Bir önceki yazımda
Ortadoğu`daki asıl çelişkinin Kürt-Arap çelişkisi olduğunu ve Arap-İsrail, Şii-Sünni
çekişmelerinin ise ikincil çelişkiler olduğunu belirtmiştim.
Pekiyi Kürtlerle
olan çelişki neden bu kadar derin? Kürtler neden Ortadoğu`nun kırılmaya hazır fay
hattını oluşturdular? Bu soruya verilecek en iyi cevap, Kürtlerin diğer Orta Doğu
halklarına göre daha ileri bilinç seviyesinde olduğudur. Daha doğrusu Kürt
ulusu, Türkiye`nin direkt etkisi altındadır. Yarım yüzyıldır Türkiye ve Ortadoğu
arasında uçurum derinleştikçe Kürtlerin Orta Doğu`dan ayrışması da hızlanmıştır.
Bu gelişme otomatik olarak Kürtlerin Türkiye`ye yakınlaşmasını beraberinde
getirmiştir.
Kürtlerle Orta Doğu
halkları arasındaki ayrışma sadece ekonomik anlamda değil, kültürel, toplumsal ve
sanatsal bir ayrışmadır. Arap Baharı işte bu ayrışmayı daha da derinleştirmiş
ve Kürtlerin azınlık olarak bulunduğu Irak ve Suriye gibi ülkelerin parçalanmasını
gündeme getirmiştir.
Eğer Suriye ve
Irak`taki toplumsal gelişmişlik düzeyi Türkiye`den bu kadar farklı olmasaydı,
Kürtlerin Türkiye`ye yakınlaşması da bu kadar belirgin olmayacaktı.
Şimdi olayı böyle
ele alırsak Irak ve Suriye`deki bütün diğer çatışmaları Kürt bağlamında ele
almamız gerektığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Türkiye`nin Suriye`deki diğer
muhalif gruplarla Kürtler arasında denge kurma politikası bu nedenle temelden
yanlıştır. Çünkü Suriye`deki hiçbir grup Kürtler kadar zafere ulaşma şansına
sahip değildir.
Orta Doğu`yu
yeniden dizayn etme ve Sykes-Picot anlaşmasını rafa kaldırma niyetini hiç
gizlemeyen Batı`nın Kürt ayrışmasını bir anahtar olarak kullanması bir tesadüf
değildir bu anlamda.
Pekiyi, Batı
neden Sykes-Picot anlaşmasını artık istemiyor?
Çünkü bu anlaşma
Israil kurulmadan çok önce, Batı’nın o zamanki çıkarlarına göre düzenlenmişti.
Bu çıkarların esas olarak petrolü mümkün olduğu kadar ucuz ve kolay bir şekilde
Batı’nın kullanımına sunmak ana amacı etrafında şekillendiğini söyleyebiliriz.
Bu ana amaca uygun olarak masa başında sınırları cetvelle çizilerek yapay,
tarihsel hiçbir alt yapısı olmayan ülkeler yaratıldı. Başlarına Arap
şeyhlerinden oluşan kukla yönetimler getirildi. Bu kukla yönetimlerin toplumsal
tabanı olarak da petrol işleme sanayi ve bankacılık temelinde gelişen bir
komprador sınıflar yaratıldı.
Ama bu anlaşma
Arap unsuruna öncelik tanıyordu. Araplar ise İsrail kurulduktan sonra,
özellikle Soğuk Savaş yıllarında, Batı karşı Sovyetler Birliğini
desteklediler.Yani Lawrence modeli emperyalizm körfezdeki küçük Arap ülkeleri
ve Suudi Arabistan dışında çalışmadı denilebilir. Dolayısıyla Sykes Picot
anlaşması Sovyetlere Orta Doğu’da alan açarak Soğuk Savaş’ın daha uzun
sürmesine neden oldu. Çok kötü örgütlenmiş Sovyetler Birliği ve Doğu bloku hak
ettiğinden daha uzun yaşadı.
Sykes Picot anlasmasına göre Ortadoğu.
Kırmızı bölgeler Ingiliz'lerin, mavi bölgeler ise Fransızların payına düşen kesimleri göstermektedir. Anlaşmanın Türkiye ile ilgiki kısmı bilindiği gibi Lozan anlaşması ile tarihe karıştı.
Skykes Picot anlaşmasının
sonunu getiren ise El Kaide’nin ortaya çıkışı olmuştur. El Kaide’ye karşı bütün
Arap ülkeleri (hattâ Suudi Arabistan bile) ikircikli bir tavır sergilediler.
Dolayısıyla bölgede Arap unsurunun önemini azaltmak ve Kürt unsurunu öne
çıkarmak düşüncesi hızla gelişti.
İşte Türkiye`nin hâlâ
bunu anlamamak için ayak dirediği gerçek budur. Ortdadoğu`daki Türkiye
politikasının yanlışılığı, istenmese bile Kürt zaferine seyirci kalmanın zorluğundan
kaynaklanmaktadır.
Türkiye`deki bu
direnci iyi analiz eden Batı, HDP projesini geliştirdi. Şimdi HDP nasıl bir
proje ona bakalım.
- Önce dinsel referansları nedeniyle çok oy olabilecek AKP projesi gelistirildi. Bu arada PKK terörü can almaya devam ediyordu. AKP ile HDP ayni projenin farklı, ama paralel iki ürünüdür. Dolayısıyla Abdullah Öcalan’ın ‘Hoca’yı (yani Fethullah Gülen’i - GS) Pensilvanya’ya beni buraya Imralı’ya aldılar’ demesı tamamen bır gerçeği yansıtmaktadır. Türkiye`deki iyi kötü işleyen bir parlamenter mekanizma vardı. Proje için gerekli olarak partiler bu mekanizma sayesinde adeta verimli bir toprağa atılan tohumlar gibi çabucak filizlendiler. Mevcut bütün partiler çeşitli komplolarla sistem dışına itildi. DSP MHP ANAP ve diğerleri.
- PKK terörüne hız verildi ki, Türkiye halkı çözüm sürecinden medet umar hale gelsin, hatta daha da ileri giderek onu istesin. HDP`nin yükselişine PKK terörü iki açıdan hizmet etmiştir. 1- Halkın gözü terörle korkutularak insanlar ölümü görüp sıtmaya razı olma noktasına getirilmiştir. 2- Türkiye çözüm sürecine mecbur bırakılarak terörle sonuç alınabileceği halka öğretilmiştir. Çözüm süreci ilerletilmezse ve bu süreçten sapılırsa terörün yeniden başlayabileceği şantajı yapılmıştır. Şiddetle sonuç alabilen PKK`nın sempatizan sayısı bu nedenle çok hızlı biçimde artmıştır. Çünkü bütün Ortadoğu halkları gibi Kürtler de şiddete tapar. Yani terör sadece bir yıldırma politikası değildi, aynı zamanda bir kitle tabanını geliştirme politikasıydı. Aynı yöntem IŞID’in geliştirilmesinde de kullanılmıştır.
- Basın yayın organlarıyla bu politika halka iyice benimsetildi. Halk terör şerbetini yudum yudum içmek zorunda kaldı. Bu arada Mehmet Ali Birand ikide bir yeni yetişen Kürt gençleri için “Arkadan öyle bir nesil geliyor ki, onlarla anlaşmak imkânsız. Barış yapılacaksa şimdiki yönetimle yapılmalıdır, tarzı yazılar yazıyordu. ‘Yoksa bır daha barış fırsatını bulamayacağız” diyordu. Bu tür yazıları terörle halka bir şeyleri zorla kabul ettirme politikasının bir parçası olarak kabul etmek gerekir.
- Öte yandan Türkiye`de hatırı sayılır bir demokratik kamuoyu vardı ve bu insanlar Kürtlere hakları verilmelidir, diyordu. Artan PKK terörü bu insanların seslerini çıkarmalarına ve Kürtleri açıkça savunmalarına müsaade etmiyordu. Yani bir bakıma terör Türkiye`nin demokratikleşmesini baskı altına alıyordu. Orduyu ve militarizmi toplumun ilginin merkezine koyuyor ve terörle mücadeleden beslenen asalak bir kesimin tasfiyesini önlüyordu. Ve daha önemlisi terör uzadıkça halktaki intikam duyguları ağır basıyor ve Türkiye’yi Kürt gerçeğine razı etmek için Batı için çok değerli olan o yılgınlık azalmaya yüz tutuyordu.
- Bu nedenle Batı Kaynaklı AKP HDP projesinde kısa bir duraklama anı yaşandı. Bu duraklama tam da 2009-2010 yıllarına tekabül eder. PKK terörü neticesinde halk orduya yakınlaşmasın diye başlatılan orduyu itibarsızlastırma kampanyaları (Ergenekon, Balyoz davaları) yönetimi daha da sevimsizleştirdi. Taraf gazetesi ve yazarların (başta Emre Uslu ve Ahmet Altan olmak üzere) tetikçi olarak kullanılması komplo izlenimini güçlendirdi.
- Arap Baharı Türkiye’yi tam da böyle bir ortamdayken yakaladı denebilir. Arap baharı Türkiye`de terörden ve baskı rejiminden bıkan insanların demokratik hareketliliğini hızlandırmıştır. Türkiye hızla Gezi protestolarına sürüklendi. Türkiye`de halk hareketlerinin tarihi daha eskidir ve kapsamı da daha geniştir. Arap Baharı ile dengelerin sarsılması, Türkiye`de tam anlamıyla bir tsunami yaratmıştır. Bu tsunamiden hükümet kendini zor kurtarmıştır denebilir.
HDP işte böyle
bir ortamda ön plana çıktı ve Kürt hareketiyle Türkiye`nin büyük şehirlerindeki
demokratik kamuoyu arasında bir köprü oluşturdu.
Yani Arap Baharı
ve buna bağlı olarak Gezi olayları olmasaydı, ne HDP sahneye çıkabilir, ne de Irak
ve Suriye`deki Kürtler Türkiye`ye yanaşabilirdi. Unutmayalım ki, IŞID ve El
Nusra gibi örgütlerin kriminalize edilmesi ve onların vahşet suçlarının video
kayıtları yoluyla gözler önüne serilmesi, Kürtlerin Suriye ve Irak`tan tamamen
koparak Türkiye`ye yaklasmalarını hızlandırmıstır ve Türkiye kamuoyunun
Kürtlere sempati ile bakmasını ve dolayısıyla HDP’ye oy vermesini
kolaylaştırılmıştır, denebilir.
Pekiyi amaç ne?
Neden Irak ve Suriye`deki Kürtler Türkiye`ye yakınlaştırılıyor? Neden bu yakınlaşmaya
paralel olarak Türkiye`de HDP iktidara yürüyen bir parti olarak yükseltiliyor? Pekiyi
AKP neden aniden frene bastı ve çözüm sürecinin bir parçası olmaktan çıktı ve
tasfiye sürecine girdi?
Bunları gelecek
yazımda detaylandıracağım.