20 Haziran 2013 Perşembe

"Müslüman" bir demokrasi mümkün mü?

AK Parti iktidarinin ikide bir halk oylamasina bas vurmasi, aslinda din ile demokrasi arasindaki sorunlu iliskiye dair ipuclari veriyor bize. 

Malûm: AKP dinî referanslari olan bir parti. Bu dinî boyut hicbir zaman laikligi ortadan kaldiracak derecede olmadi. Hatta Tayyip Erdogan Misir`da acik acik laisizmi savundu bile. Ama yine de parti dinsel ögelere programinda yer veriyor. Dindar bir nesil yetistirecegini amac olarak ilan etmis durumda. Yasam tarzina müdahale etmek istediginde acik acik dinsel ögeleri kullaniyor. Icki yasagi, yasam tarzina yapilan bu tür müdahalelerin sadece bir örnegi. Bunun yaninda sayisiz sözlü müdahale yapilarak, karsit kamp (yani icmeyi, eglenmeyi, acik sacik gezmeyi seven, plajlarda bikini ile kosusturan laik kesim) psikolojik baski altina tutuluyor. AKP daha da ileri gidip, bunu hicbir zaman acikca ifade etmese de müslüman demokrat kimlige sahip olmak istedigini belli ediyor. Yani Avrupa`daki hristiyan demokratlarin Türkiye`deki ve islam dünyasindaki karsiligi olmak gibi bir sey bu. Basbakanin ikide bir Amman`a Kahire`ye selamlar göndermesinden anliyoruz ki, aslinda bu tavrini diger islam ülkelerine örnek olarak sunmak da istiyor. 

Pekiyi gercekten müslüman bir demokrasi diye bir sey olabilir mi? Böyle bir sey, mümkün mü? Islami ögeler, demokrasi ile yanyana var olabilir mi?

Cevap cok kesin bicimde hayir olmak zorunda. Islami ilkelerin demokrasi ile asla bagdasamayacagi, basta Serif Mardin olmak üzere cesitli sosyologlar tarafindan bilimsel kanitlariyla cok önceden ortaya kondu cünkü. Islam dini ile demokrasi ancak bir sartla, Islam dininin kisinin özel alaninda kalmasi sartiyla bir arada var olabilir. Bu aslinda sadece Islam dini icin degil, diger bütün dinler icin de gecerli. Cünkü din dedigimiz sey, aslinda bir dogmalar bütünüdür. Dogrular, cok önceden belirlenmistir ve tartisilamaz. Dogrunun ne oldugunu tartistirmaya gerek yoktur. Bu sadece vakit ve enerji kaybidir. AKP`nin her cesit tartismaya ve fikir alisverisine gösterdigi allerjik reaksiyon aslinda bu dogmatik kafa yapisindan ileri gelmektedir. AKP ve onun gibi düsünenlere göre,sorun dogrunun nasil uygulanacagi noktasinda dügümlenmektedir. Danismalarda bulunmak, yani eskinin deyimi ile "mesveret" aslinda bu genel dogrularin uygulamaya nasil dönüstürülecegi konusunda görüs alisverisinde bulunmaktan ibarettir. Iste hepsi bu! Jön Türklerin demokrasi anlayisi da ancak bu noktaya kadar gelebilmisti.

Demokratik düsüncenin kaynagi olan rasyonel akil ise önceden belirlenmis bütün dogrulari kesin bicimde reddederek düsünmeye baslar. "Her seyden süphe edebilirim" der Descartes. Rasyonel akil, dogrulari ancak düsünen insanlarin aralarinda görüserek tartisarak bulabilecegi düsüncesine dayalidir. Parlamento bunun icin vardir. Gösteri, toplanma, yürüyüs hakki bunun icin vardir. Basin bunun icin özgür olmalidir. Cünkü bütün bunlarin hepsi düsüncenin olusumuna hizmet ederler. Yani demokrasilerde düsüncenin dile getirilmesi aslinda düsüncenin olusumu acisindan vazgecilmez oldugu icin gereklidir.

