21 Haziran 2015 Pazar

Gelecekteki Ortadogu Nasıl Şekillenecek 2 - HDP projesinin ana hatlari

Bir önceki yazımda Ortadoğu`daki asıl çelişkinin Kürt-Arap çelişkisi olduğunu ve Arap-İsrail, Şii-Sünni çekişmelerinin ise ikincil çelişkiler olduğunu belirtmiştim.

Pekiyi Kürtlerle olan çelişki neden bu kadar derin? Kürtler neden Ortadoğu`nun kırılmaya hazır fay hattını oluşturdular? Bu soruya verilecek en iyi cevap, Kürtlerin diğer Orta Doğu halklarına göre daha ileri bilinç seviyesinde olduğudur. Daha doğrusu Kürt ulusu, Türkiye`nin direkt etkisi altındadır. Yarım yüzyıldır Türkiye ve Ortadoğu arasında uçurum derinleştikçe Kürtlerin Orta Doğu`dan ayrışması da hızlanmıştır. Bu gelişme otomatik olarak Kürtlerin Türkiye`ye yakınlaşmasını beraberinde getirmiştir.

Kürtlerle Orta Doğu halkları arasındaki ayrışma sadece ekonomik anlamda değil, kültürel, toplumsal ve sanatsal bir ayrışmadır. Arap Baharı işte bu ayrışmayı daha da derinleştirmiş ve Kürtlerin azınlık olarak bulunduğu Irak ve Suriye gibi ülkelerin parçalanmasını gündeme getirmiştir.

Eğer Suriye ve Irak`taki toplumsal gelişmişlik düzeyi Türkiye`den bu kadar farklı olmasaydı, Kürtlerin Türkiye`ye yakınlaşması da bu kadar belirgin olmayacaktı.

Şimdi olayı böyle ele alırsak Irak ve Suriye`deki bütün diğer çatışmaları Kürt bağlamında ele almamız gerektığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Türkiye`nin Suriye`deki diğer muhalif gruplarla Kürtler arasında denge kurma politikası bu nedenle temelden yanlıştır. Çünkü Suriye`deki hiçbir grup Kürtler kadar zafere ulaşma şansına sahip değildir.

Orta Doğu`yu yeniden dizayn etme ve Sykes-Picot anlaşmasını rafa kaldırma niyetini hiç gizlemeyen Batı`nın Kürt ayrışmasını bir anahtar olarak kullanması bir tesadüf değildir bu anlamda.

Pekiyi, Batı neden Sykes-Picot anlaşmasını artık istemiyor?

Çünkü bu anlaşma Israil kurulmadan çok önce, Batı’nın o zamanki çıkarlarına göre düzenlenmişti. Bu çıkarların esas olarak petrolü mümkün olduğu kadar ucuz ve kolay bir şekilde Batı’nın kullanımına sunmak ana amacı etrafında şekillendiğini söyleyebiliriz. Bu ana amaca uygun olarak masa başında sınırları cetvelle çizilerek yapay, tarihsel hiçbir alt yapısı olmayan ülkeler yaratıldı. Başlarına Arap şeyhlerinden oluşan kukla yönetimler getirildi. Bu kukla yönetimlerin toplumsal tabanı olarak da petrol işleme sanayi ve bankacılık temelinde gelişen bir komprador sınıflar yaratıldı.

Ama bu anlaşma Arap unsuruna öncelik tanıyordu. Araplar ise İsrail kurulduktan sonra, özellikle Soğuk Savaş yıllarında, Batı karşı Sovyetler Birliğini desteklediler.Yani Lawrence modeli emperyalizm körfezdeki küçük Arap ülkeleri ve Suudi Arabistan dışında çalışmadı denilebilir. Dolayısıyla Sykes Picot anlaşması Sovyetlere Orta Doğu’da alan açarak Soğuk Savaş’ın daha uzun sürmesine neden oldu. Çok kötü örgütlenmiş Sovyetler Birliği ve Doğu bloku hak ettiğinden daha uzun yaşadı.

Sykes Picot anlasmasına göre Ortadoğu. 

Kırmızı bölgeler Ingiliz'lerin, mavi bölgeler ise Fransızların payına düşen kesimleri göstermektedir. Anlaşmanın Türkiye ile ilgiki kısmı bilindiği gibi Lozan anlaşması ile tarihe karıştı.

Skykes Picot anlaşmasının sonunu getiren ise El Kaide’nin ortaya çıkışı olmuştur. El Kaide’ye karşı bütün Arap ülkeleri (hattâ Suudi Arabistan bile) ikircikli bir tavır sergilediler. Dolayısıyla bölgede Arap unsurunun önemini azaltmak ve Kürt unsurunu öne çıkarmak düşüncesi hızla gelişti.

İşte Türkiye`nin hâlâ bunu anlamamak için ayak dirediği gerçek budur. Ortdadoğu`daki Türkiye politikasının yanlışılığı, istenmese bile Kürt zaferine seyirci kalmanın zorluğundan kaynaklanmaktadır.

Türkiye`deki bu direnci iyi analiz eden Batı, HDP projesini geliştirdi. Şimdi HDP nasıl bir proje ona bakalım.
  • Önce dinsel referansları nedeniyle çok oy olabilecek AKP projesi gelistirildi. Bu arada PKK terörü can almaya devam ediyordu. AKP ile HDP ayni projenin farklı, ama paralel iki ürünüdür. Dolayısıyla Abdullah Öcalan’ın ‘Hoca’yı (yani Fethullah Gülen’i - GS) Pensilvanya’ya beni buraya Imralı’ya aldılar’ demesı tamamen bır gerçeği yansıtmaktadır. Türkiye`deki iyi kötü işleyen bir parlamenter mekanizma vardı. Proje için gerekli olarak partiler bu mekanizma sayesinde adeta verimli bir toprağa atılan tohumlar gibi çabucak filizlendiler. Mevcut bütün partiler çeşitli komplolarla sistem dışına itildi. DSP MHP ANAP ve diğerleri.

  • PKK terörüne hız verildi ki, Türkiye halkı çözüm sürecinden medet umar hale gelsin, hatta daha da ileri giderek onu istesin. HDP`nin yükselişine PKK terörü iki açıdan hizmet etmiştir. 1- Halkın gözü terörle korkutularak insanlar ölümü görüp sıtmaya razı olma noktasına getirilmiştir. 2- Türkiye çözüm sürecine mecbur bırakılarak terörle sonuç alınabileceği halka öğretilmiştir. Çözüm süreci ilerletilmezse ve bu süreçten sapılırsa terörün yeniden başlayabileceği şantajı yapılmıştır. Şiddetle sonuç alabilen PKK`nın sempatizan sayısı bu nedenle çok hızlı biçimde artmıştır. Çünkü bütün Ortadoğu halkları gibi Kürtler de şiddete tapar. Yani terör sadece bir yıldırma politikası değildi, aynı zamanda bir kitle tabanını geliştirme politikasıydı. Aynı yöntem IŞID’in geliştirilmesinde de kullanılmıştır.

  • Basın yayın organlarıyla bu politika halka iyice benimsetildi. Halk terör şerbetini yudum yudum içmek zorunda kaldı. Bu arada Mehmet Ali Birand ikide bir yeni yetişen Kürt gençleri için “Arkadan öyle bir nesil geliyor ki, onlarla anlaşmak imkânsız. Barış yapılacaksa şimdiki yönetimle yapılmalıdır, tarzı yazılar yazıyordu. ‘Yoksa bır daha barış fırsatını bulamayacağız” diyordu. Bu tür yazıları terörle halka bir şeyleri zorla kabul ettirme politikasının bir parçası olarak kabul etmek gerekir.

  • Öte yandan Türkiye`de hatırı sayılır bir demokratik kamuoyu vardı ve bu insanlar Kürtlere hakları verilmelidir, diyordu. Artan PKK terörü bu insanların seslerini çıkarmalarına ve Kürtleri açıkça savunmalarına müsaade etmiyordu. Yani bir bakıma terör Türkiye`nin demokratikleşmesini baskı altına alıyordu. Orduyu ve militarizmi toplumun ilginin merkezine koyuyor ve terörle mücadeleden beslenen asalak bir kesimin tasfiyesini önlüyordu. Ve daha önemlisi terör uzadıkça halktaki intikam duyguları ağır basıyor ve Türkiye’yi Kürt gerçeğine razı etmek için Batı için çok değerli olan o yılgınlık azalmaya yüz tutuyordu.

  • Bu nedenle Batı Kaynaklı AKP HDP projesinde kısa bir duraklama anı yaşandı. Bu duraklama tam da 2009-2010 yıllarına tekabül eder. PKK terörü neticesinde halk orduya yakınlaşmasın diye başlatılan orduyu itibarsızlastırma kampanyaları (Ergenekon, Balyoz davaları) yönetimi daha da sevimsizleştirdi. Taraf gazetesi ve yazarların (başta Emre Uslu ve Ahmet Altan olmak üzere) tetikçi olarak kullanılması komplo izlenimini güçlendirdi.

  • Arap Baharı Türkiye’yi tam da böyle bir ortamdayken yakaladı denebilir. Arap baharı Türkiye`de terörden ve baskı rejiminden bıkan insanların demokratik hareketliliğini hızlandırmıştır. Türkiye hızla Gezi protestolarına sürüklendi. Türkiye`de halk hareketlerinin tarihi daha eskidir ve kapsamı da daha geniştir. Arap Baharı ile dengelerin sarsılması, Türkiye`de tam anlamıyla bir tsunami yaratmıştır. Bu tsunamiden hükümet kendini zor kurtarmıştır denebilir.

HDP işte böyle bir ortamda ön plana çıktı ve Kürt hareketiyle Türkiye`nin büyük şehirlerindeki demokratik kamuoyu arasında bir köprü oluşturdu. 

Yani Arap Baharı ve buna bağlı olarak Gezi olayları olmasaydı, ne HDP sahneye çıkabilir, ne de Irak ve Suriye`deki Kürtler Türkiye`ye yanaşabilirdi. Unutmayalım ki, IŞID ve El Nusra gibi örgütlerin kriminalize edilmesi ve onların vahşet suçlarının video kayıtları yoluyla gözler önüne serilmesi, Kürtlerin Suriye ve Irak`tan tamamen koparak Türkiye`ye yaklasmalarını hızlandırmıstır ve Türkiye kamuoyunun Kürtlere sempati ile bakmasını ve dolayısıyla HDP’ye oy vermesini kolaylaştırılmıştır, denebilir.

Pekiyi amaç ne? Neden Irak ve Suriye`deki Kürtler Türkiye`ye yakınlaştırılıyor? Neden bu yakınlaşmaya paralel olarak Türkiye`de HDP iktidara yürüyen bir parti olarak yükseltiliyor? Pekiyi AKP neden aniden frene bastı ve çözüm sürecinin bir parçası olmaktan çıktı ve tasfiye sürecine girdi?

Bunları gelecek yazımda detaylandıracağım.

11 Haziran 2015 Perşembe

MHP`den taktik hatası, AKP ve CHP erime sürecinde

Devlet Bahceli, daha seçim biteli birkaç saat bile olmamışken geceyarısı, siyasi kariyerinin en önemli hatalarından biri sayılabilecek bir konuşmayla koalisyona kapıyı kapattı. 

Aslında çok da haksız sayılmazdı. Erimek ve parçalanmak üzere olan bir AKP var karşımızda. Her ne kadar %40 oy almışsa da, bu oylar erimeden arta kalanlar. Yani %49`dan %40`a düşüş söz konusu. Hani, Davutoğlu diyor ya, Cumhuriyet tarihinde birkaç kez %40 geçilmiştir, o nedenle bu sonuç başarıdır, diye. Aldırmayın. Çünkü %25`ten 40`a çıkmış değilsin. 49`dan 40`a inmiş durumdasın. Bir erime var ortalıkta ve başaşağıya gidiş söz konusu. Ve bu baş aşağıya gidiş o kadar hızlı ki, %20`lere tekabül ediyor. Çok yakında AKP diye bir şey kalmayacak ortalıkta. MHP bunu biliyor. MHP`nin geçmişte çökmek üzere olan partilerle yaptığı 2001`de iflas bayrağını çeken acı bir koalisyon deneyimi var. Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer misali şimdi de AKP`ye yanaşmakta güçlük çekiyor. Ama daha ilk saatlerde kendini oyunbozan konumuna düşürmek de gerekmiyordu tabii. Şimdi AKP CHP koalisyonu Erdoğan ve Baykal eliyle kotarılmaya başlayınca, bu şefer de geri adım atıyor. Koalisyon için şartlar ileri sürüyor. Güvenilir bir siyasetçi için kabul edilebilir sertlikte zikzaklar değil bunlar.

Ileri sürdüğü şartlar da aslında "şart" değil. 17-25 Aralık dosyalarının açılmasını istiyor. Bunu tartışmak bile gereksiz. Çünkü her üç muhalefet partisi de bunu istiyor ve meclis açılır açılmaz zaten bu dosyalar da açılacak. Bu dosyaların açılması için oy vermeyen muhalefet partisi siyaseten intihar etmiş sayılır. Bu dosyalar açılacak ve 4 bakan yüce divana sevkedilecek. O halde bunu koalisyon şartı olarak öne sürmek gereksiz olduğu kadar, gülünç de.

Diğer şart daha da komik. Erdoğan şartı. AKP`den Erdoğan`ı dizginlemesini istemek "Yağmuru durdurabilir misin" demek gibi bir şey. AKP Erdoğan`a nasıl söz geçirsin.

Belki dişe dokunur tek şart çözüm süreci ile ilgili olanıdır. AKP`yi çözüm sürecinden alıkoymak çabasıdır. O zaman AKP Güney Doğu`dan tamamen silinecek ve buralar HDP`nin eline geçecektir ve koalisyonun Güney Doğu`da tabanı kalmayacaktır. Sadece o değil. Koalisyon aynı zamanda Türkiye`nin geri kalan bölgelerinde de kitlesel desteğini kaybedecektir. AKP buna razı olur mu? Evet. Ama o zaman yolsuzluk dosyaları konusunda MHP`den destek istemek opsiyonu dogar. Kendimizi AKP yerine koyup şöyle bir düşünelim: hem MHP istedi diye geniş bir kitlenin (neredeyse %10`lara varacak olan bir dilimdir bu) desteğini daha kaybedeceksin. Toplumsal taban açısından %20`lere ineceksin. Hem de üyelerinin önemli bir kısmının yolsuzluk dosyaları nedeniyle aslanların önüne atılmasına sessiz kalacaksın. Yani hem erime, hem de parçalanma. Çarmıha gerilmek gibi bir şey. Bu nedenle AKP MHP koalisyonu abesle iştigal anlamına geliyor bugün. Belki de bu opsiyonun üzerine kocaman bir çarpı işareti koymak en iyisidir. Zaten MHP iktidar ve icraat değil sadece bir tepki ve direniş partisidir. MHP`nin yeni modern Türkiye`yi kucaklamak ve yönetmek gibi bir derdi asla yoktur ve aslında hiçbir zaman da olmamıştır. Proje ve yeni fikir konusunda da MHP en kısır partidir bunun doğal bir sonucu olarak.

AKP iktidarda kalmak istiyor. Bu nedenle ister istensin isterse istenmesin, AKP CHP koalisyonu yine de en mümkün olanıdır. Bu aritmetik bir gerçektir. Bir kere bu koalisyon yolsuzluk dosyalarının acılmasının yaratacağı deprem etkisi hafifletir. Aslinda bu dosyalar cemaat etkisiyle çok abartıldı. Sanki Türkiye siyaseti pir-ü paktı da onu AKP kirletti gibi bir algı yaratıldı. Toplum bu dosyalara daha soğukkanlı bakmayı öğrenmeli. AKP CHP koalisyonu bu hafifletici etkiyi yapmak ve toplumu makul bir çizgiye çekmek için mükemmel bir araç.

Davutoğlu`nun Erdoğan`ın koşullandırmasıyla gölgelenmiş olan bilgeliği ve bilim adamı kimliği, olaylara duygusal değil akılcı yaklaşım yeteneği bu aşamada devreye girip CHP ile hatta belki de Türkiye`nin en uzun koalisyon deneyimini başlatabilir. Ayrıca kavga etmeyi ve birbirinin kuyusunu kazmayı düşünmeyen bir koalisyon Türkiye`nin dış dünyaya karşı, zaten seçimlerle iyice parlamış olan demokratik performansının, daha da belirginleşmesini sağlar. Bu da az buz bir şey değildir aslında. Çünkü Türkiye gibi dışarıdan borçlanmaksızın ekonomisini devam ettiremeyecek durumda olan bir ülke için dış görünüm hayatî derecede önemlidir.

Ve nihayet başkanlık tartışmaları ve yargı üzerinde kurulmaya çalışılan baskı ile iyice yıpranmış olan devlet kurumları bu koalisyon sayesınde rahat bir nefes alır. Çözüm süreci ilerler. Hatta yeni bir anayasa bile mümkün hale gelir. Ancak bu koalisyon yine de HDP`nin yükselişini engelleyemeyecektir. Çünkü artan demokrasi ihtiyacı AKP`nin artık daha fazla iktidarda kalmasını imkânsız kılacak derecede fazladır. HDP`nin tek başına iktidara gelecek şekilde yükselişi AKP/CHP koalisyonunu yıpratacak ve sonunda koalisyonun bitmesine neden olacaktır. Çünkü HDP, AKP`den de CHP`den de oy alabilecek bir partidir ve AKP ile CHP`nin HDP`nin önünü kesmek için ellerinde neredeyse hiçbir araç yoktur.