. Baris sürecinin yeni bir teorik cerceveye oturtulmadan, bu sekilde devam ettirilmesinin bir mantigi kalmadi gibi.

25 Haziran 2013 Salı

Gezi Olaylari ve Baris Süreci

Kürtlerle uzun bir tereddüt döneminden sonra masaya oturulmasinin, Gezi olaylarini tetikledigi bir gercek. Bu konuda yorum yapanlarin (basta Mümtazer Türköne olmak üzere) haklari var. Ileride bu konu kitaplara ve arastirmalara konu olacak. 

Gercekten adina “baris süreci” denen ve aslinda Kürtlerle cumhuriyetin getirdigi nimetlerin gecikmis bir paylasimi olan sürec söz konusu olmasaydi ve PKK terörü devam etseydi, Gezi diye bir sey düsünülemezdi bile. Erdogan, teröre karsi gelisen tepki nedeniyle laik-demokrat kesimi yaninda tutabiliyordu. Ayrica PKK`nin emperyalistlerin elinde bir masa oldugu, aslinda taseron bir örgüt oldugu, Orta Dogu cografyasinin getirdigi bütün ahlakî zaaflari icinde barindirdigi, örgüt liderinin megalomani müptelasi, hayal icinde yüzen biri oldugu, örgütün uyusturucu ve insan ticareti yaptigi, omurgasinin olmadigi, karsit kamplarin her ikisi icin de taseron tarzi eylemler yaptigi (mesela hem Iran icin hem de Amerika icin devreye girdigi) Marksizme bulanmis, ama aslinda pragmatist ve firsatci bir örgüt oldugu hep söyleniyordu, bunlar gercekti de. Örgütün bu özellikleri, yani onun Orta Dogu cografyasindan cikan bir ucube olduguna yönelik algilar yüzünden, PKK ile ve giderek bütün kürtlerle Türk demokrat kamuoyu arasindaki iliskiler hep bozuk olmustur. Halen de bu iliskinin düzelecegi yok. Karayilan, Türk demokrat kamuoyunun (su kiz-erkek parmak arasi terlik giyen, inanilmaz esprili ve neseli, bir o kadar da küfürbaz, Taksim`de bikinili eylem yapacak kadar cesur, duran adam eylemi icat edecek kadar yaratici insanlarin kisiliginde anlatim tarzini bulan kesim) cifte standart kullandigini, kendileri icin istedikleri özgürlügü, kürtler icin istemediklerini söylerken sunu unutuyor: iyi de parmak arasi terlik giyen bir kiza, kendi yasindaki bir delikanlilarin, sirf asker uniformasi giydiler diye acimasizca öldürülmelerini nasil anlatirsin? Daha dogrusu bunu anlatabilir misin? Sen o kiz gibi, espriyle, küfürle, sarkilar söyleyerek sahneye cikmadin ki? O sert cografyada köyler yakilirken, faili mechullerin verdigi dehset ortaligi kasip kavururken; parmak arasi terlik, plaj kiyafeti tabii ki, mümkün degildi. Ayrica karsi tarafta da öldürülen gencecik cocuklar, kizlar varken bu zordu. Bütün bunlar gercek. Ama arada müthis bir tarz ve dil farkliligi oldugu da bir gercek. Her seyden öte, o inanilmaz kötü anilar var. O Taksim`de eylem yapanlarin aralarinda, PKK terörüne hedef olmus akrabalari olanlar hic yok muydu meselâ? Bu dil farkliliginin giderilmesi tabii ki, uzun bir zamanin gecmesini gerektirecektir. Her seyden önce, Kürtlerin saflarindan cikan ve en az Gezi Parki kadar esprili, yaratici, aydin olan sanatci ve yazarlarin, demokrat kesim tarafindan okunmasi, izlenmesi ve sevilmesi süreci hizlandiracaktir. Fakat o noktadan henüz cok uzagiz.

Simdi matematige bakin ki, AKP kürtlerle masaya oturdugu an, birden bire PKK`nin ne kadar anti demokratik, baskici, sevimsiz özelligi varsa, bu özellikler zihinlerde AKP`nin baskici ve antidemokratik uygulamalari ile birlesiverdi. Kürtlerin tarafinda Sirri Süreyya Önder dahiyane bir cikisla Gezi parkinda görünmeseydi, bazi gazetelerde “ezber bozan kare” basligi altinda yayimlanan ve Gezi Parki direniscilerini, Kürt bayragi tasiyanlarla birlikte el ele tazyikli sudan kacarken gösteren fotograf olmasaydi, inanin sonuc vahim olacakti. Ve Gezi belki de baris sürecini sorgulayacakti. AKP stratejistleri, su yaptiklari affedilmez hatayi gecistiriyorlar: terörü bitirmeye calisirken kisisel özgürlüklere baski uygularsaniz, zihinlerde terör ve baski kavramlarini birbirine esitlersiniz. Verdiginiz mücadelenin müttefiklerini azaltirsiniz. Nitekim ayni hatayi 12 Eylül yönetimi de yapmadi mi? Tansu Ciller yapmadi mi?

Ama gelin görün ki, AKP aslinda daha fazla demokratiklesemez, cünkü kisisel özgürlük ve itiraz kültürünün ön plana ciktigi bir kitlesel tabana dayanmiyor. AKP`nin ve Türkiye`deki bütün sag iktidarlarin derin celiskisi bu aslinda. Dinsel renkleri agir basan bir tabana dayali bir parti, birdenbire terörü bitirmek, askerî vesayeti sona erdirmek, kalkinmayla demokrasiyi bir arada götürmek, Avrupa Birligi ile görüsmeleri sürdürmek gibi aslinda tam anlamiyla demokratik bir partinin basarabilecegi görevlerle ugrasmak zorunda kaliyor. Bütün bunlar alabildigine demokrat ve bir o kadar da sogukkkanli olmayi gerektirdigi halde, parti kendi tabanini tatmin etmek icin söylemini ve uygulamalarini sertlestiriyor ve sik sik ajitasyona, hatta bazen acikca tahrike basvuruyor.

Bütün bunlardan su sonuca ulasabiliriz: AKP, kendisi gibi bir partinin oynayacagi bir rolü oynamiyor. Simdiye kadar bunu basardiysa, bunu genel baskanlarinin pragmatist dehasina borclu. Fakat her seyin bir siniri var. Sonucta rol gercek sahibine devredilmeli: Simdi sorulacak soru su: böyle bir rolü devralacak biri gercekten var mi? Yani ayni derecede pragmatik dehasini, bu sefer demokratik gündeme dindar kesimi kazandirmakta kullanabilecek bir demokrat önder var mi? O kisi, her kimse, hic olmazsa kendi rolünü oynamis olur.

Gezi parki bence böylesi bir umudu yesertti. Bu cocuklarin arasindan gelecegin demokrat lideri cikacak gibi bir algi olustu sanki. Nitekim, bir zamanlar Abdullah Gül de üniversite koridorlarinda solcularla en olumsuz ortamlarda karsilasmis, hem kendini, hem solculari, hem de Türkiye`nin sorunlarini o koridorlarda tanimamis miydi?

23 Haziran 2013 Pazar

AK Parti: Merkez`den kacis

AKP´nin bütün konjonktür onu merkeze dogru iterken, israrla merkezden saga dogru kaymaya calismasini nasil yorumlamak gerekir? Gecenlerde Ertugrul Özkök tek bir cümle ile isin rengini belli etti: AKP`nin bütün toplumun partisi olmasini istiyoruz, dedi. Bir liberalin agzindan cikan bakla aslinda bu. Simdiye kadar bütün liberaller, hep bir agizdan aslinda AKP`yi desteklemediler mi? Ahmet ve Mehmer Altan, Orhan Pamuk, Sezen Aksu, Serdar Turgut, Cengiz Candar, Hasan Cemal ve daha niceleri... Bir tek eski takimdan Emin Cölasan, onu kabul etmemekte direndi. Onun da liberal oldugu cok süpheli zaten. Bu liberallerin umutlari dini renkleri olan, basörtülü hanimlarla ile basi acik hanimlari, tek bir cati altinda birlestiren bir merkez partisiydi. Bu konuda Mehmet Altan sampiyondur. Malûm, liberaller merkez partilerine bayilirlar. Aslinda Türkiye`nin son 10 yili bir liberalizm rüyasidir. Ama AKP kendisine bicilen bu rolü israrla reddetti. En son kendisine ögretmen havasiyla ders vermeye calisan Hasan Cemal`i ters yüz etti. Liberalleri hep asagiladi. Onun bu siyasi tavri komünistlerle onlarin dogal müttefikleri kücük burjuva partileri arasinda iliskiye benzedi neredeyse. Bu ittifak türünde, bir taraf diger tarafi sürekli asagilar, ama ittifak yine de bozulmaz. Ertugrul Özkök`ün son cümlesine bakarsak, bu ittifakin bozulmaya hâlâ da niyeti yok.

Peki neden böyle? AKP merkeze gecmemek icin neden bu kadar cok direniyor? Bu bir siyasi aymazlik degil mi? Öyle ya, merkeze gecse, sadece yüzde elli degil, belki yüzde seksen onun arkasinda duracak. Erdogan degil miydi, %50 yetmez, %70`leri hedeflemeliyiz, diyen? Hattâ onun bu hedefi toplumda herkesi güldürmüstü. Hasan Cemal, “Allah gözünü doyursun” demisti bir yazisinda. Gercekten varolan konjonktür %70`ler ve 80`leri merkeze gecmekle mümkün hale getirmisken, marjinallesmek konusundaki bu israr niye? Bu basit hesaplari AKP`nin yapmadigini düsünmek mümkün degil. Isin icinde baska bir hesabin, baska bir dinamigin olmasi gerekir. Peki nedir bu dinamik? Büyük orta dogu projesi falan mi? Komplo teorilerini cok sevenler hemen calismaya baslasinlar. Ama dinamik bence aslinda bizim icimizde. AKP`nin kendi icindeki en radikal unsurlari, her ne pahasina olursa olsun saflarinda tutmaya calismasidir bu dinamik. Cünkü kendisinden kopacak olan %10`luk bir parcanin var olan secim sistemi yüzünden bütün hesaplari degistirecegini, sandalya dagilimina göre yüzde 10`dan daha büyük bir etki yapacagini ve belki de olasi bir anti-AKP koalisyonuna kapiyi aralacagini biliyor. Anti AKP koalisyonu, %30 kritik sinirinda duruyor. Yüzde 10`luk parca, bir anda anti AKP koalisyonunu %50`ye tasiyabilir. AKP`yi de %30`lara itebilir. Tam Erdogan cumhurbaskani olacakken, hic de hos olmaz bu.

Varolan secim sistemi öyle bir sistem ki, ayni 1980`ler Türkiye`sinin yasamak zorunda kaldigi Bankerler faciasini andiriyor. Bu tür sistemler sürekli büyümek zorunda olan devler yaratirlar. Aktörler sürekli büyümek zorunda olduklarini bilirler, büyüdükce zayifladiklari cok asikar oldugu halde, büyümekten vazgecemezler. Cöküntünün büyüdükce yakinlastigini bile bile, âdeta kaderlerine teslim olmuscasina büyürler.

Iste bence Erdogan`i secim öncesinde radikallestiren etken bu. Hic hayale kapilmayin, Erdogan secim yaklastikca giderek daha da merkezden uzaklasacak, liberallerin gözünde giderek daha antipatik olacak. Hatta antipatik olmak icin özel olarak calistigi bile söylenebilir.

Cünkü onun aslinda söyle bir hesabi var: Tamam liberal kesim su anda ona ates püskürüyor. Ama onlarin bütün nefretine ragmen kolayca tatmin edilecegini, okumus ve aydin bir kesim oldugunu, karsit görüslere acik oldugunu ve onlarin büyük cikarlar söz konusu oldugunda, verilecek ufak tavizlerle (özel hayatima karisma! Ben icerim de öpüsürüm de!) onlarin kolayca kontrol edebilecegini biliyor. Eninde sonunda, secim bittigi an bir balkon konusmasi daha yaparsiniz, olur biter. Zaten bu liberal kesim nedir ki? Afyonu ver uyusun! Yani aslinda o %75`ten emin. Ertugrul Özkök`ün agzindan kacirdigi gibi, liberallerin ne kadar kizarlarsa kizsinlar AKP`yi iktidar partisi olarak benimseyecekleri konusunda endisesi yok. Ama kendi saflari arasindaki %10`luk kesimin cok zor ikna olan bir azinlik oldugunu da biliyor. Bu yüzde 10 icin geri kalan %70`i karsisina almaktan bu nedenle cekinmiyor. Bundan sonra da cekinmeyecek.

Iste simdi komplo teorilerine izin verebiliriz. Eger bir denge cok hassassa ve bircok aktör Türk toplumunu karistirmak icin firsat kolluyorsa, (Türkiye`nin bu acidan gizli düsmani coktur, emin olabilirsiniz!) bunlar bir fiske ile, kelebek etkisi yaratmaz mi dersiniz? Bence firsati kacirmazlar. Unutmayiniz, 31 Mart emperyalistlerin isi degildi. Bu derece büyük bir olay, emperyalistlerin isi olamaz! Ama yine de 31 Martta ayaklananlarin arasinda ingiliz istihbarat elemanlari bolca vardi.

Ali Suavi, tabii ki, bir Ingiliz ajani degildi. Ama Ingiltere`nin Kibris`i kapmak icin Ali Suavi olayindan yararlandigi yine de bir gercektir.

20 Haziran 2013 Perşembe

"Müslüman" bir demokrasi mümkün mü?

AK Parti iktidarinin ikide bir halk oylamasina bas vurmasi, aslinda din ile demokrasi arasindaki sorunlu iliskiye dair ipuclari veriyor bize. 

Malûm: AKP dinî referanslari olan bir parti. Bu dinî boyut hicbir zaman laikligi ortadan kaldiracak derecede olmadi. Hatta Tayyip Erdogan Misir`da acik acik laisizmi savundu bile. Ama yine de parti dinsel ögelere programinda yer veriyor. Dindar bir nesil yetistirecegini amac olarak ilan etmis durumda. Yasam tarzina müdahale etmek istediginde acik acik dinsel ögeleri kullaniyor. Icki yasagi, yasam tarzina yapilan bu tür müdahalelerin sadece bir örnegi. Bunun yaninda sayisiz sözlü müdahale yapilarak, karsit kamp (yani icmeyi, eglenmeyi, acik sacik gezmeyi seven, plajlarda bikini ile kosusturan laik kesim) psikolojik baski altina tutuluyor. AKP daha da ileri gidip, bunu hicbir zaman acikca ifade etmese de müslüman demokrat kimlige sahip olmak istedigini belli ediyor. Yani Avrupa`daki hristiyan demokratlarin Türkiye`deki ve islam dünyasindaki karsiligi olmak gibi bir sey bu. Basbakanin ikide bir Amman`a Kahire`ye selamlar göndermesinden anliyoruz ki, aslinda bu tavrini diger islam ülkelerine örnek olarak sunmak da istiyor. 

Pekiyi gercekten müslüman bir demokrasi diye bir sey olabilir mi? Böyle bir sey, mümkün mü? Islami ögeler, demokrasi ile yanyana var olabilir mi?

Cevap cok kesin bicimde hayir olmak zorunda. Islami ilkelerin demokrasi ile asla bagdasamayacagi, basta Serif Mardin olmak üzere cesitli sosyologlar tarafindan bilimsel kanitlariyla cok önceden ortaya kondu cünkü. Islam dini ile demokrasi ancak bir sartla, Islam dininin kisinin özel alaninda kalmasi sartiyla bir arada var olabilir. Bu aslinda sadece Islam dini icin degil, diger bütün dinler icin de gecerli. Cünkü din dedigimiz sey, aslinda bir dogmalar bütünüdür. Dogrular, cok önceden belirlenmistir ve tartisilamaz. Dogrunun ne oldugunu tartistirmaya gerek yoktur. Bu sadece vakit ve enerji kaybidir. AKP`nin her cesit tartismaya ve fikir alisverisine gösterdigi allerjik reaksiyon aslinda bu dogmatik kafa yapisindan ileri gelmektedir. AKP ve onun gibi düsünenlere göre,sorun dogrunun nasil uygulanacagi noktasinda dügümlenmektedir. Danismalarda bulunmak, yani eskinin deyimi ile "mesveret" aslinda bu genel dogrularin uygulamaya nasil dönüstürülecegi konusunda görüs alisverisinde bulunmaktan ibarettir. Iste hepsi bu! Jön Türklerin demokrasi anlayisi da ancak bu noktaya kadar gelebilmisti.

Demokratik düsüncenin kaynagi olan rasyonel akil ise önceden belirlenmis bütün dogrulari kesin bicimde reddederek düsünmeye baslar. "Her seyden süphe edebilirim" der Descartes. Rasyonel akil, dogrulari ancak düsünen insanlarin aralarinda görüserek tartisarak bulabilecegi düsüncesine dayalidir. Parlamento bunun icin vardir. Gösteri, toplanma, yürüyüs hakki bunun icin vardir. Basin bunun icin özgür olmalidir. Cünkü bütün bunlarin hepsi düsüncenin olusumuna hizmet ederler. Yani demokrasilerde düsüncenin dile getirilmesi aslinda düsüncenin olusumu acisindan vazgecilmez oldugu icin gereklidir.

Simdi AKP iktidarina dönersek, bu iktidar parlamentoyu calistirmiyor. Kilicdaroglu daha iki gün önceki meclis konusmasinda, ülkenin parlamentoya danisilmadan cikarilan kanun hükmünde kararnamelerle yönetildigini söyledi. Kanun hükmünde kararname, tam da AKP`nin düsünce sistemine uygun bir yönetim tarzidir. Sadece o kadarla kalmiyor. Örnegin basbakan, muhalefet lideri kürsüye geldigi zaman meclisin görüsme salonunu terkediyor. Televizyonda liderler karsilikli oturup bir konuyu tartisamiyorlar. Basin deseniz, malum, eli kolu bagli. Toplanti ve gösteri hakki kullanilamiyor. Hatta simdi sosyal medyaya da el atmaya calisiyorlar.

Burada yapilmak istenen, aslinda düsüncenin olusum sürecinin engellenmesidir. Böyle bir sürecten gecmeden, halkin oyuna basvurma konusunda yapilan saplantili israr ise, halkin isin en dogrusunu bildigi varsayimina dayanir. Peki, halk dogruyu enine boyuna tartismadan nasil bilecek? Cevabi AKP iktidari gizli bicimde veriyor: Halk bilir, cünkü o dindar. Dogrular zaten onun icinde gizli. O nedenle tartismaya gerek yok. Sormak yeterli.

Bu noktada “Halkimizin sagduyusuna güveniyouz” cafcafli lafinin özünün aslinda ne kadar anti-demokratik oldugu daha iyi anlasiliyor. “Sine-i millete gidelim” lafi ayni düsüncenin degisik bicimde tekraridir, Aslinda Menderes dahil bütün baskici rejimlerin cokca kullandigi bir deyimdir bu. Cünkü o sine-i millet, onlarin baski rejimlerine “evet” oyu cikarmaya yetecek kadar bol miktarda dinsel dogmayi icinde barindirir zaten.

Dogru onlara göre aslinda tartisarak bulunabilir bir sey degildir. Dogru, halka din yoluyla zaten disardan verilmis durumdadir. Bu tam da, gecmiste Osmanli`da oldugu gibi sultanin veya simdiki Iran`da oldugu gibi mollalarin agzindan cikani kanun kabul eden islami yönetim anlayisinin degisik görünümüdür. Her ikisinde de dogru halk tarafindan tartisarak görüserek bulunmaz, tersine onlara disardan verilir. Tek yapilmasi gereken halka bir konunun fazla tartismaksizin dogrudan sorulmasidir. AKP iktidari, iste bunun icin parlamentoyu calistirmiyor, ama ikide bir “halka soralim” diyor.

Tartisma olmadan, düsüncenin olusumuna izin vermeden yapilacak her halk oylamasi bu nedenle daha basindan anti demokratik olmaya mahkûmdur. Cünkü demokrasinin temeli olan, insanlarin tartisarak dogruyu bulmasini saglayan karar olusum sürecini reddetmektedir.

Halk hareketinin ardinda bir düzen arama kolayciligi, “dis mihraklarin isi”, “bizim gelismemizi istemeyen emperyalist ülkelerin isi” gibi ezberler de bu dogmatik kafa yapisindan ileri gelir. Cünkü onlara göre halk kendi basina düsünen, dogrulari bulan bir kitle degildir. Bunlar harekete gecmislerse, mutlaka birileri tarafindan yönlendirilmektedirler. Cünkü halk zaten sürüdür. Güdülmeye alisiktir.

Bu kafa yapisini Türkiye`deki olaylarla ile ayni anda patlak veren Brezilya`daki karisikliklar kendine getirmez. Bu halk hareketlerinin bütün dünyaya yayildigini, bunun bir entrika, kumpas, tek bir merkezin isi olamayagini düsünemezler. Cünkü o zaman, halkin kendi basina düsünen, karar veren, uygulayan bir varlik oldugunu, bazen sasilacak hizda tek vücut haline gelebildigini kabul etmeleri gerekir ki, bu onlarin bütün düsünce sisteminin yikilmasi anlamina gelir, bunu yapamazlar.

Aslinda cok daha ileri giderek sunu söyleyebiliriz.Demokratik olandan, yani rasyonel akildan her sapis, aslinda akildisiligin karanlik denizine acilmaktir. Dinsel dogmalarla, en karanlik baski rejimleri bu karanlik denizde birbirleriyle sarmas dolas olurlar. Thomas Mann`in Büyülü Dag adli romanindaki Naphta karakteri, iste bu akildisiligin, en karanlik baski rejimlerine, engizisyona nasil dönüsebildiginin örnegini bize verir.