Suriye`deki ve Irak`taki
ana denklemin aslında Kürt sorunu olduğu gerçeği artık her geçen gün daha çok belirginleşiyor.
Böyle olduğu içindir ki, Arap Baharı, bütün Kuzey Afrika`yı, Ortadoğu ve Arap
yarımadasını kasıp kavurduktan sonra kalıcı bir içsavaşa yol açmadan güç kaybedebildi,
ama Suriye ve Irak`ta içten içe yanan bir kor ateşe dönüştü ve hâlâ daha oradaki
halkları yakmaya devam ediyor.
Bu iki ülkenin ortak
özelliği Kürt sorunundan muzdarip olması ve sadece ve sadece demokratik
yöntemlerle çözülebilecek bu sorunla bas edebilecek donanıma sahip olmamasıdır.
Arap Baharı işte böyle bu sorunu kalıcı bir iç savaşa dönüştürmüştür. Her iki
ülkede de bütün siyasi tavır alışlar, ister istemez Kürt sorunu etrafında biçimlenmiş,
sorunun çözülmesi geciktikçe çelişkiler derinleşmiştir.
Yani Arap alemindeki esas
çelişki, ne Şii-Sünni çelişkisi, ne de Arap-Israil savaşıdır. Bir şeriatçi-laik
çelişkisinden veya derinleşmiş bir sınıf mücadelesinden de aslında
bahsedilemez. Bu çelişkiler tabii ki vardır, ama içsavaşın ortaya çıkması için
yeterli değildir.
Kürt sorununun olmadığı
Arap ülkelerinde toplumsal çalkantılar bir süre sonra yeni bir dengenin
kurulmasıyla sonuçlanıyor. Ama sadece Suriye ve Irak, dengenin bir kere
bozulmasıyla, yeni bir dengeye kavuşmak yerine, denge noktasından sürekli
uzaklaşıyorlar. Bu durum bize bu ülkeler Kürt sorununu çözecek biçimde parçalanmadıkça,
çatışmaların bitmeyeceğini gösteriyor.
Yani Kürt sorunu etnik
kimliğe bürünmüş bir demokrasi mücadelesi olarak görünüyor. Etnik kimliğin söz
konusu olması nedeniyle çelişki uzlaşmaz hale geliyor ve denge durumundan gitgide
uzaklaşılıyor.
Ama Arap baharı olmasaydı,
Kürt sorunu muhtemelen bu ülkelerde bir iç savaşa yol açmayacaktı. Arap baharının
demokratik özü, Kürt sorunundaki demokratik özle birleşiyor. Arap Baharı`na
yakalanan Arap ülkelerinden sadece üçü bünyesinde etnik azınlık barındırmaktadır.
Suriye, Irak ve Sudan. Bunlardan üçüncüsü Arap Baharı`ndan sonra parçalandı. Ilk
ikisi ise parçalanma yolunda. Bu iki ülkenin parçalanma sürecinin uzun ve ağrılı
olmasının nedeni, stratejik önemlerinden ve Ortadoğu`daki büyük güçlerin
ülkelerin iç işlerine karışması sonucu, tarafların dış güçlerin vekâlet savaşını
yürütüyor olmalarındandır.
Eğer ülke bütünlüğü sağlayacak
şekilde demokratik reformlardan geçirilemiyorsa, halkların daha fazla demokrasi
istemeleri, ama bunu ifade etmek için yeterli ideolojik, siyasi birikimin olmayışı,
sonuçta etnik azınlığın ayrılma isteğini kalıcı hale getirmektedir. Ama ülke içinde
halkların özgürlük istemi uğruna topyekun bir kalkışması olmayınca, tek başına
etnik kimlik ayrılma ve iç savaş için yeterli olmamaktadır. Bu nedenle
Türkiye`deki 1936-37 Kürt isyanı ayrılma ile sonuçlanmamıştır. Ama 1980`lerde
başlayan ikinci Kürt kalkışmasında, toplumsal güçler, sorunu daha demokratik
yönlerden çözebilecek yeterli birikime sahipti. Bu nedenle ikinci Kürt kalkişmasi
da ayrılma ile degil, yeni bir toplum sözleşmesi temelinde birleşme ile sonuçlanmak
üzere. Bu süreç henüz devam ediyor.
Işte bu nedenledir ki, Türkiye
ve Iran daha baştan Irak ve Suriye`deki çatışmalara Kürt sorunu açısından baktılar.
Iran, Kürt sorununun Türkiye ve Iran`ı da parçalayabileceğini söyleyerek,
Suriye`nin toprak bütünlüğünün korunması konusunda Türkiye`den destek talep
etti. Bu talep ilk bakişta mantıklı görünebilir. Ama Kürt sorununun aldığı
boyutları çok iyi bilen Türk yöneticileri, böylesi bir çelişkileri bastırma
mantığının Türkiye için geçerli olamayacağını çoktan biliyorlardı. Iran, Kürt
sorununu çözmek için bir “Çözüm Süreci” başlatmamıştı. Ama Türkiye`de bu süreç
yürürlükteydi ve Türkiye toplumu bu süreçte epeyi yol katetmis, bu sürecin ayrıntılarını
tartışmış ve dönülmez bir yola girmiş bulunuyordu. Iran, Türkiye`deki demokrasi
birikiminin kendi birikiminden daha ileride olduğunu unutuyordu. Sadece bu
bile, Iran`lı yöneticilerin (özellikle Haşimî Rafsancani’nin) Türkiye`yi ne
kadar az tanıdıklarını göstermeye yeter ve Iran`daki entellektüel sınıfın ne
kadar birikimsiz olduğunu gösterir.
Türkiye istese de Iran`la
birlikte Esad rejimini koruyamazdı. Buna kendi mezhepsel önyargıları kadar,
kendi içindeki Kürt sorunun boyutu da engeldi. Suriye`deki geçmişteki Irak`ta
olanlara benzer bir Kürt katliamı, en başta Türkiye`yi sarsacaktı. Nitekim
Kobani`deki Kürt yenilgisi olasılığı Türkiye`nin baştanbaşa nasil sarsılmasına
yol açtıysa, bunun üç veya beş kat şiddetlisi, Türkiye Esad rejimini
desteklemek hatasına düştüğünde yaşanacaktı.
Kısacası, Kürtlerle
masaya, ülkedeki düzenin yenibaştan dizaynı konusunda oturmaya kararlı olan bir
Türkiye vardı. Öte yandan böyle bir derdi olmayan İran. Olası bir işbirliği için
hiç de iyi bir zemin yoktu ortada. Şimdi ise Iran`ın Türkiye`deki Kürt sorununu
nasıl çözdüğüne odaklandığı düşünülebilir. Çözüm olasılığı belirdikçe, İran da
Kürt sorunu konusunda Türkiye`yi takip edecektir. Ve çözümün hiç de parçalanma
yönünde gelişmediği görüldükçe, soruna İran`ın katılımı da artacaktır.
Bu işin bir yanı.
Ama bir de sorunun yukarıda
işaret ettiğimiz diğer bir boyutu var. Kürt sorununun aslında demokratik bir
özü vardır, dedik. Çok genel anlamda ele alırsak, daha fazla demokrasi olmadan
Kürt sorunu çözülemez diyebiliriz. Nitekim bu boyutu çeşitli yazarlar, başta
Kadri Gürsel, sürekli vurguluyorlar. Öte yandan Kürt sorununun taraflarından
biri olan Türkiye`li HDP`nin aslında sadece Kürtlere değil, bütün Türkiye`ye
seslenmesinin bir nedeni bu. Iran bu noktadan çok uzakta. Peki Türkiye? Türkiye
Kürt sorununa bir demokrasi meselesi olarak bakmaya hazır mı? Bu soruya şu an
„hayır“ cevabı verilebilir. Ama şunu söyleyelim: Türkiye`de %10`u temsil eden
HDP ve %25`i temsil eden CHP`nin tabanının önemli bir kısmı böyle düşünmüyor.
Yani özgürlüklerin çoğaltmadığı bir ortamda Kürt sorununda ilerleme kaydedilmesinin
imkânsızlığı aslında Türkiye`deki birçok aydın çevrelerinde dile getiriliyor. O
halde Türkiye ile Iran arasında Suriye konusunda işbirliği olasılığını azaltan
ikinci bir farklılık daha ortaya çıkıyor demektir.
Ama Türkiye`nin bu
demokrasi konusunda ikicikli olduğu, ülkede özgürlükleri, sivil toplumcu bir
demokratik toplum yaratma süreciyle Kürt sorununu aynılaştırmadığı da bir gerçek.
Türkiye işte tam da bu noktada bocalamaktadır. Bocaladıkça, Türkiye`nin Kürt
sorununa bakışı, olayın bir siyasi ittifaklar manzumesi olarak görülmesi şeklinde
tezahür ediyor. Suudi Arabistan ve Katar`a yaklaşılıyor. Sünnilerden kendisini
Kürtleri desteklemekten kurtaracak ittifaklar talep ediliyor. Kürtlerle aynı
telden çalmayan, Suriye muhalefetine yaklasılıyor. ISID yakın zamana kadar seçeneklerden
biriydi. Ancak ISID`in aşırılıkları, Türkiye`nin bu konuda ağzının yanmasına
yol açtı. Pekiyi ya el Nusra? Suriye`deki muhalefetin son zaferlerini
Türkiye-Suudi Arabistan-Katar arasındaki işbirliğinin artmasının bir sonucu olarak
gören yorumcu sayısı bir hayli fazla. Bu kanadın başını The New York Times çekiyor.
Türkiye`nin çözüm
sürecinde frene basmasının bir nedeni daha var. Türkiye, Kürt sorununu çok hızlı
çözmek istemiyor. Çünkü bu sorunun hızlı çözümü, Türkiye`yi Suriye topraklarına
doğru genişlemek zorunda bırakacak. Bu olasılığın, bu hiç istenmeyen genişlemenin,
bir çok Türk siyasetçisinin şimdiden uykusunu kaçırdığı bir gerçek. Suriye`deki
yeni yapı belli olmadan, Kürt sorunun Türkiye`de çözülmesi, birçok Suriyeli
Kürtün Türkiye ile bütünleşmesine yol açabilir. Bu ise Türkiye`yi direkt Arap
âlemi ile karşı karşıya bırakır ve ülkeyi içsavaşın taraflarindan biri yapar.
Bu gerçek, Kürt sorununa getirilen çözüm önerilerine CHP`nin neden soğuk olduğunu
ve neden geçenlerde Kılıçdaroğlu`nun “Suriyelileri ülkelerine geri göndereceğiz”
dediğini açıklar. Bu seçim vaadi bir çok
yönden tartışmaya açık bir konu.
Bir kere 2 milyon insanı
geri gönderemezsin. Bunların birçoğu vatandaşlığa geçti bile. Üstelik bu
insanlar Türkiye`nin en önemli sorunlarından biri olmaya aday olan nüfus artış
hızının azalması sorunu açısından neredeyse ilaç konumunda. Bu nedenle bu iki
milyon insanın getirdikleri, paradoksal gibi görünüyor ama, götürdüklerinden
fazla. Sonra gelen bu iki milyonun neredeyse hepsi Kürt. Onlar çoktan Türk
toplumuyla bütünleştiler bile. Zaten bir çoğu buradaki Kürtlerle akraba.
Ikincisi ve daha önemlisi
bu insanlar, yöre halkı dışında Türkiye`deki bizatihi demokrat Türkler tarafından
da sempatiyle karşılanıyorlar. Kobani direnişinin Türk ve Kürt kamuonu tarafından
sempatiyle karşılanması gibi. Bütün bu gerçekler bıze Kürt sorununun demokratık
bir içeriği olduğunu kanıtlıyor. Ama aynı zamanda çözümün hızı karşısında Türk
yönetici kesiminin duyduğu korkunun haklılığını da açıklıyor.
Öyle ya da böyle, bu
konuda Türkiye açısından geri dönüş yok. Dolayısıyla El Kaide ile bağlantısını
geçenlerde teyit eden El Nusra, Suudi Arabistan, Katar gibi seçenekler,
Kürtlerle araya mesafe koyma çabaları, sadece ve sadece ISID benzeri yeni
fiyaskolara kapı açacak gibi görünüyor. Üstelik bu arayışların Batı dünyasında
yarattığı infial de ortada. Joe Biden`in „sözümüzü dinletemedik“ deyişi de hatıralarda
hâlâ taze. Türkiye`nin an itibariyle çelişkisi bu.