22 Haziran 2014 Pazar

ISID: Türkiye`nin elindeki süpheli anahtar

Türkiye gibi etnik nedenlerden ötürü bölünme tehlikesi yasayan ülkelerin, bu tehlikeyi ortadan kaldirmak icin yapmalari gereken tek sey, bir arada bulunmanin ekonomik nedenini yaratmaktir. Cünkü bütün birliktelikler ekonomik bir nedene dayanir. Kimse sizin yoksullugunuzu paylasmak istemez, aksine refahiniza ortak olmak ister.

Yani insanlari daha iyi yasar duruma getirir, gelir düzeylerini yükseltir, üstüne bir de onlari adam yerine koyar, dillerini inanclarini serbest birakirsaniz, insanlar neden sizden ayrilsin ki? Aksine sizinle birlesmeye calisirlar. Avrupa Birligi bunun en güzel örnegi degil mi? Ülkeler Avrupa Birligi`ne pastadan pay almak icin girmeye calismiyorlar mi?

Bu nedenle Ecevit´in Avrupa Birligi`ne girmeyi "Onlar ortak. Biz pazar," diyerek reddetmesi, tam anlamiyla, ama en önemlisi Kürt Sorunu acisindan inanilmaz bir gafletti. Ama o zamanlardaki siyasi konjontür bu tür aymazliklara prim veriyordu. Cünkü henüz sosyalizm siyasi ömrünü tamamlamamisti. Simdi böyle bir bahane gülünc olmaktan öte, siyasi hezimet sebebidir.

Tamam, Kürtlere ekonomik olarak istedikleri bütün ayricaliklar taninacak. Ticaret ve hukuk dili Kürtce olacak. Kürtce basin olacak, radyo ve televizyon Kürtce yayimlanacak. Kürtce sokak ve semt adlari kullanilacak. Ama yine de bunlar yeterli degil. Ekonomik refahin tesis edilmesi gerekiyor. Oysa bu cok güc ve cetin isin basarilmasi yillar sürer. Birinci Cumhuriyet`in en büyük gafleti, sorunu ekonomik refah boyutunu ele almadan, yalnizca askerî baski yöntemleri ile cözmeye calismak olmustur. Bu ugurda neredeyse 70 yil kaybedildi. Kürtlere ilk el uzatan, Barzani ve Talabani ile ilk görüsen Turgut Özal oldu. Yani 12 Eylül sonrasi usul usul, cekingen adimlarla gelisen bir sürecten bahsediyoruz. Ilk önemli sicrama, cözüm vizyonu cercevesinde daha gecenlerde meydana geldi. Öyle ki, birakin Türkiye`nin güneydogu illerinin ülkenin bütününden ayrilmasini, Kuzey Irak`taki Kürt bölgelerinin fiilen Türkiye ile birlesmesi konusulur oldu. Ama yine de bu sürec kirilganligini korumaktadir. Cünkü bölge savaslarin icine yuvarlanabilir. Bu zorlu sürecte bölgede ekonomik kalkinmanin ilk meyvalarinin alinmasi ise 20-30 yillik bir süreye bakar. O zamana kadar sürecin devamini güvence altina almak icin taktik careler düsünmek gerekir.

Bu taktik firsati, Türkiye`nin gercek anlamda Suriye ve Irak devletlerinin parcalanma sürecine girmesiyle yakaladigi söylenebilir. Sunu belirtmekten cekinmemek lâzim: Suriye ve Irak hükümetleri, ülkenin bütününe hakim olduklari zaman, Türkiye`ye karsi hep Kürt kartini bir koz olarak kullanmaya calismislardir. Bu acidan bu ülke yönetimlerinin fiilen yikilmasi, Türkiye`de Kürt sorununun cözümünü kolaylastiracakti. Hele hele Irak`tan sonra Suriye`nin de cökmeye baslamasi, bu cözümü adeta kosar adimlarla ilerler hale getirmistir.

Türkiye, Irak devletinin parcalanmasi sirasindaki cekingenligi bu tabloda bir celiski olarak görülebilir. Evet, Türkiye cekimser kaldi, cünkü Irak devletini parcalayan ABD gibi, bölge ülkesi olmayan bir ülkenin yaninda durmanin, onun gelecekteki lider rolüne zarar verebilecegi düsünüldü. Türkiye Afganistan savasina aktif katilimdan bu nedenle uzak durmustur. Suriye konusunda ise eli daha serbestti; cünkü cöküs, bir süper gücün darbeleri ile degil, daha cok halk hareketleri nedeniyle oluyordu.

Ancak evdeki hesap carsiya uymadi. Suriye`deki muhalefetin ici bos, bilgisiz, örgütlenme yeteneginden uzak oldugu anlasildi. Ayrica istihbarat örgütleri de muhalefetin icine nifak sokmak icin ne gerekiyorsa yaptilar. Türkiye muhalefeti örgütleyemedigi gibi, hic hesapta olmayan bir mülteci akiniyla da bas etmek zorunda kaldi. Yani bugün Suriye`de ülkenin bütününe hakim olabilecek ve Türkiye`yi model olarak benimsemeye yatkin Müslüman Kardesler benzeri bir yönetim kurulmasi hayali tarihe karismis gibidir. Üstelik topraklarina siginan Suriye`li mültecilerin Türkiye`ye olan maliyeti giderek büyümektedir. Mültecilerden ekonomik olarak yararlanmak ise, cözümü daha da uzun sürecek bir mülteci entegrasyonu sorununu beraberinde getirir ki, bu da ilave maliyet demek.

O nedenle Türkiye`nin ISID benzeri Vehhabi-Selefi örgütlerine kesin "hayir" deme lüksü yok. Cünkü birincisi bu tür örgütlerin arkasinda bastan beri Israil-Suudi ittifaki var. Ikincisi bu tür örgütlerin Kürt bölgelerine baskisi, Kürt sorunun cözümü acisindan Türkiye`nin elini rahatlatiyor. Yani Israil ve Suudi Arabistan, ISID`le krizi derinlestirirken belki de istemeden Türkiye`ye bir hediye veriyorlar. Kürt petrolünün Türkiye eliyle ihrac edilmesine karsi gösterdikleri histerik tepki, hediyenin ne kadar istenmeden verildigini ortaya koyuyor. Verdikleri hediyeyi sonra geri almaya calisacaklardir. Ama o zamana kadar is isten gecmis olacaktir. Irak ve Suriye ne kadar karisirsa, Türkiye`nin Kürt bölgeleriyle bütünlesmesi o kadar hizlanacaktir.

Simdiye kadar yanlis giden sey, Türkiye`nin cok fazla Sünni karakterde bir politika güdüp Suriye`deki Nusayri`leri kendinden uzaklastirmasi olmustur. Nusayrilerin kaybedilmesi Suudi Arabistan`´a satrancta bir tas hediye etmek demekti. Ayrica bu uzaklastirmanin cok farkli bicimde Gezi olaylarindaki Alevi gencligin rolü seklinde Türkiye`ye geri dönen bumerang etkisi yarattigi da kuskusuz. Yine Erdogan`a Avrupa seyahatlerinde en fazla tepki gösteren kesimin de Alevîler oldugu not edilmesi gereken bir gercek. Türkiye`nin yapmasi gereken bütün inanc sahiplerine demokratik bir platform sunmak ve kendini mezhepler arasi yumusak iklimin hüküm sürdügü bir ülke olarak takdim etmekti. Orta Dogu`nin barisa susamis halklarina bu model bir ilac gibi gelirdi.

Türkiye`nin kendi Alevî nüfusundan ötürü mezhep ayrimciligina dayali bir politika yürütme sansi hic yok. Simdi bu politikadan vazgecilmeye calisiliyor, ama gec kalindigi da ortada.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder