Daha önceki yazılarımızda
da belirttiğimiz gibi Batı`nın, Kürtler`in Türkiye`den ayrılmasının önüne geçmek
için Türkiye`ye sunduğu perspektif; Kürtlere ayrılmayı gereksiz kılacak ölçüde
ekonomik ve kültürel özgürlükler sunmak ve hatta gerekirse Suriye ve Irak`taki
Kürtleri de bu plana dahil ederek Türkiye`nin olası sınırlarını güneyde Kürt
bölgelerini de içine alacak şekilde genişletmek şeklinde idi.
Bu perspektifin
içinde Avrupa Birliği üyeliği de bulunmaktaydı. Yani Türkiye`ye, bu planı kabul
etmesi karşılığında, Avrupa Birliği üyeliği gibi bir hediye de verilmekte idi. Avrupa
federal bir yapıda ısrar etmiyor gibi görünüyordu. Yani özerk Kürt bölgesi,
ileride ayrılmayla sonuçlanacak bir Kürdistan fikri bu perspektifin içinde
yoktu.
PKK veya daha
geniş anlamda KCK perspektifi ise Batı`nn bakış açısını kendi uzun vadeli
planlarının bir taktik aşaması olarak kabul etmek şeklinde gelişiyordu. Yani
aslında amaç büyük Kürdistan`ın yaratılmasıdır. Bu amaç gerçeklesinceye kadar
Türkiye çatısı altında Türkiye, Irak ve Suriye Kürtlerinin özerk yönetim adı
altında veya eyaletler sistemi içinde birleştirilmesi, sonra olası bir siyasi
kriz yaratılarak Kürt eyaletlerinin bağımsız bir devlet şeklinde Türkiye`den
ayrılmasını sağlamak şeklinde ortaya çıkan bir perspektifti bu. Bu açıdan bağımsızlık
kararından vazgeçildiğine dair PKK'nın Şubat 2000 tarihli 7. Parti Kongresi
kararı bir taktik geri çekilmedir. Asıl amacın gizlenmesi ve şimdilik eyalet
sistemi ile yetinilmesi, asıl büyük amacın daha sonraya bırakılmasını ifade
eder. Nitekim bunu Öcalan bizzat kendisi söylemiştir:
"Hiçbir şeyden vazgeçmedim. (Bağımsız Kürdistan idealinden bahsediyor-Benim
notum) Ben sadece, 'demokratik Türkiye olmadan bunların hiçbiri olmaz,
zamanı da değil, arabayı atın önüne koymayın' diyorum. Önce demokratik
Türkiye olmalı." (3 Nisan 2013 tarihli görüşme tutanağından)‘ Bakınız Aydınlık
Gazetesi, Ceyhun Bozkurt imzalı tutanaklar
Batı başından
beri eyalet sistemine de bağımsız Kürdistan fikrine de soğuk baktı. Çünkü bunun
Türkiye`nin parçalanmasını gündeme getireceğini, planın Türkiye tarafından
kabulünü zorlaştıracağını biliyordu. Üstelik ayrı bir Kürdistan kurulsa bile böyle
bir devlete Avrupa Birliği avantajı sağlanamayacağı ve devlet aynı Israil gibi
Arap-Iran kuşatmasına maruz kalacağı için pratikte faydadan çok zarar
getirecekti. Devlet kurulduğu anda PKK-KCK devleti olacak, Kürtler arasında
muhtemel hesaplaşmalar gündeme gelebilecekti. Bu nedenle devletin kısa zamanda bir
terörist yatağı haline gelmesi de mümkündü. Çünkü her ne kadar Türkiye
Kürtlerinin parlamenter geleneği varsa da, Irak ve Suriye Kürtleri bu açıdan çok
geri durumdaydılar. Kuracakları devlet kısa zamanda totalitarizmin kucağına düşecek,
Esat benzeri bir rejimle yönetilmeye başlayacaktı.
Batı ile PKK
perspektifleri arasındaki en önemli fark budur: yani Kürtlerin ayrılması
meselesi. Batı böylesi bir ayrılmaya kesinlikle karşıdır.
O halde Batı
ile PKK arasında uzlaşmaz bir çelişki var demektir. Zaman zaman PKK`nın Türkiye
tarafından ezilmesine ses çıkarılmaması bu çelişkiden kaynaklanıyor. Oysa hiçbir
zaman Türkiye`nin PKK`yı tam anlamıyla ezmesine müsaade edilmiyor. Neden?
Nedenlerden en
önemlisi Türkiye`deki demokratik parlamenter rejimin muhafazakâr sünni
Türklerin hakimiyeti altında olması… Eğer PKK olmazsa, Kürtler de sünni
olduklarından Fethullahçı ve benzeri akımların kısa zamanda Türkiye Kürtleri içinde
yeniden kök salarak Kürtleri yeniden Türklerin dümen suyuna sokması ve
Türkiye`nin alışageldiği, ta Atatürk`ten kalma eski düzenini yeniden kurması mümkün.
Nitekim bu eski düzene özlem bazı Atatürkçü kesimlerde hâlâ gündemdedir.
Eski Türkiye
Orta Doğu`dan kopuk, yapay ve gerçekle ilgisi olmayan kendine özgü bir yarı demokrasi içinde yaşayan bir ülkeydi. Şam ve Bağdat Türkiye`ye New York ve Washington`dan
daha uzaktı. Oysa Ortadoğu`nun giderek çözülmez hale gelen sorunlarının yeniden
çözülebilir olması için bir dışarıdan müdahale, yani Türkiye`nin Ortadogu`ya açılması
lazımdı. AKP`nin Yeni Osmanlılık hayalleri tam da bu amaca uygun düşüyordu. AKP`deki Osmanlıcılık bu amaçla körüklendi.
PKK da bu
müdahalenin, yani Türkiye`yi Ortadoğu`yla ilgilenmek zorunda bırakmanın bir başka
adıdır. PKK ezildiği anda, Türkiye yeniden kendi içine kapanacak ve su yüzüne çıkmamış
sorunlarını daha da içine gömerek yeniden Orta Doğu`dan uzaklaşmaya başlayacaktır.
Ama PKK`ya çok
fazla imkan da verilmemelidir. Çünkü o takdirde Türkiye`nin ayrışması söz
konusu olabilecektir. Bu yüzden PKK`yı Türkiye`den sürekli darbe yiyen ama yine
de bir türlü ölmeyen bir örgüt seviyesinde tutmak gerekmektedir.
Öte yandan bu Türkiye Kürtlerinin Suriye
ve Irak’ta yaşayan soydaşlarına yaklaşması için PKK-KCK gibi sınır ötesi yapılanmalara
ihtiyaç vardır. PKK-KCK sınır ötesi özelliği dolayısıyla böylesi bir bütünleştirici
siyaset güdebilecek Ortadoğu`daki tek örgüttür. Kuzey Irak Kürtleri Barzani ve
benzerleri çürümüş ve fazlasıyla bölgesel karakterleri dolayısıyla böylesi bir
role çok uygun değildirler. Nitekim bunun en iyi örneğini Kobani direnişi
öncesi ve sonrasında gördük. Kobani`ye sözüm ona direnmeleri için gönderilen peşmergelerden
bazıları kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen, Batı`ya sığınıp orada
iyi bir hayat yaşamak isteyen insanlardan başka bir şey değildiler. Bunların
ideolojik yapısı hiç olmadığından Taliban karşısında kaçan Afgan askerlerinden
veya IŞID karşısında kaçan şii askerlerinden temelde hiçbir farkları yoktu. Batı`nın
Afganistan`da Taliban karşısında hiç elde edemeyeceği bir zaferi belki de
Ortadoğu`da IŞID karşısında Batı`ya bir hediye gibi sunan yapılanma, PKK-KCK
yapılanmasıdır. Çünkü PKK-KCK yapılanması en az Taliban veya IŞID kadar ideolojik
bir içeriğe sahiptir. Onlardan tek farkı ideolojisinin dinsel değil, seküler
oluşudur. Oysa kendi özel veya ailevi çıkarlarının dışında daha genel bir amaç
uğruna ölmeye hazır olmak yeteneği Ortadoğu`da Batı yanlısı başka herhangi bir örgütte
bulunmamaktadır. Obama'nın Suriye muhaliflerine yönelik "eğit-donat" programının çökmesinin bir nedeni de budur.
Tabii bu, „bir amaç uğruna ölmeye hazır olmak“, savaşılan
coğrafyaya göre farklılık gösteriyor. Mesela Irak`taki şii askerler, tehlike kendi
evlerine doğru yaklaşınca, gözünü budaktan sakınmaz birer kahraman haline gelebiliyor. Aynı şey
Kuzey Irak`taki peşmergeler ve Afganistan`daki hükümet güçleri için de
söylenebilir. Mesela Afganistan`daki Kunduz düşmesinin tek nedeni, Kunduz halkının genellikle peştun milliyetine mensup olması ve savaşan hükümet
askerlerinin ise Afganistan`nın başka yörelerinden gelmiş olmasıdır. Yani onlar
evlerini savunmuyorlardı. O nedenle kaçtılar. Aynı şekilde Şiiler de Musul
önlerinde IŞID`den o nedenle kaçtı. Çünkü Musul şii değil, sünnî idi.
PKK-KCK`da farklı olan ise her yerde aynı sevk ve enerji ile,
ideolojik bir amaç uğruna savaşma yeteneğidir. Bu açıdan islamiyet için
savaştığı iddiasında olan IŞID ve Taliban örgütlerle aralarında bir benzerlik vardır. PKK-KCK işte IŞID
karşısında bu nedenle tutunabilmektedir.
Peki ya IŞID? Onu ortaya çıkaran da Batı değil mi? Onun
rolü ne peki?
Aslında yukarıda yazılanlardan sonra IŞID`e Batı tarafından
neden gereksinme duyulduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Kürtleri birleştirmek
için sadece PKK gibi sınırlar ötesi bir örgüt değil, belki de ondan daha etkili
olan ortak bir düşman yaratmak gerekmektedir.
IŞID bu nedenle El Kaide`den daha farklı bir muameleye tabi
tutulmuştur. 11 Eylül saldırısından sonra El Kaide`nin önder kadrosu 2-3 yıl içinde
ortadan kaldırıldı. Oysa IŞID`in önder kadrosuna yönelik böylesi bir ortadan
kaldırma hareketini Batı kaynaklı olarak görmüyoruz. Obama daha işin başında
„Bu iş uzun sürecek“ deyiverdi. Aslında uzun sürecek derken kastettiği şu: 'IŞID`in
kitle tabanı var. O nedenle hemen yok edilemez! Ayrıca ben IŞID`i yok
etmek için kendi askerimi de oraya gönderemem'. Ama aslında arka planda gizli
bir amaç da var. O da IŞID`in yok edilmesi için verilen mücadeleyi Ortadoğu`yu
yeniden düzenlemek için siyasi bir araç olarak kullanmak. Yani IŞID sayesinde
Kürtleri Araplardan ayrıştırmak ve onları kuzeye yani Türkiye`ye doğru itmek.
Alman sol harelet lideri Sahra Wagenknecht, “Kendi yarattıkları terör
örgütleriyle görünüşte savaşmak”la Batı`yı suçlarken bunu demek istiyor. Daha
önce de Arjantin cumhurbaşkanı Cristina Fernández de Kirchner de buna benzer
bir konuşma yapmıştı Birleşmiş Milletler`de. Bu arada Arjantin`in Falkland
adaları dolayısıyla Batı ile arasının bozuk olduğunu ve Batı karşıtı bütün düşünce
akımlarını gönüllü olarak desteklediğini belirtelim.
Öyleyse şu: karşılıklı
emme başma tulumba gibi çalışan bir mekanizma var karşımızda: PKK-KCK ile
Kürtleri tek bir amaç uğrunda seferber ederken, IŞID bütün bir Kürt
ulusunun canına kasteden bir düşman olarak Kürtleri Kuzeye, yani
Türkiye`ye doğru itiyor. Yani Türkiye ve Kürtler arasındakı ilişkilerde PKK-KCK ayrıştırıcı, İŞID de birleştirici, yapıştırıcı bir rol oynuyor. HDP ile de bu Türk-Kürt zoraki yakınlaşmasının
ve olası birleşmesinin ideolojik, kurumsal ve kültürel alt yapısı hazırlanıyor.
HDP`nin Türkiye`de iktidar ortağı olması seçeneği ile birlikte birleşme yönünde bir adım
daha atılmak isteniyor. Ama birleşme çok hızlı olmamalı, ki alt yapı, yani demokratik
kurumlar ve Türkiye`nin bu amaç uğrunda topyekun reformasyonu tamamlanabilsin. Birleşmeyi
yavaşlatmak için ara ara Türkiye ile PKK arasında savaş patlatmak kolay. PKK
zaten işarete bakıyor saldırmak için. PKK`nın burada üçüncü bir rolü daha çıkıyor
ortaya: Birleşmeyi yavaşlatmak fonksiyonu.
AKP de bütün
bunların uygulayıcısı durumunda şimdilik. Ama fazlasıyla kullanıldığından artık
eski popülaritesi kalmadı o başka. Bu nedenle şimdi ona bir koltuk değneği,
yani CHP gerekiyor.
CHP`yi silkeleyip
onu modern reformist bir parti haline getirmeyi deneyebilirler. HDP`nin hükümet
ortağı olması bu şekilde sağlanabilir. Olası bir CHP-HDP koalisyonunun Israil
dostu olacağını söylemeye gerek yok tabii.
Aslında AKP`nin
kuruluş amacı, onu bizzat kuranlarca çok farklı tanımlanıyordu. Yani AKP
kurulurken, ona Batı tarafından hangi rolün biçildiğinden tamamen habersizdi. Bu
husus da gelecek yazımın konusu olacak.