22 Ağustos 2014 Cuma

Anti-Erdogan Blogunun Aksayan Ayagi: MHP

Bir önceki yazimda Türkiye`deki muhalefetin bir anti Erdogan bloguna dönüstügünü, blogu meydana getiren siyasi partilerin arasinda farkliliklar olmasina ragmen bu birlikteligin devam etmesi icin yeterli neden bulundugunu, hatta bloga önümüzdeki dönemde yeni katilimlar olacagini (Gül-Babacan ikilisi gibi) belirtmistim.

Pekiyi, bu gelisen tepki Türkiye`de iktidarin degismesi icin yeterli olacak midir? Soru bu aslinda. Evet, tepki giderek daha organize olan bir iktidar alternatifi olmaya dogru gidiyor. Yavas yavas sekillenen bir koalisyon olusumu var. Ancak bu yönelimin basarili olabilmes icin, merkezinde CHP ve MHP`nin bulunacagi blogun Türkiye`yi iyi yönetecegine halki inandirmasi sart.

Maalesef Özal, „Türkiye koalisyonlarla yönetilemez“ cümlesini söyledigi tarihten itibaren Türkiye`de kurulan koalisyonlar (basta Ecevit-Bahceli koalisyonu olmak üzere) yolsuzlugun ve lackaligin alip basini yürüdügü, kayip yillar olarak tarihe gectiler. Bugün halkin cok büyük bir neden olmadikca, tek parti iktidarini birakip koalisyonlara evet diyecegini düsünmek zor. Hele hele 12 yillik basarili sayilabilecek bir AKP iktidarindan sonra.

Öte yandan Türkiye bir cari acik ülkesi... Cari acik veren Türkiye ve Hindistan gibi ülkelerde radikalizm yükseliyor ve uzlasma kültürü giderek yok oluyor. Bu da tek parti iktidarlarinin isbasina gelmesine neden oluyor. Tek parti iktidarlari kacinilmaz olarak güc merkezilesmesine, bürokratlarin kölelesmesine, gücler ayriligi ilkesinin zayiflamasina, hukuksuzluk ve yolsuzluklarin toplumun geneline yayilmasina neden oluyor.

Fakat yine Türkiye ve Hindistan gibi ülkelerde, demokratik kurumlar ve sivil toplum kuruluslari bir sekilde kök saldigi icin, tek parti iktidarlari, Kuzey Kore ya da Kazakistan`da oldugu gibi, toplumun bütününe hakim olamiyorlar. Atesli bir tartisma ortami sürüp gidiyor. Ama bu tartisma toplumlar belli bir olgunluk seviyesini yakaladigindan silahli catisma ortamina pek sürüklenmiyor.

Pekiyi ne olacak? Eninde sonunda büyüyen tepki tek parti oligarsisini, güc merkezilesmesini darmadagin edecek, bu kacinilmaz. Yerine her ne kadar toplum cok hazirlikli ve istekli degilse de bir koalisyon kurulacak. Iktidarlar en güclü olduklari zaman yikilirlar. Thatcher iktidari böyleydi örnegin. Iktidarda oldugu zaman hicbir secimi kaybetmeyen Thatcher`in girecegi bütün secimleri de kazanacagi kesinlesmisti. Ama onun önü önce kendi partisi tarafindan kesildi. Dolayisiyla sadece halkin destegi, kisisel karizma; demokratik toplumlarda iktidarlari ayakta tutmaya yetmez. Iktidarin toplumun geri kalan kismiyla organik bir bütünlük icinde calismasi gerekir. Yani Abdullah Gül`ün "Demokrasi sadece secime indirgenemez" lâfi bu acidan dogrudur. Tabii gelismis demokrasilerde... Cünkü bu tür toplumlarda sürekli kanaat ortaya koyan ve yeni tartismalar acarak toplum yasamini sürekli bir referandum haline getiren sivil toplum kuruluslari agi vardir. Ama Türkiye ve Hindistan gibi ülkeler de azimsanmayacak bir demokratik tecrübe birikimi olustugundan ayni kurallarin bu ülkeler icin de gecerli oldugunu söyleyebiliriz.

Bu arada, AKP, iktidari birakmamak icin provokasyonlara basvurabilir. Gezi olaylari sirasinda ortaya cikan eli sopali adamlar, Erdogan`nin biriyantinli danismaninin ic savas tehditleri, aslinda AKP`nin bu ic catisma ortamina cesitli bicimlerde hazirlandigini gösteriyor. Ama toplumun olgunluk düzeyi, 1980 öncesi gibi bir catisma ortamina prim vermeyecektir. 

Olayi salt secim sonuclari isiginda incelersek bile altan alta yükselen dalgayi yakalamamiz mümkün. Cumhurbaskanligi secimleri gösterdi ki, önümüzdeki 2015 secimlerinde, AKP`nin 330 sandalye kazanmasi artik olanaksizlasmistir. Sandalye dagiliminda AKP`nin 300`ün altina düsecegi neredeyse kesin gibidir. Kürt milletvekilleriyle birlikte Erdogan`in bir anayasa referandumunu zorlamasi ise, bastan anayasayi "Öcalan`a özgürlük anayasasi" haline getirecegi icin düsünülmesi zor ihtimaldir. Böyle bir gelisme ancak ve ancak MHP`yi %20`lerin üzerine tasir. Bu nedenle MHP`nin ekmegine yag sürmemek icin AKP Kürtlerle isbirligi icinde bulunduguna dair bir görüntü vermekten kacinacaktir.

Yani nereden bakilirsa bakilsin CHP ve MHP`nin etrafinda kümelenecek bir anti-Erdogan blogunun sansi fazla görünüyor. Ancak bu yapinin aksayan bir tarafi var: o da MHP`nin son derece kaypak bir zemin üzerinde oturmasi ve alacagi oy oraninin gitgide daha kestirilemez bir hal almasidir.. Cünkü aslinda MHP`yi meydana getiren kosullarin Kürt barisinin sessiz sedasiz ilerlemesi ile birlikte yavas yavas ortadan kalktigini görüyoruz. MHP, 1980 öncesi parlamentoda 2-3 millevekili ile temsil edilen kücük bir partiydi. Önemi, parlamento disi organizasyonlarla kurdugu ve bugün hâlâ cok iyi aydinlanamayan iliskilerden kaynaklanmaktaydi.

Ama ne zaman ki, Kürt sorunu alevlenmeye ve PKK ortaya cikmaya ve saga sola saldirmaya basladi, MHP de kitleselleserek büyük bir parti olma yoluna girdi. Yani MHP, Kürt sorununa paralel olarak büyüyen, bu soruna endeksli bir partidir. Bir bakima Kürt sorununa verilen milliyetci cevabin partisidir, diyebiliriz. Kürt sorunu bariscil cözüm yoluna geri dönülmez bicimde girerse, MHP de yeniden kücük bir parti olacak midir? Durum onu gösteriyor.

MHP`nin erime süreci

MHP cözüm süreci adi verilen Kürt Barisi`nin ülkenin bölünmesine yol acacagini öne sürerek aslinda Kürt sorununa kendini geri dönüssüz bir sekilde endekslemis oldu. Kürt Barisi`nin Türkiye`yi bölmek bir yana, daha da saglamlastirdigi, üstelik bununla da kalmayip Türkiye`yi Misak-i Milli sinirlari icinde yer alan Kuzey Irak ile bütünlestirdigi her gecen gün daha iyi anlasilinca, üstelik Kürt siyasi hareketinin parlayan ismi Selahattin Demirtas cumhurbaskani adayi olarak ortaya cikip, birlik yönünde güclü mesajlar vermeye baslayinca MHP`nin durumu iyice zorlasti. MHP`nin tabani hizla erimeye ve AKP saflarina katilmaya basladi. Bu erime özellikle MHP`nin Karadeniz`deki kalelerinde gözle görünür bir hal aldi. Örnegin Karabük ve Bartin`da; daha doguda Kars`ta MHP eridi.

Bunu secim sonuclarindan anliyoruz:

CHP ve MHP 30 Mart yerel secimlerinde toplam olarak 19.400.825 oy aldilar.

CHP ve MHP`nin destekledigi Ekmeleddin Ihsanoglu`na verilen oylarin toplami ise 15.587.720.

Yani arada 3.813.105 kisilik bir azalma var. 

Tayyip Erdogan ise 30 Marttaki AKP`nin aldigi oya göre cumhurbaskanligi secimlerinde 1.530.303 daha fazla oy aldi. Tayyip Erdogan`a giden oylarin MHP`den geldigini söylemek icin kâhin olmaya gerek yok.

Öte yandan Demirtas`in aldigi 1.028.321 fazla oyun da CHP`den geldigini söylemek mümkün.

Ama Erdogan`a ve Demirtas`a verilen fazla oylarin toplami, yine de CHP-MHP`nin oylarindaki azalmayi gösteren 3.813.105 rakamina esit degil. Arada 1.254.481`lik bir ilave fark var. Bunlar CHP`li ve MHP`li olup da adaylari Ekmeleddin Ihsanoglu`na isinamayan bu yüzden sandiga gitmeyen secmenlerdir.  .

