12 Eylül 2015 Cumartesi

AKP ve İç Savaş

AKP`nin iktidarı bırakmamak icin ic savaşı kışkırttığına dair özellikle Batı basınında yer alan görüşler, fazlasıyla banal ve kolaycı görüşlerdir. Bunlar büyük bir ihtimalle Türkiye`ye hiç ayak basmamış insanlar tarafından dile getiriliyor. Çünkü Türkiye`de yaşamış olan herkes iç savaş olasılığının en çok artması gereken 1970`li yıllarda bile sıfıra yakın bir çizgide seyrettiğini bilir.
İç savaş her ülkede çıkmaz. İç savaşın çıkması için ona uygun isyan kültürünün yüzyillar boyunca bir ülkede zihinlere iyice yerleşmiş olması gerekir. Mesela Japonya`da iç savaş çıkmaz. Japonya`da devrim de olmaz. Almanya, Iskandinav ülkeleri, genel olarak bütün Germenler bu durumdadır. Latinler, Araplar, Iranlılar, Afganlar, Hintliler ve Slavlar farklıdır mesela. Slavlar en çok birbirinin canına kıyan ırktır. Bunun son örneğini korkunç görünümler sergileyen Yugoslavya`nın parçalanması sürecinde gördük. Yine aynı sekilde Ispanya Iç savaşı, Suriye Iç Savaşı, Arapların ve Latinlerin birbirlerinin kanına nasıl susadıklarını çok açık bir şekilde gösterdi.
Genel olarak bütün Altay ve Ural ırkları, Türkler, Moğollar, Finliler, Macarlar iç savaşa uzaktır. Bu milletlerin fertlerinin iki karşıt kampa ayrıldıkları ve birbirleriyle savaştıkları, Kore örneği dışında, pek görülmemiştir. Yani ırksal etkiler iç savaş açısından önemlidir. Soğuk savaş yıllarına rastlayan Kore örneğinde dışsal etkiler daha fazladır.
İngilizlerin Türkiye politikasının 1. Dünya savaşı bitiminde iflas etmesinin belki de tek nedeni, onların Türk ırkının özelliklerini zerre kadar tanımamıs olmalarıdır. Rıza Nur anılarında, Ingilizlerin Kurtuluş Savaşı sırasında Türklerin birliğini bozmak için, Konyalılara „Sizler Türk değilsiniz, Selçukîsiniz“ diye propaganda yaptıklarını anlatır. Ingilizlerin „böl ve yönet“ politikası Türkiye`de işlemedi. Çünkü onlar aynı Arap kabilelerini nasıl para ile satın alıp birbirine düşürdülerse ve Umman`ı silahsız 10 memurla, tamamen bu fitne fücur politikası sayesinde yönettilerse, aynı taktiklerin Türkleri yönetmek için yeterli olduğunu sanma hatasına düştüler. Sonunda olan, onların kışkırtması üzerine Anadolu topraklarında ilerlemeye cüret eden Yunanlılara oldu.
Şimdi aynı şekilde yarı cahil Batı basını Türkiye`de iç savaş olasılığının arttığını yazıyor. Suriye iç savaşının Türkiye`ye de sıçradığını ima ediyorlar. Ama bir kez daha Türklerin Araplardan çok farklı olduğunu görememe hatasınına düşüyorlar. Görünen o ki, bir kere daha kayaya toslayacaklar.
Fakat yine de AKP`nin tavırları birçok bakımdan sanki böyle bir algıyı yaratmaya yönelik bir çabayı yansıtıyor gibi. Her şeyden önce Gezi olayları sonrasında eli sopalı adamların ortaya çıkması, AKP`nin milis gücü oluşturduğu ve bir iç savaşa hazırlandığı şeklinde yorumlandı. Erdoğan bir konuşmasında „%50`yi zor tutuyoruz,“ dedi. Gezi olayları sırasında Erdoğan`ı karşılayan kalabalık, „Izin ver gidelim, Taksim`i ezelim“ şeklinde slogan attı. Yine o olaylar sonrasında jöleli danışman Yiğit Bulut „Türkiye Cumhuriyetinin  başbakanının kılına sandık dışı yollarla bir zarar gelirse bu topraklarda önümüzdeki yüz sene kimse huzurla kahvaltı edemez“ şeklinde bir cümle sarfetti.  
Daha sonra bu söylemler devam etti. AKP 7 Haziran 2015`te iktidardan düşünce, söylemler iki üc katına cıktı. Hürriyet gazetesine yapılan saldırının Erdoğan`i destekleyici sloganlar atan bir grup eylemci tarafından gerçekleştirilmesi ve bunların parmaklariyla bozkurt işareti yapmaları çok manidardır. Yine gazeteci Ahmet Hakan`ın açıkça başka bir köşe yazarı tarafından ölümle tehdit edilmesi, HDP binalarına yapılan saldırılar kışkırtmanın boyutlarını gösteriyor. AKP çevrelerinin bu eylemleri destekledikleri çok açık biçimde görülüyor.
Fakat olaylara biraz daha yakından bakılırsa, aslında resmin hiç de öyle olmadığını görüyoruz.
Burada gerçek bir iç savaş olasılığından çok Ingilizcede „brinkmanship policy“ yani „uçurum politikası“ olarak adlandırılan geçici denge durumu söz konusu. Uçurum politikası birbirine eşit iki karşıt gücün yenişemediği zamanlarda içine düşülen ve soğuk savaş yıllarında olduğu gibi bazen 30-40 yıl sürebilen bir kararsız denge durumudur. Bu durumda karşıt güçler birbirlerini şiddet tehdidi ile psikolojik olarak çökertme amacını güderler. Şiddet nadiren uygulanır, daha çok şiddet uçurumunun kenarına gidip gidip gelinir. Yani uçurum politikası birçok yönleriyle aslında dayanıklı olanın kazandığı bir sinir savaşıdır.
Şimdiki Türkiye`de olduğu gibi.
AKP gerçi iktidarı kaybetmiş durumda, ama kaybını dengeleyecek cumhurbaşkanlığı kozunu elinde tutuyor. Öte yandan muhalefet, gerçi çoğunluğu eline geçirdi, ama kendi içinde uzlaşmaz çelişkileri barındırıyor. Muhalefetin esas çekirdeğini ise HDP ve ona oy veren demokrat Türkler oluşturuyor.
AKP`nin iç savaş çağrısı anlamına gelebilecek söylem ve davranışlarının işte bu çekirdek muhalefeti (yani Kürtlerle birlikte onlara oy veren demokrat Türkleri) yıpratmaya yönelik bir sinir savası olduğunu söyleyebiliriz. Karşı tarafın örgütlenme zafiyetine ve iç çelişkilerine oynuyorlar. Nitekim bu çaba hiç sonuç vermiyor da değil. PKK ile HDP arasındaki çelişkiler bu çaba sayesinde iyice su yüzüne çıktı. HDP, PKK ile devlet arasında kalmış olmanın sıkıntısını yaşadı ve hâlâ da yaşıyor. Yeni bir seçimde, Güneydoğu`da sandık güvenliğinin sağlanamayabileceği propagandası altan alta yapılıyor.
HDP`yi destekleyen demokrat ve sosyalist Türkler üzerinde ise psikolojik savaş taktiklerinin neredeyse hepsi denendi.Hattâ daha da ileri gidilip ikinci seçimde de AKP için tek başına iktidar çıkmazsa kaosun artabileceği ima ediliyor. Verin başkanlığı, kaos dursun, çocuklarınız ölmesin. Kısaca söylenen bu. Can derdine düşen halkın, HDP`yi desteklemekten vaz geçeceği hesap ediliyor.
Ama AKP`nin bu uçurum politikasının başarılı olabilmesi yine de mümkün değil. Bunun bir değil, birçok nedeni var:
1-  Uçurum politikasında tehdidin geçerli olabilmesi için „ortak zemin“, „aynı geminin içindeyiz“ fikrinin olmaması gerekir. Ki karşı taraf tehdidi iyice algılasın. Nitekim soğuk savaş yıllarında Sovyetler ve Batı`nın ilk vuranın kazanacağı bir savaşı gerçekten çıkartma ihtimali her zaman vardı. Öysa AKP`nin uçurum politikasında böyle değil. Her tarafı savaşlarla ve bunalımlarla çevrili Türkiye`de halk AKP`nin daha fazla ileri gidemeyeceğini, her şeyden önce Batı`nın böyle bir istikrar adasını feda edemeyeceğini çok iyi biliyor. Aynı zamanda Türkiye`nin daha olumsuz koşullarda bile iç savaşa sürüklenmediğinin, halkın sükûnetini koruduğunun herkes farkında.
2- Uçurum politikasında aynı zamanda „zaman“ sınırlamasının olmaması gerekir. Taraflar birbirlerinin ilelebet tehdit edebilecekleri algısı üzerinden politika yaparlar ki yılgınlık eninde sonunda taraflardan birinin saflarında ortaya çıkabilsin. Oysa Türkiye`de anayasal saatin tiktakları sürekli duyuluyor. Bu öyle bir saat ki, Erdoğan Davutoğlu`nu görevlendirmeyi ancak  iki hafta geciktirebildi.
3- Uçurum politikasında meşruiyet, yasalar, insanlık gibi şeyler yoktur. Taraflar birbirlerine her çeşit alçaklığı yapabilme özgürlüğüne sahiptirler. Oysa Türkiye`de oyunu bozanın oyun dışı kalacağı bir anayasal meşruiyet zemini ve onun temelinde gelişen bir seçim süreci var.
4-  Fakat belki de bunlardan daha önemlisi AKP`nin politik eğrisinin bir kez yönünü aşağıya çevirdiği, bir daha yukarı dönemeyeceği gerçeğidir. Politik arenada geri çekilme bir kez başladı mı kolay kolay durulmaz. Arınç`ın „Bu iş bitti“ demesinin nedeni de bu. Üstelik bu işin bittiğine yönelik algı AKP saflarında engelenemez biçimde yayılıyor. AKP en güçlü olduğu zamanda Gezi olayları denen kayaya toslamıştı. Bu kaya, AKP`nin hiçbir zaman söz geçiremeyeceği Türkiye`nin diğer yüzde ellilik kısmının başladığı sınırı ifade ediyordu. Şimdi o kayaya toslamadan sonra kaçınılmaz biçimde gündeme gelen geri çekilmeyi yaşıyoruz. Bu geri çekilmeyi tekrar kayaya toslamaya neden olacak bir ileri dalgaya dönüştürmek hemen olacak bir şey değil. Hattâ tam tersi, bu geri çekilmenin, AKP`nin her çırpınmasında daha da hızlanacağı muhakkak.
Dolayısıyla AKP`nin uçurum politikasının hiç de soğuk savaş yıllarında olduğu gibi gerçek bir tehdit algılaması yaratması ve AKP`nin rakiplerinin yüreğine korku salması mümkün değil. Bu gerçek tabii ki AKP kurmayları tarafından biliniyor. Özellikle anket sonuçlarının AKP lehine bir milim bile kıpırdamadığı bir ortamda.
Pekiyi o zaman neden AKP, özellikle Erdoğan`dan ve onun danışmanlarından kaynaklanan bu politikada ısrar ediyor?
Çünkü AKP iktidardan çekildiği andan itibaren saflarındaki çözülmeyi engellemek ve kendisinden hesap sorulmasının önüne geçmek için gerektiğinde şiddet kullanmaktan kaçınmayacak militarize bir güç haline gelmeyi planlıyor (Eli sopalı adamlar vs.). Gezi olaylarından beri süre gelen politik geri çekilme hareketinin %25-30 sınırlarında duracağını, sonra yeni bir ileri hamlenin mümkün olacağının hesabını yapıyor.
AKP kendisini dokunulmaz kılacak bütün tedbirleri aldıktan sonra iktidarı bırakabilir ancak. Bu da tabii ki Türkiye için sancılı bir süreç. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder