1 Kasım 2015 seçimleri, kaos ve terör karşısında duyulan korkunun
insanlar arasındaki farklılık ve çelişkileri azalttığı, bütünleşme ve birbirine
yaklaşma eğilimini artırdığı bir ortamda yapıldı. Insanlar iki farklı tehditle karşı
karşıya kaldılar. Bunlardan biri PKK kaynaklı, bir diğeri ise bizzat AKP
kaynaklı tehditti. Halk, AKP`nin iktidarı bırakmamak için her şeyi göze aldığı
ve bu uğurda ülkeyi rahatlıkla ateşe atabileceğini gördü ve bu derece pahalı
bir iktidar değişimine gerek olmadığı sonucuna varıp bu değişimi bir süre erteledi.
Bu süre muhtemelen Suriye Iç Savaşı sona erdiği tarihte bitecektir. Bu sonuçtan
hareketle AKP`nin terör ve korkudan beslenen bir iktidar görüntüsü verdiğini
söyleyebiliriz.
Seçim sonuçları halkın AKP‘den ve onun politikalarından
memnun olduğu anlamına gelmiyor. Böyle olsaydı AKP 7 Hayiran’da yenilgiye
uğramazdı. Aksine AKP‘nin kendisine karşı hoşnutsuzluk ve tepkinin giderek
büyüdüğü bir ortamda, eski reformist içeriğinden tamamen soyutlanmış militarist
bir aygıt olarak iktidara geldiği anlamina geliyor. Çünkü halk 4 ay gibi kısa
bir zamanda ancak tehditle fikir değiştirebilir. Ölüm korkusundan başka hiçbir
neden büyük kitlelerin 4 ay gibi kısa bir zamanda fikir değiştirmesine neden
olamaz.
Bu gerçeği en iyi, AKP’nin yeniden iktidara geldiği
anlaşıldığı gün oralığı saran derin sessizlikten anlayabiliriz. Bir parti iktidara
geldiğinde, normalde taraftarların sevinç
gösterileri ortamı hareketlendirir ve genel olarak toplumu taze bir başlangıcın umudu sarmalar. Oysa 2 Kasım sabahı sevinç gösterileri yerine toplumu isteneni verip baskıdan kurtulmuş olmanın derin bir
sessizliği sarmıştı. Bu sessizlik, yeniden iktidara gelen AKP'nin toplumda yarattığı derin bıkkınlığın eseridir. Çünkü iktidarın ne vereceği
bellidir. Içeriksizleştiği, kuruluşundaki vizyonundan geriye bir şey kalmadığı
apaçıktır. Toplum bunu ezbere bilmektedir. Halkın ekranda göründüğü an dayanamayıp
televizyonları kapattığı kavgacı ve çatışmacı bir liderin toplumu kabule mecbur
ettiği bir dayatmaya karşı tepkinin ürünüdür bu sessizlik.
Ve aynı zamanda kararsız bir dengenin kurulmuş olduğunun,
dengenin bir kere bozulmasıyla olayların peşpeşe birbirini takip edeceginin bir
göstergesidir.
Yani AKP`nin bu zaferi hiçbir şekilde sosyolojik bir temele
sahip değildir. ‚Muhafazakâr modernler‘ teorisinin mucidi Etyen Mahçupyan’ın
AKP’yi bu açıdan süsleme çabası boşuna. Eğer böyle olsaydı 7 Haziran’da AKP
iktidardan düşmezdi. Sandığa gitmeyen AKP‘lilerle 7 Haziran’ı açıklamaya
çalışmak halkın zekâsı ile alay etmektir. Sosyolojik temeli olan sonuç 7
Haziran sonucudur. 1 Kasım sonuçları ise kaos ve terör ortamının eseridir. Bu nedenle
de uzun ömürlü olmayacak, iktidarın miadı Suriye iç savaşı sona erdiği an dolacaktır.
Korkunç tablolarla gelişen ve mülteci krizi şeklinde dehşeti
sınırlarının ötesine taşınan Suriye içsavaşı Türkiye halkında derin bir
travmaya yol açmış ve halkta her çeşit toplumsal kargaşaya karşı derin bir
ürkeklik yaratmıştır. Dolayısıyla halk sadece bu dehşetin Türkiye`nin sınırlarından
içeri girmemesi için, sinirini bozan ve aslında derinden derine nefret ettiği
bir iktidara evet demek zorunda bırakılmıştır.
AKP`nin 2015 zaferi birçok bakımdan Kenan Evren`nin
1992`deki Anayasa referandumunda kazandığı %92`lik zafere benziyor. O zamanda
Kenan Evren gibi „sığ kavrayışlı, dar kafalı, bağnaz, zalim, vicdansız,
kültürsüz ve anti-entelektüel bir paşa“ya (Kenan Evren için sarfedilmiş bu kelimeler
Kadri Gürsel`e aittir ama bence bugünkü AKP`yi de çok iyi özetlemektedir)
„evet“ demek zorunda kaldı. Ama ondan sadece 2 yıl sonra, 1984`te Kenan
Evren`in siyasetteki uzantısı olan partiyi Milliyetçi Demokrasi Partisi`ni sandıkta
feci şekilde cezalandırdı. Aynı tür cezalandırmaya 1964 seçimlerinde, darbeye
karşı aktif tavır almayan ve hattâ destek olan CHP de maruz bırakılmıştır.
AKP aynı militarist bir darbeci gibi davranarak, iktidardan
sandıkta uzaklaştırılması halinde her çeşit çılgınlığı yapabileceği mesajını
topluma bütün açıklığı ile verdi. Halk bu mesajı çok iyi aldı. Ve AKP`den
korktuğu için değil, sadece hesaplaşmayı ertelediği için AKP`yi yeniden
iktidara getirdi. Bu söylediklerim özellikle Kürt seçmenler için geçerlidir. Çünkü
AKP`nin Kürt seçmenlere yönelik tehdidi, Davutoğlu`nun ağzından açıkça „beyaz
toroslar“ simgesi çerçevesinde çok açık biçimde dile getirilmiştir.
Davuoglu`nun bu tehdidi içerik ve tarz açısından yeraltı dünyasının
tehditlerini andırmaktadır. Yeraltı dünyasında insanlar „seni mahvederim“ şeklinde
değil de, „sana yazık olur, sana bir kötülük gelmesini istemem“ şeklinde tehdit
edilir. Sanki kurbanı kolluyormuş gibi bir tavır takınılır. Çünkü yeraltı
dünyasında her çeşit cürüm ve suç; sabır, şefkat ve kol kanat germe görüntüsü
altında gizlenir. Bu tür tehdidi Murat Belge bir yazısında şöyle anlatır:
„Bizim ilk arada, Daşnak lafı devam etti. Hırant Dink de,
ben de, Daşnak'a hiçbir sempati duymadığımızı söyledik. Bunun üstüne, adını
hatırlamadığım, ama ASAM üyesi olduğunu söyleyen emekli diplomat, 'Zaten ben
korkuyorum. Bunlar çok kötü adamlar. Bir gün sizi vuruverirler' yollu bir
şeyler söylemeye başladı.
„Buydu beni o programda ifrit görmüş hale getiren. Nitekim
görmüştüm ifriti. Yıllardır bu cephenin adamlarından devamlı böyle imalı,
kinayeli, ölüm tehditleri duymaktan bıktık“.
"Evet" dedim, "öldürülme keyfiyeti bu
memlekette hep vardır. Bu seferinde 'Daşnak yaptı' mı diyeceksiniz?" (Bakiniz: Tartışma ve tehdit, Murat Belge, 31/05/2005, Taraf
Gazetesi.)
Dolayısıyla Davutoğlu`nun Kürtlere karşı savurduğu bu „faili
meçhul“ tehdidinin üslup ve içerik yönünden Murat Belge`ye ASAM üyesi emekli
diplomatın üstü kapalı tehdidinden bir farkı yoktur. Işin ilginç yani, Murat
Belge`nin anlattığı o tartışmada Hırant Dink de vardı ve tehdidin nasıl bir gerçeğe
dayandığı, Hırant Dink`i öldüren gencin emniyet mensupları tarafından sarmaş
dolaş tebrik edilmesiyle anlaşıldı.
Davutoğlu`nun sözlerinde bir gerçek daha gizli. „Beyaz
Toroslar“ gelir derken, devlet içinde yuvalanmış cinayet şebekelerinin aynen mevcudiyetlerini
koruduğu ve onlara dokunulmadığı üstü kapalı bir biçimde itiraf edilmiştir aslında.
Onları tutan biziz, demeye getiriyor. Biz olmasak onların size saldırmaması için
bir neden kalmaz. Nitekim aynı Davutoğlu „IŞID`in canlı bombaların listesi elimizde,
ancak eyleme geçmedikleri müddetçe tutuklayamıyoruz“ dememiş miydi?
Yani burada terör ve cinayet şebekeleriyle iktidar arasında çok
ince bir çizgi var. Yani canavar kafesinde hazır ve nazır bekliyor. Sadece kapısını
kilitlemeyi arada bir „unutmamak“ gerekiyor.
Halk neden yuttu bu tehdidi? Şundan: Çünkü insanlık ancak çözebileceği
sorunları gündemine alır. Çözemeyeceği bir sorunla karşılaşınca o soruna
katlanmayı tercih eder. Şartların olgunlaşmasını bekler. Halk, AKP`nin
iktidardan düşmemek için her çeşit çılgınlığı yapabileceğini görmüştür. Jöleli
danışmandan başlayarak AKP`nin bütün ağızları bu mesajları seçim kampanyası sırasında
değişik vesilelerle ve her biçimde tekrarladılar. Halkın karşısında bu çılgınlığı
yapabilecek yapabilecek militarize bir güç de vardır: gösterilerde ellerinde
sopalarla ve palalarla ortalığa fırlayan sokak faşistlerinden tutun da, kitle
halinde gazete binalarına saldıran kalabalıklara kadar… Ama o militarize çılgınlığı
etkisiz hale getirecek herhangi bir mekanizma, ne muhalefette ne de başka bir
yerde, yoktur.
Ama yine de bunlar AKP`nin 1 Kasım 2015 zaferini tamamen açıklamıyor.
Çünkü bazı kitleler tehdit edildiklerı için değil başka nedenlerden ötürü AKP’ye
yöneldiler.
Tehdide boyun eğen daha çok muhafazakâr Kürt seçmenlerdir ve
bunların bir kısmı zaten AKP`den hiç kopmamıştır. Bunların işi gücü, dükkânı,
düzenle kurdukları ilişkiler vardır. Bu kesim AKP`den 7 Haziran 2015´te kopup
sonra 1 Kasım`da ölümü görüp sıtmaya razı olarak AKP`ye geri dönmüşlerdir.
Toplam seçmen sayısına oranları %3`´tür. AKP`deki oy oranındaki artış %8 olduğuna
göre geri kalan %5, MHP`den, diğer sağcı muhafazakâr küçük partilerden ve daha
önce sandığa gitmeyen AKP`lilerden gelmektedir. Özellikle MHP`den kopup
gelenler, AKP`nin giderek Kürt sorununa bakışta MHP`ye benzediğini görüp,
MHP`den daha etkin saydıkları AKP yönelmiş olan seçmenlerdir. Bunları tehdide
muhatap oldukları pek söylenemez.
Dolayısıyla AKP`nin Güneydoğu`da daha feodal aşiret-toprak ağası-iş
adamı tabanına oturduğu, bu kesimin Kürt kimliğinden daha ziyade düzenle
kurduklari cıkar ve menfaat ilişkilerini önemsedikleri, bu özellikleriyle
özellikle toprak ağası-iş adamı toplumsal tabanına dayanan MHP ile aralarında çıkar
ilişkisi olduğu, HDP`nin ise daha çok Güneydoğu`daki işçi-köylü sınıfsal tabanına
oturduğunu bu nedenle Şırnak ve Hakkari`de oy kaybetmezken, Bingöl, Muş, Van ve
Urfa`da oy kaybına uğradığını söyleyebiliriz.
Güneydoğu`daki Kürt toprak ağaları ve iş adamlarının HDP`den
kopmasında 7 Haziran 2015`ten sonra PKK`nın askeri açıdan ezilmesinin payı da çok
büyüktür. AKP, Suriye içsavaşının öyle bir dönemecinde seçim kampanyası yürütmüştür
ki, ABD ve Batı, IŞID tehlikesine karşı AKP`nin yardımını istediklerinden,
AKP`nin PKK`yı ezmesine ses çıkaramamıştır. PKK ezilince onun baskısından kurtulan
Kürt üst sınıfı AKP`ye dönebilmiştir.
Dolayısıyla Çözüm Süreci iki yönden AKP`ye oy kaybettiriyor.
1- Kürtlere taviz verildikçe bundan özellikle MHP`ye yakın olan seçmen tabanı
ürküyor ve AKP`den ayrılıyor. 2- Çözüm sürecinden yararlanarak Güneydoğu`da
önce kırsalda, sonra yavaş yavaş şehirlerde egemen olmaya başlayan PKK, %3`lük
bir kesimi AKP`den koparıyor.
Bu nedenle AKP mümkünse bir daha çözüm sürecini ağzına
almayacaktır. Dahası var: Ortamı sürekli gergin tutup PKK`ya karşı zafer üstüne
zafer kazanmak zorundadır, ki bir yandan milliyetçi kesimin coşkulu hayranlığı
kazansın, ama öte yandan Güneydoğu`yu PKK`dan temizleyerek güç ve çıkar ilişkisi
yoluyla Kürt üst sınıfını kendine bağlayabilsin.
Yani militarist bir gerginlikten beslenen bir iktidar
olacaktır AKP. Belki de PKK`nın tamamen ezilmesi bu nedenle fazla
istenmeyecektir. Türk liberalleriyle ve Kürt dünyasıyla diyalog sürecini başlatan
o eski reformist AKP çoktan tarihe karışmıştır.
Yani AKP`nin bu noktadan sonra „fabrika ayarları“na, yani o eski
reformist çizgisine geri dönmesi çok zordur.