Buna göre, sandiga gitmeyenlerin hepsinin CHP`li oldugunu varsayarsak bile MHP`deki erime %20`yi bulmaktadir. CHP`deki erime de asagi yukari bu kadardir. Ancak CHP`nin erimesinin gercek bir erime olmadigi Selahattin Demirtas`a verilen oylarin ödünc oldugunu, cesaretlendirme oylari oldugunu, sandiga gitmeyenlerin ise aslinda „fazla“ CHP`li olduklari icin secime katilmadiklari düsünülebilir. Yani bunlar CHP`nin kalici bir iktidar alternatifi olmasi durumunda partilerine geri döneceklerdir. Ama Erdogan`a giden 1.530,303 MHP`linin yeniden partilerine dönecegine dair hicbir ipucu yok. Cünkü bunlar büyük ölcüde Kürt barisinin sorunsuz ilerlemesi karsisinda partilerinden kopmus olan secmenlerdir. Kürt barisi birligi güclendirici adimlar ve mesajlar seklinde ilerledikce MHP de erimeye devam edecektir.

Kürt barisini idare edenlerin bütün amacinin MHP`yi barajin altina itmek, HDP`yi %10`un üzerine cikarmak oldugu, kiralik anket sirketlerinin simdiden yayimlamaya basladigi sözüm ona anket sonuclarindan anlasiliyor. Buradan yola cikarak Demirtas`in özellikle MHP`yi erime sürecine sokmak icin baris sürecinin mimarlari tarafindan olusturulan ortak bir proje oldugu sonucunu cikarabiliriz.

Demirtas`in oynadigi rol

Demirtas`in samimiyetinden kusku duymak icin bir neden yok. Ama onun muhalefet saflarina sokulan bir Troya ati oldugu asikâr. Öyle bir Troya ati ki, gülümseyen yüzü, zekice esprileri ve demokratik mesajlari ile milyonlarin gönlünü fethetmesini bildi. Ama yol actigi sonuclar bakimindan tamamen Erdogan`in ekmegine yag sürdü denilebilir. Bu figürün tamamen demokratik bir kukla rolü oynadigi, Öcalan ve Erdogan`a, dolayisiyla tüm baris sürecine karsi demokratik kitlelerin gösterdigi tepkiyi yumusatmak ve ayni zamanda MHP`yi eritmek icin ortaya cikarildigi, rolünü tamamladiktan sonra ipinin cekilecegi ve sahneden alinacagi düsünülebilir.

Demirtas`in kampanyasi sirasinda öne sürdügü fikirlerde öyle bosluklar, sarfettigi öyle kritik cümleler vardi ki, bunlar kimin ne oldugu konusunda 200 yillik bir tecrübeye sahip Türkiye`nin demokratik kamuoyunun gözünden kacmadi.  Bunlardan en göze batani cumhurbaskanligi kampanyasi sirasinda Demirtas`in ikinci tura iliskin sorulara cevap verirken ileri sürdügü fikirlerdir. Demirtas, ikinci tur konusunda sorulan israrli sorulara hep kacamak cevaplar verdi. Neden? Cünkü bu projede ikinci tur fikri yoktu da ondan. Eger kazara secim ikinci tura kalsaydi Demirtas`in zor duruma düsecegi, tabanini Erdogan`a yönlendirmek zorunda kalacagi ve bütün ettigi o demokrasi yanlisi laflari geri yutmak zorunda kalacagi belliydi. Kampanya sirasinda „Demirtaş: Bana verilecek her oy HDP’ye verilecek oy anlamına gelmeyecektir“ derken bunu söylemek istiyordu aslinda. O nedenle Erdogan birinci tura o kadar asildi, bütün devlet imkânlarini sonuna kadar kullandi, basini cok sıkı denetledi. Eger ikinci tura kalsaydi bütün proje cökecekti.

Demirtas`in sarfettigi cümlelerden bir digeri de: „Çankaya hedefimiz kalıcı barış açısından stratejik bir öneme sahiptir“, cümlesidir. Bu lastikli bir o kadar da genis bir arka plani olan cümleyle Demirtas, PKK-KCK ile Türkiye Cumhuriyeti`nin yönetici elitleri arasindaki arabuluculuk rolünü cumhurbaskani olarak daha genis imkânlarla oynayacagini ifade etti. Baris sürecinin demokratik hedeflere ulasarak gerceklesecegine iliskin beyanlariyla birlestirirseniz ortaya söyle bir sonuc cikar: Taraflardan biri, yani PKK ve KCK özünde demokratik bir yapiya sahiptir. Demokratik olmayan aslinda Türkiye Cumhuriyeti`dir. Pekiyi PKK-KCK gercekten demokratik midir? Bu kurumlarin fikir babasi Öcalan gercekten demokrat bir kisilik midir? Bu sorular havada asili kaldi. Kendisini bizzat PKK`nin bir sözcüsü degil de, onunla Türkiye arasinda bir arabulucu gibi sunmasi, PKK ve KCK`yi da gerekirse demokratik ülkeler konusunda dönüstürürüm, mesaji icermiyordu. Elestirdigi hep Türkiye Cumhuriyeti`ydi. Asla PKK-KCK hakkinda elestiri anlaminda bir sey söylemedi. O halde gercekten bir arabulucu mudur, yoksa PKK-KCK`nin bir sözcüsü müdür, sorusu zihinleri hep kurcaladi. Veya nereye kadar arabulucu, nereye kadar sözcü; ne zaman arabulucu, ne zaman sözcü? Iste bu sorular bize MHP`nin hâlâ neden varoldugunu acikliyor. MHP, Demirtas`a duyulan güven oraninda gerileyecek, Demirtas`a duyulan tepki oraninda büyüyecektir. Yani kisacasi Öcalan etkili siyasi figür olarak kaldigi sürece MHP de var olmaya devam edecektir.

Bu acidan MHP`yi %10 barajinin altina itmek düsüncesi, hele hele 2015 secimlerine 10 ay kalmisken abesle istigal gibi görünüyor. MHP`nin cözüm süreci ilelerdikce eriyecegi dogru. Ama kafalarda soru isaretleri varken ve derme catma karakollarda öldürülen 20 yasindaki cocuklarin hatirasi hâlâ zihinlerdeyken bu partinin yüzde 10`un altina inecegini düsünmek yanlis.  

Bu nedenle Erdogan`in 2015 secimleri icin kurdugu oyun plani giderek daha riskli ve tutmasi olanaksiz bir plan olarak görünüyor. Büyük bir ihtimalle siyasi risk, önümüzdeki 10 aylik dönemi kaplayacak. 2015 secimleri ise ya kilpayi AKP iktidari ya da kilpayi bir CHP-MHP koalisyonu kurulmasina neden olacak. Her iki secenek de belli bir süre siyasi istikrarsizligin artarak sürecegi anlamina gelmektedir. Zaten Erdogan cumhurbaskani secildi secileli Borsa o nedenle israrli bir sekilde düstü. Bati`nin cesitli derecelendirme kuruluslari aciklama üstüne aciklama yaptilar.



15 Ağustos 2014 Cuma

Erdogan Karsitliginin Büyümesi Kacinilmaz

Erdogan`in cumhurbaskanligi seciminde aldigi %51,7`lik oy, yandas medyanin rüzgârina kapilarak abartiliyor belki, ama bu sonuclarla Erdogan`in hedefledigi baskanlik sisteminin gerceklesme olasiliginin hemen hemen sifirlandigi da bir gercek. %1,7`lik farkla sistem degistirilemez. Olsa olsa zorlanabilir. Zorlamalarin sonucunda 1,7`lik fark da kaybedilir. Ayrica bu sonuclarla Erdogan karsiti muhalefetin Ege ve Akdeniz kiyilarindan ic kesimlere dogru yayildigi ortaya cikti. Bakiniz Harita 1 ve 2.
Harita 1: 30 Mart secimi sonuclari. Sari renk AKP`nin, diger renkler ise muhalefetin cogunlukta oldugu illeri göstermektedir.
Harita 2: Cumhurbaskanligi secimi sonuclari. Sari renk AKP`nin, diger renkler ise muhalefetin cogunlukta oldugu illeri göstermektedir.
Cok önemli bir gelisme de Erdogan`in Istanbul`da %49,87 oy almis olmasidir. Bu sonucun anlami Istanbul`un en azindan birinci turda Erdogan`a cumhurbaskanligi vizesi vermedigidir. Istanbul`un Anadolu`nun önderi oldugunu, bütün Anadolu biraz gecikme ile de olsa er veya gec Istanbul`u takip edecegini düsünürsek, Erdogan karsitliginin önümüzdeki yillarda Anadolu`nun bütününe yayilacagini var sayabiliriz.
Erdogan`a karsi birlesmis olan 14 parti, aslinda bir anti-Erdogan blogudur. Bu blogun icinde sayisiz celiskiyi barindirdigi, dolayisiyla siyasi acidan bir anlami olmadigini söyleyenler cikabilir. Ama bunu söyleyenler Türkiye`de muhalefetin zaten büyük ölcüde Erdogan-karsitligina indirgendigi gercegini göz ardi etmektedirler. Isterse ideolojik ve sosyolojik acidan bir corba, bir karisim olsun, bu Erdogan karsitliginin Türkiye`deki rejimin gelecegi ile ilgili net bir anlami var. O da sudur: Erdogan, baskanlik ve yari baskanlik sistemini getirmek istiyor. Anti-Erdogan blogu ise buna karsi ve bu karsitlik giderek daha da yayilacak.
Türkiye`de ilk defa sistem sorgulandi: cumhurbaskanligi secimlerinin gizli anlami buydu. Ve sorgulamayi Erdogan kil payi farkla kazanabildi. Üstelik bütün devlet imkânlarini kanunsuz bir sekilde sonuna kadar kullandigi, TRT basta olmak üzere bütün yandas medyayi seferber ettigi halde... Sandiga gitme orani düsük olmasa idi Erdogan ancak ikinci turda kazanabilecekti. Bunun anlami aslinda Erdogan karsitliginin gücünün oraninin %50`lerin cok üzerinde oldugudur. Böyle bir tablo varken baskanlik sistemi kurulamaz.
Dolayisiyla CHP-MHP koalisyonunun, kendisini meydana getiren ögelerin niteliginden bagimsiz olarak sistem tartismasi acisindan bir anlami vardir ve bu anlam, ögeler arasindaki celiski ve farkliliklari ikinci plana itecek kadar baskindir.
Yani su anda CHP`deki ulusalci kanatin öne sürdügü sekilde, CHP, CHP olarak kalmaliydi ve kendi icinden cikan birini öne sürmeliydi, tezi gecersizlesmistir. Cünkü Türkiye`de muhalefet artik demokratik ilkeler, insan haklari, kadin erkek esitligi, yoksulluk ve issizlikle mücadele gibi demokratik talepler etrafinda sekillenmiyor. Muhalefetin ana temasi, her ne pahasina olursa olsun Erdogan`in durdurulmasi, sistemi zorlamasinin önüne gecilmesidir. Bütün diger etkenler daha sonra, yani Erdogan`in defteri dürüldükten sonra gündeme gelecektir. Bu acidan blogun icindeki her cözülme Erdogan`i güclendirecek, blogun birligini güclendiren her adim ise onu zayiflatacaktir.
Peki neden baskanlik sistemine gecmemek Türkiye icin bu kadar önemli. Cünkü Türkiye`deki baskanlik sisteminin, Amerika Birlesik Devletleri`ndeki gibi, diktatörlügü önleyici ara mekanizmalari, büyük bir olasilikla olmayacaktir. Ortaya cikacak olan sistem, az cok farkliliklarla Türkmenistan, Özbekistan veya Kazakistan`daki Nazarbayev rejimleri gibi bir sey olacaktir. Evet, kalkinma hizlanacak, Türkiye büyük bir olasilikla bir türlü kiramadigi %4`lük büyüme zincirini kirarak %5`lere dogru yol alacak. Orasi dogru. Ama bu sonuc, Cin gibi ücretlerin asiri düsürülmesi yoluyla gerceklesebilecektir. Yiginlari bir tas pirinc karsiliginda bütün gün calismaya razi etmek veya onlari buna zorlamak yoluyla. Ücret düsüklügünün toplumsal patlamaya yol acmamasi icin de faizler düsürülerek üretimin artirilmasi ve böylelikle issizlik sorununa care bulunmasi amaclanmaktadir. Yani issizlik azaltilacak, herkesin bir isi olacak, ama bunlar neredeyse bogaz tokluguna calisacaklar. Borsa, para piyasalari her sey olacak. Ama bu piyasalardaki oyuncular büyük ölcüde yabancilar ve onlarin yerli ortaklari olacak. Cünkü halkin elinde borsada yatirim ya da mal piyasasinda tüketim yapacak kadar para olmayacak. Faizler düsecek, ama bu amacla ortaya cikarilan para halkin eline gecmeyecegi icin enflasyon yaratmayacak. Yani Cin modeli.. Baskanlik sisteminin ekonomik anlamda özeti bu aslinda.
Peki bunlar kötü mü? Kalkinmanin bir bedeli yok mu? Kalkindiktan sonra herkes istedigini fazlasiyla almayacak mi? Meseleyi iyi veya kötü karsitliginda ortaya koymamak gerekir. Mesele, Türkiye`de böylesi Cin veya Özbekistan modelinin uygulanmasinin aslinda olanaksiz olusudur. Bati`nin kapisinda yasayan Türkiye, Asya`nin derinliklerindeki ülkelerin moduna giremez. Türkiye gecmiste de, hatta 1923-1950 arasinda da böyle bir moda giremezdi. Türkiye`nin kurulus yillarina bakarsak, Atatürk devrimleri denen teorik birikimin baslangicinin aslinda 1800`lerin basinda kadar giden 100-150 yillik bir sürecin ürünü oldugunu ve bu teorik bütünlüge tamamen bati normlarinin hakim oldugunu görürüz. Bu acidan Türkiye istese bile bir Özbekistan ya da bir Cin olamaz. Gecmiste de olamazdi. Türkiye`nin dönüsümü büyük ölcüde Istanbul`da merkezilesen entelijansiyanin ürettigi teorik malzeme ile gerceklesmistir. Erdogan`in özelligi bunu anlamaktan uzak olmasidir. O köylü nüfustan aldigi oylarin cogunluk teskil etmesinin bir toplumu degistirmek icin yeterli oldugunu düsünüyor ve neredeyse 200 yillik entellektüel birikimi kücümsüyor, köylülügün muhafazakârligina siginiyor. Cünkü bugünkü Kayseri`nin, Gaziantep`in, Yozgat`in Türkiye`ye yön veren entellektüel birikimle zaten hic temasi olmadi. Üstelik o entellektüel birikime tepkiliydiler Simdi de tepkilidirler. Bir Kayseri, Özbekistan modeliyle cok rahat yasar. Ama Türkiye`nin turizme ve Bati`ya acik bati bölgelerinde bu modelin uygulanmasi tek kelimeyle olanaksizdir.
Cünkü Türkiye`de ücretler Banglades seviyesine istense de indirilemez. Düsük ücret konusunda Türkiye bu ülkelerle rekabet edemez. Türkiye bu noktalari coktan gecti. Onun tek ama tek secenegi teknoloji agirlikli ürünler üretmektir. Bu ise demokrasi, entellektüel birikim, cok iyi bir egitim sistemi ve asil önemlisi yeni fikirlere acik bir tartisma ortami ister.
Anti-Erdogan blogu, Erdogan`in Özbekistan-Cin modelinin karsisina; cari acik, issizlik ve disa bagimliliktan kurtulma anlaminda teknolojik icatcilik, yeni fikirler ve markalasma fikirleriyle cikiyor. Yani bir anlamda Almanya-Kore-Japonya modeliyle.
Yani Erdogan karsitligi, sadece bir kisiye duyulan nefrete indirgenemez ve onun aslinda bir ekonomik-sosyolojik temeli vardir. CHP MHP koalisyonu bu nedenle cok akli havada, absürd bir fikir degildir. Cünkü bu ortaklik, aslinda Erbakan hareketinin tirmanisa gectigi 1990`li yillarda billurlasmaya baslayan ve biraz da askerlerin iteklemesiyle 90`larin sonunda iktidara gelen Ecevit-Bahceli ortakliginin devamidir. Model, Ecevit`in iktidari yillarinda cürümüs askeri vesayet rejimiyle arasina gereken cizgiyi cekemedi. 2001 krizi ile noktalandi. Ortaklik simdi tekrar gündeme geliyor ve tekrar iktidara yürüyor. Bu sefer arkasinda eskisi gibi asker destegi yok. Üstelik Kayseri, Yozgat ve Gaziantep`teki milyonlar da aslinda onun karsisinda. Fakat model azinlikta kalmaya mahkum degil. Cünkü cok yakinda ona yeni katilimlar olacak. AKP`den kopan büyük bir parca bu bloga katilacak. Abdullah Gül`den bahsediyorum.
Cünkü bugünlerde cesitli yollarla bizzat Erdogan tarafindan, AKP saflarinda marka yaratmaya ve teknoloji agirlikli ürünlerin üretimine yönelik ekonomik modeli savunan Ali Babacan ve ekibinin ve onun destekleyicisi Abdullah Gül`ün önü kesilmeye calisilmaktadir. Bu gelisme büyük bir olasilikla AKP`den büyük bir parcanin koparak muhalefet saflarina katilmasi sonucunu verecektir. Bu parcanin merkezinde de büyük bir ihtimalle Babacan-Gül ikisili olacaktir. Yani AKP`nin Erdogan ayrildiktan sonra parcalanmasi bir bakima kacinilmazlasmaktadir.
Erdogan`in karsisindaki bu teknoloji agirlikli üretimi savunan model, Türkiye`nin simdiye kadar gösterdigi gelisime, insanlarinin yapisina ve entellektüel birikimine cok daha uygundur. Modelin asil gücü de bu tarihi boyutundan kaynaklanmaktadir aslinda. O nedenle Erdogan sürekli eski Türkiye`ye saldiriyor. Modeli savunanlar hâlâ kendi güclerinin farkinda degil ve yandas medyanin algi operasyonlarinin sonucu olarak umutsuzluga kapiliyorlar, hepsi bu.












22 Haziran 2014 Pazar

ISID: Türkiye`nin elindeki süpheli anahtar

Türkiye gibi etnik nedenlerden ötürü bölünme tehlikesi yasayan ülkelerin, bu tehlikeyi ortadan kaldirmak icin yapmalari gereken tek sey, bir arada bulunmanin ekonomik nedenini yaratmaktir. Cünkü bütün birliktelikler ekonomik bir nedene dayanir. Kimse sizin yoksullugunuzu paylasmak istemez, aksine refahiniza ortak olmak ister.

Yani insanlari daha iyi yasar duruma getirir, gelir düzeylerini yükseltir, üstüne bir de onlari adam yerine koyar, dillerini inanclarini serbest birakirsaniz, insanlar neden sizden ayrilsin ki? Aksine sizinle birlesmeye calisirlar. Avrupa Birligi bunun en güzel örnegi degil mi? Ülkeler Avrupa Birligi`ne pastadan pay almak icin girmeye calismiyorlar mi?

Bu nedenle Ecevit´in Avrupa Birligi`ne girmeyi "Onlar ortak. Biz pazar," diyerek reddetmesi, tam anlamiyla, ama en önemlisi Kürt Sorunu acisindan inanilmaz bir gafletti. Ama o zamanlardaki siyasi konjontür bu tür aymazliklara prim veriyordu. Cünkü henüz sosyalizm siyasi ömrünü tamamlamamisti. Simdi böyle bir bahane gülünc olmaktan öte, siyasi hezimet sebebidir.

Tamam, Kürtlere ekonomik olarak istedikleri bütün ayricaliklar taninacak. Ticaret ve hukuk dili Kürtce olacak. Kürtce basin olacak, radyo ve televizyon Kürtce yayimlanacak. Kürtce sokak ve semt adlari kullanilacak. Ama yine de bunlar yeterli degil. Ekonomik refahin tesis edilmesi gerekiyor. Oysa bu cok güc ve cetin isin basarilmasi yillar sürer. Birinci Cumhuriyet`in en büyük gafleti, sorunu ekonomik refah boyutunu ele almadan, yalnizca askerî baski yöntemleri ile cözmeye calismak olmustur. Bu ugurda neredeyse 70 yil kaybedildi. Kürtlere ilk el uzatan, Barzani ve Talabani ile ilk görüsen Turgut Özal oldu. Yani 12 Eylül sonrasi usul usul, cekingen adimlarla gelisen bir sürecten bahsediyoruz. Ilk önemli sicrama, cözüm vizyonu cercevesinde daha gecenlerde meydana geldi. Öyle ki, birakin Türkiye`nin güneydogu illerinin ülkenin bütününden ayrilmasini, Kuzey Irak`taki Kürt bölgelerinin fiilen Türkiye ile birlesmesi konusulur oldu. Ama yine de bu sürec kirilganligini korumaktadir. Cünkü bölge savaslarin icine yuvarlanabilir. Bu zorlu sürecte bölgede ekonomik kalkinmanin ilk meyvalarinin alinmasi ise 20-30 yillik bir süreye bakar. O zamana kadar sürecin devamini güvence altina almak icin taktik careler düsünmek gerekir.

Bu taktik firsati, Türkiye`nin gercek anlamda Suriye ve Irak devletlerinin parcalanma sürecine girmesiyle yakaladigi söylenebilir. Sunu belirtmekten cekinmemek lâzim: Suriye ve Irak hükümetleri, ülkenin bütününe hakim olduklari zaman, Türkiye`ye karsi hep Kürt kartini bir koz olarak kullanmaya calismislardir. Bu acidan bu ülke yönetimlerinin fiilen yikilmasi, Türkiye`de Kürt sorununun cözümünü kolaylastiracakti. Hele hele Irak`tan sonra Suriye`nin de cökmeye baslamasi, bu cözümü adeta kosar adimlarla ilerler hale getirmistir.

Türkiye, Irak devletinin parcalanmasi sirasindaki cekingenligi bu tabloda bir celiski olarak görülebilir. Evet, Türkiye cekimser kaldi, cünkü Irak devletini parcalayan ABD gibi, bölge ülkesi olmayan bir ülkenin yaninda durmanin, onun gelecekteki lider rolüne zarar verebilecegi düsünüldü. Türkiye Afganistan savasina aktif katilimdan bu nedenle uzak durmustur. Suriye konusunda ise eli daha serbestti; cünkü cöküs, bir süper gücün darbeleri ile degil, daha cok halk hareketleri nedeniyle oluyordu.

Ancak evdeki hesap carsiya uymadi. Suriye`deki muhalefetin ici bos, bilgisiz, örgütlenme yeteneginden uzak oldugu anlasildi. Ayrica istihbarat örgütleri de muhalefetin icine nifak sokmak icin ne gerekiyorsa yaptilar. Türkiye muhalefeti örgütleyemedigi gibi, hic hesapta olmayan bir mülteci akiniyla da bas etmek zorunda kaldi. Yani bugün Suriye`de ülkenin bütününe hakim olabilecek ve Türkiye`yi model olarak benimsemeye yatkin Müslüman Kardesler benzeri bir yönetim kurulmasi hayali tarihe karismis gibidir. Üstelik topraklarina siginan Suriye`li mültecilerin Türkiye`ye olan maliyeti giderek büyümektedir. Mültecilerden ekonomik olarak yararlanmak ise, cözümü daha da uzun sürecek bir mülteci entegrasyonu sorununu beraberinde getirir ki, bu da ilave maliyet demek.

O nedenle Türkiye`nin ISID benzeri Vehhabi-Selefi örgütlerine kesin "hayir" deme lüksü yok. Cünkü birincisi bu tür örgütlerin arkasinda bastan beri Israil-Suudi ittifaki var. Ikincisi bu tür örgütlerin Kürt bölgelerine baskisi, Kürt sorunun cözümü acisindan Türkiye`nin elini rahatlatiyor. Yani Israil ve Suudi Arabistan, ISID`le krizi derinlestirirken belki de istemeden Türkiye`ye bir hediye veriyorlar. Kürt petrolünün Türkiye eliyle ihrac edilmesine karsi gösterdikleri histerik tepki, hediyenin ne kadar istenmeden verildigini ortaya koyuyor. Verdikleri hediyeyi sonra geri almaya calisacaklardir. Ama o zamana kadar is isten gecmis olacaktir. Irak ve Suriye ne kadar karisirsa, Türkiye`nin Kürt bölgeleriyle bütünlesmesi o kadar hizlanacaktir.

Simdiye kadar yanlis giden sey, Türkiye`nin cok fazla Sünni karakterde bir politika güdüp Suriye`deki Nusayri`leri kendinden uzaklastirmasi olmustur. Nusayrilerin kaybedilmesi Suudi Arabistan`´a satrancta bir tas hediye etmek demekti. Ayrica bu uzaklastirmanin cok farkli bicimde Gezi olaylarindaki Alevi gencligin rolü seklinde Türkiye`ye geri dönen bumerang etkisi yarattigi da kuskusuz. Yine Erdogan`a Avrupa seyahatlerinde en fazla tepki gösteren kesimin de Alevîler oldugu not edilmesi gereken bir gercek. Türkiye`nin yapmasi gereken bütün inanc sahiplerine demokratik bir platform sunmak ve kendini mezhepler arasi yumusak iklimin hüküm sürdügü bir ülke olarak takdim etmekti. Orta Dogu`nin barisa susamis halklarina bu model bir ilac gibi gelirdi.

Türkiye`nin kendi Alevî nüfusundan ötürü mezhep ayrimciligina dayali bir politika yürütme sansi hic yok. Simdi bu politikadan vazgecilmeye calisiliyor, ama gec kalindigi da ortada.


2 Haziran 2014 Pazartesi

Cin`in Amerikan boyundurugundan kurtulma cabalari

Cin, Amerika`nin boyundurugundan kurtulmaya calisiyor, ama nafile. Bu is o kadar kolay olmayacak. Cin`in bu boyunduruktan kurtulmak icin siddetli bir krize ihtiyaci var. Ama onu da hicbir Cin`li göze alamiyor. Cin`in daha yolun basinda, Mao Zedung`un önerdigi gibi "fakir ama özgür" ya da revizyonist Zen Diao Ping`in önerdigi gibi "zengin ama köle" olma yollarindan birini tercih etmesi gerekiyordu. Cin ikinci yolu tercih etti. Cünkü 1960`lardaki Kültür Devrimi Cin`i canindan bezdirmisti. Bu yilginligi firsat bilen Nixon yönetimi Cin`e simdi uygulanan kalkinma modelini önerdiler. Bu kalkinma modeli denen boyunduruk o kadar iyi hesaplanmis ve ayrintilandirilmistir ki, sadece bu bile en basarili, ama en bahtsiz Amerikan Baskanlarindan biri olan Nixon`un adini tarihe yazdirmaya deger.

Cin`e önerilen modelin ana hatlari söyle özetlenebilir,

1- Cin parasi Renmimbi sürekli devalüasyona tabi tutulacak. Bunun icin kurlar merkezi otorite tarafindan belilrlenecek. Burada Cin`e özgü bir durum söz konusu degil. Bütün düsük kur politikasi, bütün ihracatci kalkinma modellerinin olmazsa olmazidir.

2- Düsük kuru gerceklestirebilmek icin ülkeye bol miktarda yerel para sürülecek. Ancak serbest döviz ticaretine izin verilmeyecek. Yani düsük kur halkin eline dövizi almasiyla gerceklesmeyecek Döviz hep az ve kullanimi izne tabi, yerel para ise hep bol ve ucuz olacak.Ancak yerel para halkin elinde bulunmayacak. Burasi cok önemli. Yani düsük kur var ama, ülkede döviz piyasasi ve gercek anlamda bir para piyasasi yok.

3- Ülke ihracat icin üretim yapacak. Ülke icine nispeten az mal sürülecek. Isci ücretleri mümkün olan en az seviyede tutulacak. Yani ülkede mal piyasasi kurulmasina da sicak bakilmayacak. Halk eskiden oldugu gibi karne usulü beslenecek. Büyük ölcüde ücretini tüketim mallari (erzak) seklinde alacak. Kira, egitim, eglence, zaten bedava. Yani burada bir tür takas ekonomisi (bartering) söz konusu. Halkin eline ne kadar erzak gececegi, bunun icin ne kadar üretim yapilacagi, vs. hepsi daha önceden siki bicimde planlanmis durumda. Sert bir nüfus planlamasiyla birlikte ic talebin sürpriz yaratmayacak bicimde hep belirli bir düzeyde tutulmasi amaclaniyor.

4- Ülke icinde para bol, ancak bu para halkin elinde degil. Dolayiyla halkin tüketim arzusu talebe dönüsemiyor. Bu nedenle enflasyon da söz konusu degil. Cin yatirim mallari disaridan dogrudan yatirim seklinde gelen üretim sermayesiyle yapiliyor. Üretilen mallar ülke icinde satilmiyor, ihrac ediliyor. Ülke icinde firmalarin birbirinden mal almasi önleniyor. Zaten buna gerek de yok. Cünkü bütün yatirim mallari (makine, techizat) disaridan geliyor. Yani ülke icinde tüketim mallari piyasasi olusmadigi gibi, yatirim mallari piyasasi söz konusu degil. Üretim tamamen ülke disinda planlaniyor, Cin`e sadece bunlari üretip yurt disina satmak kaliyor. Ayni modeli Küba da, turizm sektöründe uygulamisti. Ülke icindeki lüks otellerde yabanci turistler kaliyor, bunlar tatillerini yaptiktan sonra, biraktiklari döviz Merkez Bankasi`nin kasasina gidiyordu.

Yani kisacasi, bütün bu anlatilanlardan Cin`deki ve Küba`daki modelin, ilk defa 1923 yilinda, devrim sonrasinda yokluk yillarinda uygulanan "Yeni Ekonomik Politika", NEP Modeli oldugunu görüyoruz. Cin`li revizyonistler Leninist NEP Modeli`ni sosyalist özünden soyutlayarak, Cin`i kapitalizmin üretim üssü olmasi icin bir arac gibi kullandilar. Lenin, NEP Modeli`ni yaratirken, kapitalizmin üretici gücleri gelistirme özelliginden yararlanmak istemisti. Bu nedenle ülkede sinirli bir kapitalist uygulamaya izin veriliyor, ekonomide "kapitalizm adaciklari" olusturuluyordu. Bir anlamda kapitalist üretim üsleriydi bunlar. Kapitalistlerin can ve mallari devlet güvencesine aliniyor, kendilerine istedikleri an yurt disina cikabilme, üretime son verip mal varliklarini ülke disina cikarabilme serbestisi taniniyordu. Lenin, NEP döneminin gecici oldugunu, ülkenin kendi üretim temposunu bulunca, NEP uygulamasinin kaldirilacagini ilan etmisti.

Cinli revizyonistler ise tam tersine NEP modelini, ülkeye kapitalizmi geri getirmek icin kullandilar. Sonucta ilk baslarda ekonominin sosyalist planlama karakteri bozulmuyor, tam tersine, dis piyasalar ve ihracat icin calisan bir takim kapitalist üretim adaciklari kuruluyordu. Ama daha sonra bu adaciklar genislediler ve ülke ekonomisinin geneline yayildilar. Bugün ülkede devasa bir mal ve hizmetler piyasasi olusmus durumda. Cin`li turistler dünyanin dört bir yanina seyahat ediyor. I-Phone`un her yeni modeli Cin`de peynir ekmek gibi satiliyor. Hâlâ ülkede serbest bir döviz piyasasi olusmasa bile, Cin ekonomisi göbeginden disa bagimli. Kendi icinde rasyonel dengeleri olusmadan amorf bicimde gelismis durumda oldugundan, disa bagimlilik ortadan kaldirildigi an, Cin ekonomisinin kendi icine cökecegini herkes biliyor. Cin, kurtulmak icin her kimildayisinda, bogazindaki boyunduruk biraz daha sikilasiyor. Ayrica Cin`de kapitalist bankacilik gelenegi bulunmuyor. Yani bir anlamda, Cin`i yalniz biraksaniz, Cin bankacilik sistemi kendi ekonomisini besleyemez. Tersine önce bankalar cöker.

Cin acisindan durum böyle. Ama Cin`i bagli oldugu Amerikan ekonomisi ile birlikte ele alin. O zaman dahiyane bicimde unsurlari tek tek bir araya getirilmis, son derece uyumlu calisan bir kapitalist sistem görürsünüz.



31 Mayıs 2014 Cumartesi

Hindistan ve Türkiye arasindaki sasirtici benzerlikler

Bir önceki yazımda Modi`nin Hindistan`da muhtesem bir zaferle iktidara geldigini ve bu sonucların dünyada ekonomik ve siyasal dönüsümlere yol acacagını belirtmistim. Modi`nin secim zaferinin %60`lik bir oy oranıyla birlikte gelmesi olaya bambaska bir boyut kazandirmıs durumda. Zaferin boyutu o kadar sarsici idi ki, gecen dönemin iktidarı Kongre Partisi, Mayıs ayında tamamlanan secimde ücüncü parti düzeyine düstü. Modi`nin iktidara gelecegi tahmin ediliyordu; ancak bu derece yüksek bir oy oranı alması herkes icin bir sürpriz oldu.

Her seyden önce Hindistan secimlerinin devasa boyutunu burada belirtmek gerekiyor. Hindistan halkı tereyagından kıl ceker gibi, bir tek kisinin bile burnu kanamadan 4 hafta süren bu devasa secimi basarıyla tamamlamayı ve bu acıdan diger gelismekte olan ülkelere örnek olmayı bildi. Secim bu nedenle bütün dünyanın hayranlıgını üzerine cekti, hakli olarak. 

Secimde oy kullanma hakkına sahip 830 milyon secmen vardı ve bu sayı, gecen 2009 secimlerindeki secmen sayısından 100 milyon kisi daha fazlaydi. Secimde 930 bin sandık kullanıldi. Secmen ve sandik sayisinin coklugundan ötürü basvurulan elektronik oy verme yöntemleri de secimlerde basariyla uygulandi. Bu uygulamalar, demokrasinin, sadece iyi egitilmis Avrupa ve onlarin devami olan ABD, Kanada, Avsutralya ve Yeni Zelanda halklarina verilmis bir ayricalik degil; gelismekte olan bütün ülkelerin uygulayabilecegi bir yönetim bicimi oldugunu ispatliyor. Ayrica Hindistan`da simdiye kadar hic askerî darbe olmadiginin da altini cizmek gerekir. Tabii Hindistan`in bu basarisinda, Hint demokrasisinin Ingiliz liberalizminin etkisi altinda sekillenmesinin etkisi büyüktür. Baska hicbir Ingiliz sömürgesinin, neden ayni basariyi gösteremedigi de ayrica sorgulanabilir. Hindistan`in basarili olmasinda, Ingiliz liberalizmini absorbe edebilecek muazzam kültürel derinliginin etkisi tabii ki gözardi edilemez.

Hindistan secimlerinin bir özelligi daha var: Bu secimler ilginc bicimde Türkiye ve Hindistan toplumlarinin nasil birbirine benzedigini gözler önüne serdi.

Benzerlik her seyden önce Erdogan ile secimi kazanan Modi arasinda bulunmaktadir.

Iki lider arasinda belki de en göze carpan benzerlik, her iki liderin de yerel yönetimlerden gelmis olmasidir. Erdogan`in Istanbul Belediye Baskanligi nasil basarili ise Modi de Gucerat eyaletini âdeta öyle ihya etti. Bu eyalette ekonomik refahin temellerini atti.

Bir diger benzerlik her iki liderin de dinsel temalari referans olarak kullanmasi. Modi, Hindu dinine mensup bir politikaci ve propogandasini dini motiflerle süslüyor. Erdogan`in da Islamî konulari (basörtüsü, Imam Hatip Okullari, cemaatlerle iliskiler, Kutlu Dogum Haftalari vs.) vurgulayan bir siyaset yürüttügü malûm.

Her iki lider de bölücü ve ayristirici bir sekilde siyaset yapiyor. Burasi cok önemli. Modi, ayni Erdogan gibi, hem bazi kitlelerce hayranlikla desteklenen, hem de baska bazi kitlelerce kendisinden ölesiye nefret edilen bir politikaci. Hatta yerel yöneticisi oldugu Gucerat eyaletinde 2002 yilinda patlak veren ve binden fazla Müslümanin öldürülmesi ile sonuclanan siddet hareketlerini el altindan destekledigi düsüncesi özellikle Müslümanlar arasinda ve Bati`da yaygin. Hatta Amerika ve Ingiltere onu bu nedenle, ayni Kaddafi gibi bir "parya" olarak damgaladilar ve Amerika 10 yil boyunca Modi`ye ülkeye giris vizesi vermedi. Modi yillarca asagilandi. Ayni bizim Erdogan gibi. Bu asagilanma ona magduriyet süsü kazandirdi. Bu nedenle Modi, yillarca Hindistan`daki Bati`ya olan öfkeyi oya tahvil etmesini bildi. Ayni Erdogan gibi.


Modi, ülkeyi tam anlamiyla etnik ve dini temelde böldü. Erdogan nasil sünnî Türkleri kendine hedef kitle olarak secmisse, Modi de Hinduizme mensup Hintlileri kendi tabani olarak benimsedi. Modi`nin aldigi oylari gösteren haritaya bir göz atilirsa, bu politikacinin ülkeyi nasil etnik ve dini temelde ayristirdigi daha kolaylikla görülebilir. Sagdaki harita Hindistan`in etnik haritasidir. Soldaki harita ise Modi`nin cogunlugu ele gecirdigi yönetsel birimleri göstermektedir.


Haritalardan görülecegi üzere, Modi`nin partisi BJP, esas olarak Hinduizmi benimseyen Hint uluslarindan oy almistir. Bu bölgeler turuncu ile gösterilmektedir. Bunlar büyükten kücüge dogru, standart Hintliler (Racastan dahil), Marathiler, Bihariler, Gucerat ulusu, Kesmir ile Assam uluslaridir. Modi, Dravid`lerden oy alamadigi gibi, nüfusunun %99`u müslüman olan Bengalliler`den de umdugunu bulamamistir. Yine Hinduizme mensup olmasina ragmen Hint uluslarindan Oriya ulusu Modi`ye yaklasmamistir. Sikh dinine mensup olan Pencap halki da Modi`ye yüz vermemistir. Bu sonucta eski basbakan Singh`in bir Pencapli olmasinin etkisi de vardir tabii. Modi, Assam eyaletlindeki Cin-Birman asilli halklardan da oy alamamis görünüyor. Buralarda Kongre Partisi güclüdür.

Bu harita bölünmüs ve ayrismis haliyle büyük ölcüde Türkiye secim haritasina benzemektedir. Yani Hindistan`da da Türkiye`de oldugu gibi oy haritasi etnik ve dinsel farkliliklara göre bicimlenmistir. Nasil Türkiye`li Kürtler büyük oranda kendi partilerine (BDP`ye) oy verdilerse, Hindistan`in Kürtleri olan Dravidler de kendi partilerini desteklemislerdir. Nasil ki, sünni Türklerin bir kismi (beyaz Türkler, özellikle Ege Denizi kiyisindaki Türkler) Erdogan`dan ölesiye nefret ediyorsa, Oriya ve Bengal uluslari da ayni sekilde, cogunlugun yolundan saparak ya kendi yerel partilerine, ya da Kongre Partisi`ne oy vermislerdir. 

Bu durum, dinsel ve etknik temalari sömüren, bunlari birer politika araci olarak kullanan Türkiye`deki Erdogan ve Hindistan`daki Modi gibi ayristirici politikacilarin âdeta secim basarisini garantileme taktiginin bir sonucudur. Yani her iki politikaci da birlestiren degil, ayristiran bir siyaset yürüterek cogunlugu elinde tutmayi tercih etmektedirler. Her iki politikacinin üslubu da güclü bir retorikle beslenen kavgaciliktir. Her iki politikacinin da itiraz eden, kural koyucularin karsisina yeni kurallarla cikan protest bir tavri vardir.

Hindistan`daki Kongre partisi ise (oy aldigi bölgeler mavi ile isaretlenmistir) bizdeki CHP`nin karsiligidir. Gercekten iki parti arasinda Modi ile Erbakan-Erdogan ikilisi arasinda oldugundan belki de daha cok benzerlik bulunmakta. Kongre Partisi`ni Gandhi-Nehru ikilisi kurdu. Bizdeki Atatürk-Inönü ortakligina benzeyen bir iliski vardi aralarinda. Nehru`nun kizi Indra da daha sonra Gandhi`nin soyadini benimsedi. Gandhi hanedani bizdeki Inönü hanedani gibi uzun yillar ülkenin kaderine hükmetti.

CHP de, Kongre Partisi de Bati`ci, dinler üstü politikalar benimsemislerdir. Her iki parti de seckinci-batici`dir. Dolaysiyla direkt Bati kaynakli politikalarin araci olmakta bir sakinca görmezler. Bu politikalari bir aydin depotizmi tarzinda topluma dayatirlar. Mesela Indra Gandhi, Hint halkinin zorla kisirlastirilmasini öngören Bati kaynakli politikalara evet diyebilmistir. Bu proje kapsaminda yüzbinlerce Hint`li erkek para, ev ve iyi bir yasam karsiliginda kisirlastirilmistir. Indra Gandhi`nin ogullarindan Sanjay Gandhi`nin liderliginde yürütülen bu kampanya toplumda büyük tepki görmüstür.  

Ve en son benzerlige geliyoruz. Nasil Ecevit, iktidari sirasinda 2001 krizi patlak verince, ekonomi yönetimini de Kemal Dervis`in eline teslim etmis, o da Türkiye`yi borclanmak zorunda olan bir cari acik ülkesi haline getirmisse, Kongre Partisi de Manmohan Singh`i Amerika`dan getirtip Hindistan`in ekonomisini Bati cikarlari dogrultusunda yeniden düzenlemesi icin onun ellerine teslim etmistir. Manmohan Singh, Kemal Dervis`ten farkli olarak 10 yil basbakanlik koltuguna oturdu. Erdogan ve Modi gibi saldirgan politikacilarin, Bati kaynakli bu cari acik yaratici, borclandirici, sıkı paracı, üretimi engelleyici politikalardan sonra isbasına gelmesi bir tesadüf degildir. Her iki ülke de bugün bu politikalarin sonucu olarak yeteri kadar üretememe, toplumsal enerjiyi üretime kanalize edememenin sikintisini cekmektedirler.

Türkiye ve Hindistan`in git gide artan benzerligi esas olarak ikisinin da cari acik ülkesi olmasindan kaynaklanmaktadir.



17 Mayıs 2014 Cumartesi

Hindistan`da neden nasyonalistler iktidara geldi?

Bu soru gercekten bir matematik sorusuna benzemektedir. Modi, esine ender rastlanan bir siyasi figür olarak aslinda beklenmedik bicimde ortaya cikti. Iktidara gelisinin büyük bir oy cogunluguyla gerceklesmesi bircok soru isaretinin zihinlerde belirmesine neden olacak nitelikte. Simdi herkes hangi gelismelerin, Hindistan`da nasyonalistleri isbasina getirecek olan süreci baslattigini merak ediyor? Bu gelisme, dünya politika dengesinde taslari yerinden oynatabilir.

Nasyonalizm, Hindistan icin cok tehlikeli bir madde. Biliyorsunuz bu ülkede 330 adet dil konusuluyor. Bu 330 ulusun aslinda 3 ayri dil ailesine mensup olmasi Hindistan`in bir diger ilginc özelligi. Dil aileleri arasinda en ufak bir akrabalik, genetik benzerlik yok. Bunlardan birincisi ve en kalabalik olani Hint-Avrupa dil ailesi. Ailenin en kalabalik ögesi de sayilari 1 milyara yaklasan Hintliler. Ikinci büyük dil ailesi ise ülkenin daha güneyinde yasayan Dravid`ler. Dravid`ler Polinezya grubuna bagli bir irk. Sayilari 150 milyonu buluyor. Daha ziyade Endoneza, Filipinler ve Havai halklariyla akrabalar. Bir de Cin dilleri öbegine bagli halklar var. Hindistan`da ayrica üc büyük din var: Brahmanizm, Müslümanlik ve Budizm. Ayrica azimsanmayacak ölcüde hristiyan, sikh ve zerdüst var. Bu gruplardan en güclüsü Brahmanizme bagli Hintliler. Sayilari 850 milyon civarinda. Hintlilerin 150 milyonu ise Müslüman. Hint uluslari kendi aralarinda alt öbeklere ayrilmis durumda. Yeni basbakan Modi`nin mensup oldugu Gucerat ulusu, Hint uluslarindan sadece biri. Ama Gucerat`tan ayri, standart Hintce konusanlar da var. Bunlar baskent Yeni Delhi civarinda ve Kuzey Hindistan`daki Ganj nehri boyunca yogunlasmis durumdalar. Ayrica Delhi ile Banglades arasinda Dogu Hintlileri (Bihari-Oriya grubu) var. Nobel ödülü sahibi yazar Naipul, Bihari grubundan. Mumbai cevresinde ise yine büyük bir Hintli grubu olan Marathi`ler var. Bunlarin her birinin büyüklügü Türkiye kadar ve her bir alt öbegin icinde Brahmanlar da var, Müslümanlar da.

Modi`nin iktidara gelisi ile birlikte catismanin Hindistan`da ana etnik fay hatti olan Brahman Hintlilerle, Müslüman Hintliler arasinda cereyan etmesi bekleniyor. Modi`nin standart Hintli degil, Gucerat olusu belki hafifletici bir etken olabilir. Ayrica Modi, bizim Erdogan`in iktidara geldigi zaman söyledigi gibi "Ben degistim" de diyebilir. Ama yine de ortada olan bir gercek var: Brahman Hintlilerle, Müslüman Hintliler arasinda 20. yüzyilda unutulmasi icin en azindan yüz yil gecmesi gereken korkunc seyler yasandi. Ayni Hirvatlar, Bosnaklar ve Sirplar arasinda yasandigi gibi ve Modi bir siyasi figür olarak bu catismanin anilarini canlandiracak seyler söylüyor.

Ilginctir, bu konuya daha önceki yazilarimda da deginmistim: toplumlarda en acimasiz catismalar aslinda farkli etnik gruplar arasinda degil, daha ziyade ayni etnik grup icinde dinsel veya baska bir nedenle ortaya cikan ayriliklar nedeniyle yasanmaktadir. Farkli etnik gruplar ise daha ziyade birbirini cekmektedir.

Ve catisma daha cok Türkler, Japonlar ve Özbekler gibi Altay uluslari icinde degil de, daha ziyade Hint-Avrupa uluslari icinde ortaya cikmaktadir. Yani Hint-Avrupa uluslarinin kendi türünden olana saldirma, kendi kardesinin kanina girme icgüdüsü daha fazladir.

Iste Hindistan`da ana etnik fay, strandard Hintce konusan 1 milyarlik büyük ulus icinde Müslümanlik-Brahmanizm celiskisi biciminde ortaya cikti. Bu celiski o kadar siddetli idi ki, Hindistan üce parcalandi. Aralarinda hâlâ Kesmir gibi cözülmemis sorunlar var. Bu sorunun kisa zamanda cözülecegi de yok. Cünkü Kesmir, Kibris`tan daha cetrefilli bir konudur. Kibris`ta hic olmazsa sinir vardir. Kesmir`de ise dogru dürüst sinir bile yoktur. Milyonlarca insan bu topraklarda, hangi devlete ait oldugunu bilmeden yasamaktadir.

Simdi baslangictaki soruya geri dönüyoruz: Böylesine karmasik ve devasa bir toplumda nasyonalizm büyük bir kumar degil mi? Acaba halk hangi etkenlerin zorlamasiyla, hem de büyük bir cogunlukla, nasyonalizme yesil isik yakti? Ülkede 850 milyon Brahman Hintli ile, 150 milyon Müslüman Hintli arasindaki ayni sönmüs bir volkan gibi uykuya yatmis gibi görünen celiskiler, bu iktidarla birlikte daha da siddetlenmeyecek midir? Ve bu siddetlenme, dünyada taslarin yerinden oynamasina yol acmayacak midir?

Bu konuya devam edecegim.

28 Nisan 2014 Pazartesi

Bati, Cari Acigin Sürmesinden Yana

Cari acik Türkiye`nin zayif noktasi oldugu icin Türkiye`yi kontrol altinda tutmaya calisan Bati ülkeleri, ülkenin gelecekte de cari acik vermesi icin var gücleriyle calismaktadirlar. Bu nedenle özellikle Avrupa Birligi`nin, ama ayni zamanda daha düsük ölcekte de olsa, ABD`nin amaci, Türkiye`ye giren yabanci sermayenin üretim sermayesine dönüsmesinin engellenmesi, dolayisiyla cari acigin devam ettirilmesidir.

Cari acik, Türkiye`nin denetlenmesi icin Bati`nin elinde bulunan önemli bir politika bilesenidir. Bati bundan neden vazgecsin?

Bati`nin cikarlariyla kendi cikarlarini özdeslestirmeyi basaran bir avuc büyük holding patronu icin de cari acigin kapatilmasi, bunun icin marka yaratmak, üretim sermayesini güclendirmek; bütün bunlar, hem fazladan bir külfet hem de Bati`nin cikarlarina ters düsecegi icin zararlidir. Bu kapsamda Erdogan`in ortaya attigi, Türkiye`nin kendi araba markasini yaratmasi gerektigine iliskin görüs, Koc Grubu tarafindan isteksizlikle, hatta yüz burusturmasi ile karsilandi. Erdogan hükümetinin marka yaratmak amaciyla, üretim sermayesinin desteklenmesi, faizlerin düsürülmesi, döviz fiyatinin artirilmasi dogrultusunda her adim atisinda, bu direnc artacak, yüz burusturmalari yerini acik acik söylenmelere birakacaktir. TUSIAD ile Erdogan hükümetleri arasindaki cekismeye bu acidan bakmakta fayda var.

Buna benzer bir olay gecmiste de yasanmisti. Üniversitede ögretim görevilisiyken "Devrim" adi verilen yüzde yüz yerli bir araba ürettirmeye calisan Erbakan, iktidara geldikten sonra da büyük sermayeyi bu yönde tesvik etmis, ama her defasinda büyük bir direncle karsilasmisti. Otomotiv firmalarinin fahis kârlarini kontrol altina almak icin kullanilmis araba ithalatini serbest birakmaya kalkistiginda ise büyük sermayeden tepki almis, Erbakan`i iktidar yolunda desteklemis olan Sabanci bile "Bu yapilan yanlis oglu yanlistir" demisti. Erbakan`in 1998 yilinda iktidardan post modern 28 Subat darbesi ile uzaklastirilmasinin nedenlerinden biri de Erbakan`in büyük sermaye ile giristigi bu kavgadir. 

O zamanlar Erbakan politikalarinin üretimi destekleyici özelligine o kadar karsi cikan büyük patronlar, bugün de üretim sermayesinin önemli bir kesimini elinde bulundurmaktadirlar. Yani üretim sermayesi, bizzat kendisinin bagimsizlasmasina yol acacak her cesit projenin karsisina dikilmektedir. Celiski tam da bu noktadadir. Bugün araba markasi yaratilmasi önerisine isteksiz bakan Koc Grubu, günde 4000 camasir makinesi üretebilen fabrikalarin sahibidir. Ve üstelik bu fabrikalarin müdürleri, Bati`ya verdikleri röportajlarda, AR-GE calismalarina, bagimsiz teknolojiye verdikleri önemi defalarca dile getirmektedirler. Bir ülkenin kendi teknolojisini üretmeden, disaridan ithal edilen teknoloji ile bir yere gidemeyecegini ifade etmektedirler.

Aslinda Erbakan-Erdogan türü politikacilarla büyük sermaye arasindaki catisma, teknolojinin üretimi konusunda degil, daha ziyade üretim modeli üzerinde cereyan etmektedir.

Türkiye`deki büyük sermaye gruplarinin üretim modelinde, üretimin girdi mallari ithalatla temin edilmektedir. Üretim sermayesi Türk Lirasi kredi ile degil, döviz kredisi ile beslenmektedir. Girdi ile cikti, döviz üzerinden bilancoya yansidigindan üretim sürecinde kur riski en aza indirilmektedir. Dolayisiyla bu üretim, Türk ekonomisinin kronik sorunlari olan para darligi, yüksek faiz ve düsük döviz fiyatlari ile savasmak zorunda kalmamaktadir. Zaten büyük holdinglerin hemen hepsinin bu amacla kullandiklari bankalari, bu bankalarin yurt disinda konuslandirilmis yavrulari ve gruplarin dünyanin dört bir yanina dagilmis Off Shore sirketleri vardir. Dolayisiyla yüksek faiz-düsük döviz fiyati onlarin üretimini bogmamaktadir. Aksine bankalarinin yurt icine kredi kartlari vs ile fahis faizlerle tüketici kredisi vermesini sagladigi icin disaridan döviz kredisi temini onlar icin faydalidir da.

Yüksek faiz, para kitligi, düsük döviz fiyati; yurt disindan döviz kredisi kullanamayan icerideki Anadolu sermayesini, ihracatci kücük sermayeyi vurmaktadir. Bunlar iflasa sürüklendikce, siddetlenen sinif catismasi, Erdogan hükümetlerine oy potansiyeli olarak geri dönmektedir.

Dolayisiyla büyük sermaye ile Erdogan hükümetlerinin catismasinin aslinda bir ekonomik temeli vardir. Yukarida kisaca özetlenen yüksek faiz, düsük döviz fiyati, para darligi ve issizlik seklinde özetlenebilecek ekonomik model (diger bir anlatimla Kemal Dervis modeli) , Türkiye`de 1- Tekellesmeyi hizlandirmakta, 2- Yerli sermayeyi cökertmekte, 3- Issizligi konjontürel olmaktan cikarip kroniklestirmekte, 4- Ihracati ithalata bagimli hale getirmekte, 5- Cari acigin yapisallasmasina neden olmaktadir. Erdogan, bu modelle basinin hos olmadigini defalarca ifade etti. Buna ragmen AKP bu modelle neredeyse 12 sene beraber yasadi ve ondan nemalandi.

Bütün bunlari bir önceki yazimda da belirtmistim.

Bu noktada belki sorulmasi gereken soru sudur: Bati ve onun yerli peykleri neden böyle bir modeli tercih etmektedirler? Neden Türkiye`ye pek de hoslanmadigi "yüksek faiz-cari acik" ülkesi olma rolü dayatilmaktadir?

Soruya söyle cevap verilebilir. Böyle bir dayatma, dünya ekonomik sisteminin yüksek faiz ülkelerinin varligini zorunlu kilmasindan kaynaklanmaktadir. Dünya ekonomik sisteminin bugün icin baska sekilde var olmasi zordur. Hatta imkânsizdir.

Diger bir deyisle üretim bütün ülkelerde yayilmayip belirli bölgelerde sinirli kalmak zorunda. Üretim dünya geneline yayilmiyor. Belirli ülkelerde üs seklinde yapiliyor. Bugün icin üretim sermayesinin yogunlastigi ülkeler Cin, Banglades, Hindistan, Filipinler ve Vietnam gibi emegin fiyatinin düsük tutuldugu ülkelerdir. Yüksek faiz ülkeleri ise Türkiye, Brezilya, Rusya, Endonezya`dir. Üretim sermayesinin yogunlastigi ülkelerde neredeyse 2 milyar, yüksek faiz ülkelerinde ise yaklasik 800 milyon insan yasamaktadir. Türkiye bu rol paylasimini degistirecek güce su an icin sahip degildir.Ama Türkiye bu rolü oynamaktan dolayi resmen aci cekmektedir.

Pekiyi neden böyle bir rol paylasimi zorunlu hale gelmektedir? Hangi mekanizma buna yol acmaktadir?

Bu sorunun cevabi, kapitasit kredi mekanizmasinda gizlidir. Üretim devam ettikce, üretilen malin paraya dönüsmesi zamana ihtiyac duyar. Ayni zamanda özel mülkiyetten kaynaklanan gecikmeler ve gecici tikanmalar olur. Kredi mekanizmasi bu gecici tikanikliklarin asilmasi icin devreye girer. O nedenle üretim sirasinda her an üretim sürecine katilmak icin bekleyen bir fazla para (mali sermaye) üretim birimlerinin kullanimina hazir tutulur. Cin gibi bir üretim üssünde bu fazla parayi yaratmak icin döviz fiyati daima olmasi gerektiginden biraz daha yüksek tespit edilir. Yani döviz daima pahali, yerel para cinsinden para ise her zaman ucuz ve boldur. Bunu saglamak icin ihracat fazlasi döviz ülke icine sokulmaz, yurt disinda döviz olarak bekletilir. Cin ekonomisinin döviz fazlasi, Amerikan bankalarinin nezdinde Amerikan hazine bonolarina dönüstürülür.

Ancak Amerikan ekonomisinde bir sekilde. kriz nedeniyle, simdi oldugu gibi, faizler düsmek zorunda kaldiginda, Amerikan ekonomisinde temerküz eden bu fazla sermaye, Türkiye, Brezilya ve Rusya gibi yüksek faiz ülkelerine dogru seyahate cikar.

Fakaaat:

1- Bu seyahate cikan para, asla üretim sermayesine dönüsmez. Cünkü üretim sermayesine dönüsürse ihtiyac halinde geri cekilemez. Öyle seyyal olmalidir ki,cikmak istediginde en hizli vasitalarla sahiplerinin kullanimina hazir tutulabilsin. O nedenle "fazla", hep nakit para veya borc senedi seklinde var olur.

2- Bu fazlanin elde ettigi faiz, kar optimizasyonu cercevesinde olabilen en yüksek faiz olmalidir. Bunun nedeni sadece kapitalist kâr hirsi degildir. Bunun ayni zamanda cok gecerli bir teknik nedeni daha vardir. Faiz, Cin gibi ülkelerin üretim sermayesinden elde ettigi "fazla"ya ayak uydurmalidir. Dolayisiyla Cin gibi ülkelerde ekonominin ürettigi "fazla" kadar, sermaye ithal Türkiye gibi ülkeler de "acik" vermek zorunda kalirlar.

3- Cin gibi ülkelerde döviz ülke sinirlarindan iceri giremez. Yani ülke icinde yerel paraya dönüsmez. Döviz rezervleri merkez bankalari tarafindan yabanci ülkelerdeki banka hesaplarinda tutulur. Türkiye gibi ülkelerde ise ekonomiye serbestce girer ve derhal yerel paraya dönüstürülür. Yabancilarin eline gecen Türk Parasi, hazine bonolarina veya devlet tahvillerine yatirilir. Böylece Türk Lirasi yeniden hükümete geri dönmüs olur Hükümet eline gecirdigi bu parayi mali disiplin cercevesinde piyasadan ceker. Dolayisiyla ülkede giren dövizin karsiliginda ilave bir miktar Türk Parasi piyasadan cekilmis olur. Ekonominin boynundaki ilmik biraz daha sikilir. Faizler dalga dalga yükselir, döviz fiyati düstükce düser. Faizin yükselisi ülkedeki yerel para cinsinden sermayeyi ve üretimi biraz  daha da bogar, öte yandan ilave giren paranin üretimde kullanilmasini engeller. Onun yerine varlik fiyatlari artar.

4- Artan varlik fiyatlari, yabanci sermayenin girdigi ülkelerde hükümetleri yüksek faizi ödemek icin bir sekilde özellestirme yapmaya zorlar. Bu nedenle cari acik ülkeleri, ayni zamanda yogun olarak özellestirmelerin yapildigi ülkelerdir.

5- Yine de faizin ödenmesi, özellestirmelerden cok halktan toplanan vergilerle yapilmaktadir. Verginin ödenmesi icinse, ülkenin bunu bir sekilde kazanmasi gerekir. Faiz ülkeyi fakirlestirince o ülke faizi ödeyemez geleceginden ve bu ise bir kisir döngü yaratarak ülkenin daha yüksek faizlerle kredi bulmasiyla sonuclanacagindan, ülkenin iflasa sürüklenmesini önlemek icin yüksek faiz ülkelerinde yerli üretim hicbir zaman sifirlanmaz. Hatta asgari ölcülerde desteklenir, ki ülke faiz ödeyebilecek kadar üretim yapabilsin. Ama hicbir zaman da disaridan krediye ihtiyac duymayacak kadar sermaye biriktirmesine izin verilmez. Üretimden elde edilen birikim faiz olarak yurt disina cikarilir. Ancak üretim sermayesinin asgari ihtiyaclari kadar yurt icinde birakilir.

Fakat bütün mekanizma burada kendini bitirecek bir zayifliga sahip. Cünkü üretim sermayesinin mantigi geregi, belirli bir asamadan sonra, ülkenin kendi teknolijisini üretmesi, marka yaratmasi ve basina buyruk hareket etmesi kacinilmaz hale gelir. Türkiye an itibariyle bu asamada bulunuyor.

Erdogan hükümetleri üretim sermayesini destekler gibi görünüyor. Erdogan hükümetlerinin su an icin bu celiskiyi cözmek konusunda buldugu formül, Türkiye`de üretim sermayesinin yurt disinda, özellikle Afrika`da faaliyet göstermesi seklinde ortaya cikmaktadir. Yani Türkiye`de faizi yüksek olarak birakip, üretim yapmak isteyen Anadolu sermayesine Afrika`nin yolunu acmak gibi bir strateji. Cumhurbaskani Gül`ün "Türkiye`nin findigi, Ghana`nin kakaosu ile iyi gider" seklinde "veciz" bir sekilde özetlenen strateji.

Bu strateji ile aslinda su demek isteniyor: Tamam, Türkiye yüksek faiz ülkesi olarak kalsin. Ama lütfen bizim de üretim yapmamiza izin verin ve bizim Afrika`ya acilmamiza ses cikarmayin. Kürtlere önerilen emperyalist ortaklik formülü de iste bu ekonomik temele dayandirilmaktadir. Bati henüz bu stratejiyi onaylamis degil. Ama fazla da itiraz etmiyor gibi. O nedenle AKP`li bir takim girisimcilerin, Kongo`da magaza actigina tanik oluyoruz. Ama modelin fazla umut vaad etmedigi de, özellikle AKP-Cemaat kavgasindan bu yana, ortada.

Her sey bir yana, AKP`nin bu konudaki caresizligine CHP`nin nasil baktigi önemlidir. AKP`nin bu konudaki tikanma noktasindaki caresizligine, CHP, üretim sermayesinin Türkiye`de desteklenmesi, bu yolla insanlara yeni is imkâni yaratilmasi seklinde politikalar gelistirerek yanit veriyor mu? CHP bu konudaki büyük oy potansiyelini görüyor mu?

Gecenlerde tikanan modelin yaraticisi Kemal Dervis, CHP`ye Türkiye`de üretim sermayesinin desteklenmesi icin politikalar gelistirmesi tavsiyesinde bulunmustu. CHP bunu dikkate aldi mi? Tabii ki hayir. Cünkü CHP, kendisi ile büyük sermayenin arasini acacak böyle bir politika degisikligi riskini su anda alamaz. CHP bu asamada büyük patronlarin kollarinda yari baygin uyumayi tercih eder. Sonucta reformist parti rolünü yeniden AKP`ye birakir.

AKP de bu noktada bocaladigina göre yeni bir siyasi partinin ortaya cikmasi mukadder görünüyor. Yeni bir siyasi parti, Bati ile Türkiye`nin yeni pazarliklarin sonucu olarak gelisecektir. Türkiye bu konuda önemli bir koza, Israil`in giderek artan Arap baskisinda karsi korunmasi opsiyonuna sahip. Kibris üzerinden gerceklesen Türkiye Israil ortakligi bu konuda bize yeni ipuclari sunuyor.