Simdi AKP iktidarina dönersek, bu iktidar parlamentoyu calistirmiyor. Kilicdaroglu daha iki gün önceki meclis konusmasinda, ülkenin parlamentoya danisilmadan cikarilan kanun hükmünde kararnamelerle yönetildigini söyledi. Kanun hükmünde kararname, tam da AKP`nin düsünce sistemine uygun bir yönetim tarzidir. Sadece o kadarla kalmiyor. Örnegin basbakan, muhalefet lideri kürsüye geldigi zaman meclisin görüsme salonunu terkediyor. Televizyonda liderler karsilikli oturup bir konuyu tartisamiyorlar. Basin deseniz, malum, eli kolu bagli. Toplanti ve gösteri hakki kullanilamiyor. Hatta simdi sosyal medyaya da el atmaya calisiyorlar.

Burada yapilmak istenen, aslinda düsüncenin olusum sürecinin engellenmesidir. Böyle bir sürecten gecmeden, halkin oyuna basvurma konusunda yapilan saplantili israr ise, halkin isin en dogrusunu bildigi varsayimina dayanir. Peki, halk dogruyu enine boyuna tartismadan nasil bilecek? Cevabi AKP iktidari gizli bicimde veriyor: Halk bilir, cünkü o dindar. Dogrular zaten onun icinde gizli. O nedenle tartismaya gerek yok. Sormak yeterli.

Bu noktada “Halkimizin sagduyusuna güveniyouz” cafcafli lafinin özünün aslinda ne kadar anti-demokratik oldugu daha iyi anlasiliyor. “Sine-i millete gidelim” lafi ayni düsüncenin degisik bicimde tekraridir, Aslinda Menderes dahil bütün baskici rejimlerin cokca kullandigi bir deyimdir bu. Cünkü o sine-i millet, onlarin baski rejimlerine “evet” oyu cikarmaya yetecek kadar bol miktarda dinsel dogmayi icinde barindirir zaten.

Dogru onlara göre aslinda tartisarak bulunabilir bir sey degildir. Dogru, halka din yoluyla zaten disardan verilmis durumdadir. Bu tam da, gecmiste Osmanli`da oldugu gibi sultanin veya simdiki Iran`da oldugu gibi mollalarin agzindan cikani kanun kabul eden islami yönetim anlayisinin degisik görünümüdür. Her ikisinde de dogru halk tarafindan tartisarak görüserek bulunmaz, tersine onlara disardan verilir. Tek yapilmasi gereken halka bir konunun fazla tartismaksizin dogrudan sorulmasidir. AKP iktidari, iste bunun icin parlamentoyu calistirmiyor, ama ikide bir “halka soralim” diyor.

Tartisma olmadan, düsüncenin olusumuna izin vermeden yapilacak her halk oylamasi bu nedenle daha basindan anti demokratik olmaya mahkûmdur. Cünkü demokrasinin temeli olan, insanlarin tartisarak dogruyu bulmasini saglayan karar olusum sürecini reddetmektedir.

Halk hareketinin ardinda bir düzen arama kolayciligi, “dis mihraklarin isi”, “bizim gelismemizi istemeyen emperyalist ülkelerin isi” gibi ezberler de bu dogmatik kafa yapisindan ileri gelir. Cünkü onlara göre halk kendi basina düsünen, dogrulari bulan bir kitle degildir. Bunlar harekete gecmislerse, mutlaka birileri tarafindan yönlendirilmektedirler. Cünkü halk zaten sürüdür. Güdülmeye alisiktir.

Bu kafa yapisini Türkiye`deki olaylarla ile ayni anda patlak veren Brezilya`daki karisikliklar kendine getirmez. Bu halk hareketlerinin bütün dünyaya yayildigini, bunun bir entrika, kumpas, tek bir merkezin isi olamayagini düsünemezler. Cünkü o zaman, halkin kendi basina düsünen, karar veren, uygulayan bir varlik oldugunu, bazen sasilacak hizda tek vücut haline gelebildigini kabul etmeleri gerekir ki, bu onlarin bütün düsünce sisteminin yikilmasi anlamina gelir, bunu yapamazlar.

Aslinda cok daha ileri giderek sunu söyleyebiliriz.Demokratik olandan, yani rasyonel akildan her sapis, aslinda akildisiligin karanlik denizine acilmaktir. Dinsel dogmalarla, en karanlik baski rejimleri bu karanlik denizde birbirleriyle sarmas dolas olurlar. Thomas Mann`in Büyülü Dag adli romanindaki Naphta karakteri, iste bu akildisiligin, en karanlik baski rejimlerine, engizisyona nasil dönüsebildiginin örnegini bize verir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder