17 Mayıs 2014 Cumartesi

Hindistan`da neden nasyonalistler iktidara geldi?

Bu soru gercekten bir matematik sorusuna benzemektedir. Modi, esine ender rastlanan bir siyasi figür olarak aslinda beklenmedik bicimde ortaya cikti. Iktidara gelisinin büyük bir oy cogunluguyla gerceklesmesi bircok soru isaretinin zihinlerde belirmesine neden olacak nitelikte. Simdi herkes hangi gelismelerin, Hindistan`da nasyonalistleri isbasina getirecek olan süreci baslattigini merak ediyor? Bu gelisme, dünya politika dengesinde taslari yerinden oynatabilir.

Nasyonalizm, Hindistan icin cok tehlikeli bir madde. Biliyorsunuz bu ülkede 330 adet dil konusuluyor. Bu 330 ulusun aslinda 3 ayri dil ailesine mensup olmasi Hindistan`in bir diger ilginc özelligi. Dil aileleri arasinda en ufak bir akrabalik, genetik benzerlik yok. Bunlardan birincisi ve en kalabalik olani Hint-Avrupa dil ailesi. Ailenin en kalabalik ögesi de sayilari 1 milyara yaklasan Hintliler. Ikinci büyük dil ailesi ise ülkenin daha güneyinde yasayan Dravid`ler. Dravid`ler Polinezya grubuna bagli bir irk. Sayilari 150 milyonu buluyor. Daha ziyade Endoneza, Filipinler ve Havai halklariyla akrabalar. Bir de Cin dilleri öbegine bagli halklar var. Hindistan`da ayrica üc büyük din var: Brahmanizm, Müslümanlik ve Budizm. Ayrica azimsanmayacak ölcüde hristiyan, sikh ve zerdüst var. Bu gruplardan en güclüsü Brahmanizme bagli Hintliler. Sayilari 850 milyon civarinda. Hintlilerin 150 milyonu ise Müslüman. Hint uluslari kendi aralarinda alt öbeklere ayrilmis durumda. Yeni basbakan Modi`nin mensup oldugu Gucerat ulusu, Hint uluslarindan sadece biri. Ama Gucerat`tan ayri, standart Hintce konusanlar da var. Bunlar baskent Yeni Delhi civarinda ve Kuzey Hindistan`daki Ganj nehri boyunca yogunlasmis durumdalar. Ayrica Delhi ile Banglades arasinda Dogu Hintlileri (Bihari-Oriya grubu) var. Nobel ödülü sahibi yazar Naipul, Bihari grubundan. Mumbai cevresinde ise yine büyük bir Hintli grubu olan Marathi`ler var. Bunlarin her birinin büyüklügü Türkiye kadar ve her bir alt öbegin icinde Brahmanlar da var, Müslümanlar da.

Modi`nin iktidara gelisi ile birlikte catismanin Hindistan`da ana etnik fay hatti olan Brahman Hintlilerle, Müslüman Hintliler arasinda cereyan etmesi bekleniyor. Modi`nin standart Hintli degil, Gucerat olusu belki hafifletici bir etken olabilir. Ayrica Modi, bizim Erdogan`in iktidara geldigi zaman söyledigi gibi "Ben degistim" de diyebilir. Ama yine de ortada olan bir gercek var: Brahman Hintlilerle, Müslüman Hintliler arasinda 20. yüzyilda unutulmasi icin en azindan yüz yil gecmesi gereken korkunc seyler yasandi. Ayni Hirvatlar, Bosnaklar ve Sirplar arasinda yasandigi gibi ve Modi bir siyasi figür olarak bu catismanin anilarini canlandiracak seyler söylüyor.

Ilginctir, bu konuya daha önceki yazilarimda da deginmistim: toplumlarda en acimasiz catismalar aslinda farkli etnik gruplar arasinda degil, daha ziyade ayni etnik grup icinde dinsel veya baska bir nedenle ortaya cikan ayriliklar nedeniyle yasanmaktadir. Farkli etnik gruplar ise daha ziyade birbirini cekmektedir.

Ve catisma daha cok Türkler, Japonlar ve Özbekler gibi Altay uluslari icinde degil de, daha ziyade Hint-Avrupa uluslari icinde ortaya cikmaktadir. Yani Hint-Avrupa uluslarinin kendi türünden olana saldirma, kendi kardesinin kanina girme icgüdüsü daha fazladir.

Iste Hindistan`da ana etnik fay, strandard Hintce konusan 1 milyarlik büyük ulus icinde Müslümanlik-Brahmanizm celiskisi biciminde ortaya cikti. Bu celiski o kadar siddetli idi ki, Hindistan üce parcalandi. Aralarinda hâlâ Kesmir gibi cözülmemis sorunlar var. Bu sorunun kisa zamanda cözülecegi de yok. Cünkü Kesmir, Kibris`tan daha cetrefilli bir konudur. Kibris`ta hic olmazsa sinir vardir. Kesmir`de ise dogru dürüst sinir bile yoktur. Milyonlarca insan bu topraklarda, hangi devlete ait oldugunu bilmeden yasamaktadir.

Simdi baslangictaki soruya geri dönüyoruz: Böylesine karmasik ve devasa bir toplumda nasyonalizm büyük bir kumar degil mi? Acaba halk hangi etkenlerin zorlamasiyla, hem de büyük bir cogunlukla, nasyonalizme yesil isik yakti? Ülkede 850 milyon Brahman Hintli ile, 150 milyon Müslüman Hintli arasindaki ayni sönmüs bir volkan gibi uykuya yatmis gibi görünen celiskiler, bu iktidarla birlikte daha da siddetlenmeyecek midir? Ve bu siddetlenme, dünyada taslarin yerinden oynamasina yol acmayacak midir?

Bu konuya devam edecegim.

28 Nisan 2014 Pazartesi

Bati, Cari Acigin Sürmesinden Yana

Cari acik Türkiye`nin zayif noktasi oldugu icin Türkiye`yi kontrol altinda tutmaya calisan Bati ülkeleri, ülkenin gelecekte de cari acik vermesi icin var gücleriyle calismaktadirlar. Bu nedenle özellikle Avrupa Birligi`nin, ama ayni zamanda daha düsük ölcekte de olsa, ABD`nin amaci, Türkiye`ye giren yabanci sermayenin üretim sermayesine dönüsmesinin engellenmesi, dolayisiyla cari acigin devam ettirilmesidir.

Cari acik, Türkiye`nin denetlenmesi icin Bati`nin elinde bulunan önemli bir politika bilesenidir. Bati bundan neden vazgecsin?

Bati`nin cikarlariyla kendi cikarlarini özdeslestirmeyi basaran bir avuc büyük holding patronu icin de cari acigin kapatilmasi, bunun icin marka yaratmak, üretim sermayesini güclendirmek; bütün bunlar, hem fazladan bir külfet hem de Bati`nin cikarlarina ters düsecegi icin zararlidir. Bu kapsamda Erdogan`in ortaya attigi, Türkiye`nin kendi araba markasini yaratmasi gerektigine iliskin görüs, Koc Grubu tarafindan isteksizlikle, hatta yüz burusturmasi ile karsilandi. Erdogan hükümetinin marka yaratmak amaciyla, üretim sermayesinin desteklenmesi, faizlerin düsürülmesi, döviz fiyatinin artirilmasi dogrultusunda her adim atisinda, bu direnc artacak, yüz burusturmalari yerini acik acik söylenmelere birakacaktir. TUSIAD ile Erdogan hükümetleri arasindaki cekismeye bu acidan bakmakta fayda var.

Buna benzer bir olay gecmiste de yasanmisti. Üniversitede ögretim görevilisiyken "Devrim" adi verilen yüzde yüz yerli bir araba ürettirmeye calisan Erbakan, iktidara geldikten sonra da büyük sermayeyi bu yönde tesvik etmis, ama her defasinda büyük bir direncle karsilasmisti. Otomotiv firmalarinin fahis kârlarini kontrol altina almak icin kullanilmis araba ithalatini serbest birakmaya kalkistiginda ise büyük sermayeden tepki almis, Erbakan`i iktidar yolunda desteklemis olan Sabanci bile "Bu yapilan yanlis oglu yanlistir" demisti. Erbakan`in 1998 yilinda iktidardan post modern 28 Subat darbesi ile uzaklastirilmasinin nedenlerinden biri de Erbakan`in büyük sermaye ile giristigi bu kavgadir. 

O zamanlar Erbakan politikalarinin üretimi destekleyici özelligine o kadar karsi cikan büyük patronlar, bugün de üretim sermayesinin önemli bir kesimini elinde bulundurmaktadirlar. Yani üretim sermayesi, bizzat kendisinin bagimsizlasmasina yol acacak her cesit projenin karsisina dikilmektedir. Celiski tam da bu noktadadir. Bugün araba markasi yaratilmasi önerisine isteksiz bakan Koc Grubu, günde 4000 camasir makinesi üretebilen fabrikalarin sahibidir. Ve üstelik bu fabrikalarin müdürleri, Bati`ya verdikleri röportajlarda, AR-GE calismalarina, bagimsiz teknolojiye verdikleri önemi defalarca dile getirmektedirler. Bir ülkenin kendi teknolojisini üretmeden, disaridan ithal edilen teknoloji ile bir yere gidemeyecegini ifade etmektedirler.

Aslinda Erbakan-Erdogan türü politikacilarla büyük sermaye arasindaki catisma, teknolojinin üretimi konusunda degil, daha ziyade üretim modeli üzerinde cereyan etmektedir.

Türkiye`deki büyük sermaye gruplarinin üretim modelinde, üretimin girdi mallari ithalatla temin edilmektedir. Üretim sermayesi Türk Lirasi kredi ile degil, döviz kredisi ile beslenmektedir. Girdi ile cikti, döviz üzerinden bilancoya yansidigindan üretim sürecinde kur riski en aza indirilmektedir. Dolayisiyla bu üretim, Türk ekonomisinin kronik sorunlari olan para darligi, yüksek faiz ve düsük döviz fiyatlari ile savasmak zorunda kalmamaktadir. Zaten büyük holdinglerin hemen hepsinin bu amacla kullandiklari bankalari, bu bankalarin yurt disinda konuslandirilmis yavrulari ve gruplarin dünyanin dört bir yanina dagilmis Off Shore sirketleri vardir. Dolayisiyla yüksek faiz-düsük döviz fiyati onlarin üretimini bogmamaktadir. Aksine bankalarinin yurt icine kredi kartlari vs ile fahis faizlerle tüketici kredisi vermesini sagladigi icin disaridan döviz kredisi temini onlar icin faydalidir da.

Yüksek faiz, para kitligi, düsük döviz fiyati; yurt disindan döviz kredisi kullanamayan icerideki Anadolu sermayesini, ihracatci kücük sermayeyi vurmaktadir. Bunlar iflasa sürüklendikce, siddetlenen sinif catismasi, Erdogan hükümetlerine oy potansiyeli olarak geri dönmektedir.

Dolayisiyla büyük sermaye ile Erdogan hükümetlerinin catismasinin aslinda bir ekonomik temeli vardir. Yukarida kisaca özetlenen yüksek faiz, düsük döviz fiyati, para darligi ve issizlik seklinde özetlenebilecek ekonomik model (diger bir anlatimla Kemal Dervis modeli) , Türkiye`de 1- Tekellesmeyi hizlandirmakta, 2- Yerli sermayeyi cökertmekte, 3- Issizligi konjontürel olmaktan cikarip kroniklestirmekte, 4- Ihracati ithalata bagimli hale getirmekte, 5- Cari acigin yapisallasmasina neden olmaktadir. Erdogan, bu modelle basinin hos olmadigini defalarca ifade etti. Buna ragmen AKP bu modelle neredeyse 12 sene beraber yasadi ve ondan nemalandi.

Bütün bunlari bir önceki yazimda da belirtmistim.

Bu noktada belki sorulmasi gereken soru sudur: Bati ve onun yerli peykleri neden böyle bir modeli tercih etmektedirler? Neden Türkiye`ye pek de hoslanmadigi "yüksek faiz-cari acik" ülkesi olma rolü dayatilmaktadir?

Soruya söyle cevap verilebilir. Böyle bir dayatma, dünya ekonomik sisteminin yüksek faiz ülkelerinin varligini zorunlu kilmasindan kaynaklanmaktadir. Dünya ekonomik sisteminin bugün icin baska sekilde var olmasi zordur. Hatta imkânsizdir.

Diger bir deyisle üretim bütün ülkelerde yayilmayip belirli bölgelerde sinirli kalmak zorunda. Üretim dünya geneline yayilmiyor. Belirli ülkelerde üs seklinde yapiliyor. Bugün icin üretim sermayesinin yogunlastigi ülkeler Cin, Banglades, Hindistan, Filipinler ve Vietnam gibi emegin fiyatinin düsük tutuldugu ülkelerdir. Yüksek faiz ülkeleri ise Türkiye, Brezilya, Rusya, Endonezya`dir. Üretim sermayesinin yogunlastigi ülkelerde neredeyse 2 milyar, yüksek faiz ülkelerinde ise yaklasik 800 milyon insan yasamaktadir. Türkiye bu rol paylasimini degistirecek güce su an icin sahip degildir.Ama Türkiye bu rolü oynamaktan dolayi resmen aci cekmektedir.

Pekiyi neden böyle bir rol paylasimi zorunlu hale gelmektedir? Hangi mekanizma buna yol acmaktadir?

Bu sorunun cevabi, kapitasit kredi mekanizmasinda gizlidir. Üretim devam ettikce, üretilen malin paraya dönüsmesi zamana ihtiyac duyar. Ayni zamanda özel mülkiyetten kaynaklanan gecikmeler ve gecici tikanmalar olur. Kredi mekanizmasi bu gecici tikanikliklarin asilmasi icin devreye girer. O nedenle üretim sirasinda her an üretim sürecine katilmak icin bekleyen bir fazla para (mali sermaye) üretim birimlerinin kullanimina hazir tutulur. Cin gibi bir üretim üssünde bu fazla parayi yaratmak icin döviz fiyati daima olmasi gerektiginden biraz daha yüksek tespit edilir. Yani döviz daima pahali, yerel para cinsinden para ise her zaman ucuz ve boldur. Bunu saglamak icin ihracat fazlasi döviz ülke icine sokulmaz, yurt disinda döviz olarak bekletilir. Cin ekonomisinin döviz fazlasi, Amerikan bankalarinin nezdinde Amerikan hazine bonolarina dönüstürülür.

Ancak Amerikan ekonomisinde bir sekilde. kriz nedeniyle, simdi oldugu gibi, faizler düsmek zorunda kaldiginda, Amerikan ekonomisinde temerküz eden bu fazla sermaye, Türkiye, Brezilya ve Rusya gibi yüksek faiz ülkelerine dogru seyahate cikar.

Fakaaat:

1- Bu seyahate cikan para, asla üretim sermayesine dönüsmez. Cünkü üretim sermayesine dönüsürse ihtiyac halinde geri cekilemez. Öyle seyyal olmalidir ki,cikmak istediginde en hizli vasitalarla sahiplerinin kullanimina hazir tutulabilsin. O nedenle "fazla", hep nakit para veya borc senedi seklinde var olur.

2- Bu fazlanin elde ettigi faiz, kar optimizasyonu cercevesinde olabilen en yüksek faiz olmalidir. Bunun nedeni sadece kapitalist kâr hirsi degildir. Bunun ayni zamanda cok gecerli bir teknik nedeni daha vardir. Faiz, Cin gibi ülkelerin üretim sermayesinden elde ettigi "fazla"ya ayak uydurmalidir. Dolayisiyla Cin gibi ülkelerde ekonominin ürettigi "fazla" kadar, sermaye ithal Türkiye gibi ülkeler de "acik" vermek zorunda kalirlar.

3- Cin gibi ülkelerde döviz ülke sinirlarindan iceri giremez. Yani ülke icinde yerel paraya dönüsmez. Döviz rezervleri merkez bankalari tarafindan yabanci ülkelerdeki banka hesaplarinda tutulur. Türkiye gibi ülkelerde ise ekonomiye serbestce girer ve derhal yerel paraya dönüstürülür. Yabancilarin eline gecen Türk Parasi, hazine bonolarina veya devlet tahvillerine yatirilir. Böylece Türk Lirasi yeniden hükümete geri dönmüs olur Hükümet eline gecirdigi bu parayi mali disiplin cercevesinde piyasadan ceker. Dolayisiyla ülkede giren dövizin karsiliginda ilave bir miktar Türk Parasi piyasadan cekilmis olur. Ekonominin boynundaki ilmik biraz daha sikilir. Faizler dalga dalga yükselir, döviz fiyati düstükce düser. Faizin yükselisi ülkedeki yerel para cinsinden sermayeyi ve üretimi biraz  daha da bogar, öte yandan ilave giren paranin üretimde kullanilmasini engeller. Onun yerine varlik fiyatlari artar.

4- Artan varlik fiyatlari, yabanci sermayenin girdigi ülkelerde hükümetleri yüksek faizi ödemek icin bir sekilde özellestirme yapmaya zorlar. Bu nedenle cari acik ülkeleri, ayni zamanda yogun olarak özellestirmelerin yapildigi ülkelerdir.

5- Yine de faizin ödenmesi, özellestirmelerden cok halktan toplanan vergilerle yapilmaktadir. Verginin ödenmesi icinse, ülkenin bunu bir sekilde kazanmasi gerekir. Faiz ülkeyi fakirlestirince o ülke faizi ödeyemez geleceginden ve bu ise bir kisir döngü yaratarak ülkenin daha yüksek faizlerle kredi bulmasiyla sonuclanacagindan, ülkenin iflasa sürüklenmesini önlemek icin yüksek faiz ülkelerinde yerli üretim hicbir zaman sifirlanmaz. Hatta asgari ölcülerde desteklenir, ki ülke faiz ödeyebilecek kadar üretim yapabilsin. Ama hicbir zaman da disaridan krediye ihtiyac duymayacak kadar sermaye biriktirmesine izin verilmez. Üretimden elde edilen birikim faiz olarak yurt disina cikarilir. Ancak üretim sermayesinin asgari ihtiyaclari kadar yurt icinde birakilir.

Fakat bütün mekanizma burada kendini bitirecek bir zayifliga sahip. Cünkü üretim sermayesinin mantigi geregi, belirli bir asamadan sonra, ülkenin kendi teknolijisini üretmesi, marka yaratmasi ve basina buyruk hareket etmesi kacinilmaz hale gelir. Türkiye an itibariyle bu asamada bulunuyor.

Erdogan hükümetleri üretim sermayesini destekler gibi görünüyor. Erdogan hükümetlerinin su an icin bu celiskiyi cözmek konusunda buldugu formül, Türkiye`de üretim sermayesinin yurt disinda, özellikle Afrika`da faaliyet göstermesi seklinde ortaya cikmaktadir. Yani Türkiye`de faizi yüksek olarak birakip, üretim yapmak isteyen Anadolu sermayesine Afrika`nin yolunu acmak gibi bir strateji. Cumhurbaskani Gül`ün "Türkiye`nin findigi, Ghana`nin kakaosu ile iyi gider" seklinde "veciz" bir sekilde özetlenen strateji.

Bu strateji ile aslinda su demek isteniyor: Tamam, Türkiye yüksek faiz ülkesi olarak kalsin. Ama lütfen bizim de üretim yapmamiza izin verin ve bizim Afrika`ya acilmamiza ses cikarmayin. Kürtlere önerilen emperyalist ortaklik formülü de iste bu ekonomik temele dayandirilmaktadir. Bati henüz bu stratejiyi onaylamis degil. Ama fazla da itiraz etmiyor gibi. O nedenle AKP`li bir takim girisimcilerin, Kongo`da magaza actigina tanik oluyoruz. Ama modelin fazla umut vaad etmedigi de, özellikle AKP-Cemaat kavgasindan bu yana, ortada.

Her sey bir yana, AKP`nin bu konudaki caresizligine CHP`nin nasil baktigi önemlidir. AKP`nin bu konudaki tikanma noktasindaki caresizligine, CHP, üretim sermayesinin Türkiye`de desteklenmesi, bu yolla insanlara yeni is imkâni yaratilmasi seklinde politikalar gelistirerek yanit veriyor mu? CHP bu konudaki büyük oy potansiyelini görüyor mu?

Gecenlerde tikanan modelin yaraticisi Kemal Dervis, CHP`ye Türkiye`de üretim sermayesinin desteklenmesi icin politikalar gelistirmesi tavsiyesinde bulunmustu. CHP bunu dikkate aldi mi? Tabii ki hayir. Cünkü CHP, kendisi ile büyük sermayenin arasini acacak böyle bir politika degisikligi riskini su anda alamaz. CHP bu asamada büyük patronlarin kollarinda yari baygin uyumayi tercih eder. Sonucta reformist parti rolünü yeniden AKP`ye birakir.

AKP de bu noktada bocaladigina göre yeni bir siyasi partinin ortaya cikmasi mukadder görünüyor. Yeni bir siyasi parti, Bati ile Türkiye`nin yeni pazarliklarin sonucu olarak gelisecektir. Türkiye bu konuda önemli bir koza, Israil`in giderek artan Arap baskisinda karsi korunmasi opsiyonuna sahip. Kibris üzerinden gerceklesen Türkiye Israil ortakligi bu konuda bize yeni ipuclari sunuyor.


20 Nisan 2014 Pazar

Türkiye`nin Cari Acik Sorunu

Türkiye bir sekilde cari acigini sona erdirmek zorunda. Hatta buna mahkum, bile denebilir. Dogal kaynaklari olmayan Türkiye gibi bir ülkenin cari acikla devam etmesi asagida aciklanan nedenlerden dolayi zordur:
1-     Cari acik, ülke ekonomisinin varligini devam ettirmek icin disardan para girisine ihtiyac duymasi demektir. Ama giren her döviz, eger buna uygun bir sekilde döviz cikisi ile karsilanmazsa, ülkenin ekonomik dengelerini etkiler. Dövizin nispeten bollasmasina ve yerel paranin piyasadan cekilmesine, diger bir deyimle kitlasmasina neden olur. Hükümet bu kitligi düzeltmek icin para basarsa, ülkede enflasyon ve dolayisiyla fiyatlar yükselir. Bu fiyat yükselisi ülkede özellikle girdi fiyatlarini etkileyerek daha cok bir maliyet enflasyonu biciminde ortaya cikar. Talep enflasyonu ise yükselen fiyatlar karsisinda talebin azalmasiyla birlikte nispeten ülkeyi daha az etkiler. Ama fiyat artislarina emek piyasasi da katilirsa, yani hükümet sosyal yardimci bir politika izlerse enflasyon talep enflasyonu karakteri kazanir ve enflasyon giren her dövizle birlikte azarak sarmal bir yapi kazanir. 2001 krizine kadar hükümetlerin kisa sürmesi ve her seferinde duvara toslamasinin nedeni budur. Erdogan hükümetleri bunu yapmadiklari icin ekonomi yönetiminde kismî basari elde ettiler.
2-     Hükümet eger para basmaz, simdiye kadarki Erdogan hükümetlerinin yaptigi gibi mali disiplin tedbirleri uygularsa, o zaman kacinilmaz olarak ülkede yerel paranin kitligi devam eder ve bunun sonucunda faizler yükselir. Zaten gelen yabanci sermayenin istedigi de budur. Yani faizlerin yükselmesi sayesinde kisa zamanda yüksek getiri elde etmek. Bunun yolu borsada Türk hisse senetlerine veya tahvil piyasasinda Türkiye tahvillerine portföy yatirimi yapmaktir. Ülkeye giren sermaye tamamen mali sermaye seklindedir. Kolay kolay üretim sermayesine dönüsmez. Borsada yabancilar bu nedenle en cok banka hisselerine ilgi gösterirler. Sanayi sirketlerine degil. Cünkü amaclari yüksek faizden yararlanmaktir.
3-     Öte yandan yüksek faiz ülkede yerel para cinsi üzerinden yatirim yapilmasini güclestirir. Bu nedenle yatirimlar daha cok döviz kredisi ile yapilir. Ülkenin ihracat sektörü, döviz kredisiyle yaptigi yatirimin sonucunda ürettigi mallari yine döviz üzerinden disariya satar. Türkiye`de ilk iki dönem Erdogan hükümetleri bu ekonomik politikayi uyguladilar. Ancak ihracat sektörü yine de rahat olamadi. Cünkü döviz kredisi bankalar araciligiyla veriliyordu. Bankalar da daha cok mali yapisi güclü sirketlere kredi veriyordu. Bu ise sektördeki tekellestirmeyi hizlandiriyordu. Özellikle kücük isletmelerin döviz kredisine ulasmasi bu nedenle hep zor olmustur ve bu politika ihracat sektöründe tekellesmeyi artirmistir.
Döviz kredileri, daha ziyade, ülkeye gelen yabanci sermayenin yerli ortaklari ile birlikte üretim yapmayi secmesi, sadece portföy yatirimi yapmamasi durumunda yatirimlarin kolayca yapilabilmesini saglamak icin bir arac olarak kullanilmistir. Bir de bu tür krediler Koc, Dogus ve Sabanci gibi yerel sermaye gruplarinin isine yaradi. Bu gruplarin zaten kendi bankalari vardi. Grup bankalarinin disardan bulduklari sendikasyon kredileri, grup sirketlerine kredi vermekte kullanilabiliyordu. Tabii ki Türkiye Bankalar Kanunu`nin cizdigi sinirlar dahilinde oluyordu bu. Ama böyle de olsa sonucta döviz kredileriyle Türkiye`nin ihracat sektörü gercek anlamda büyüyemedi. Anadolu sermayesi hep ac kaldi. Erdogan, büyük holdinglere karsi düsmanlik politikasi güderek, Anadolu sermayesinde biriken bu öfkeyi, siyasi arenada oya dönüstürmesini bildi. Yani bir bakima kendi politikasinin olumsuz sonuclarini bile kendi lehine kullanabilmistir.
4-     Sonucta döviz kredileriyle bir nebze asilmaya calisilsa da yüksek faizin ülkenin ihracat sektörü üzerinde baski yarattigini ve bu baskinin özellikle kücük isletmeler üzerinde etkili oldugunu belirtmek gerekir. Döviz kredisi alamayan kücük isletmeler, kacinilmaz olarak yatirimlarini Türk Lirasi üzerinden sekilendirmek zorunda kaliyorlar, bu da maliyetlerin yüksek cikmasina neden oluyordu. Sonucta Türkiye dis pazarlarda hicbir zaman fiyat avantaji acisindan Cin`i veya Hindistan`i yakalayamiyordu. Ic pazardaki maliyet sorununu asmak icin büyük gruplar girdilerini disardan karsilamaya basladilar. Bu da ülkede ihracatin icindeki ithalat oranini artirdi. Yani ihracatin cari acigi kapatma islevi azaldi, hatta sifirlandi. Cari acik kapatilabilir olmaktan cikti, yapisal bir karakter kazandi. Zaten ülkeye giren yabanci sermayenin istedigi de, bir sekilde ülkenin kendilerine olan bagimliligini pekistirmektir. Erdogan hükümetleri sayesinde isin bu kismi cok güzel basarildi. Erdogan ve Ali Babacan o nedenle yabanci sermayenin yildizi oldular.
5-     Bu arada yüksek faiz-ucuz döviz politikasinin sonucu olarak, ülkede yerel para cinsinden yatirimlarin güclükle yapilabilmesinin; ekonomideki issizlik sorununun, ayni cari acik sorunu gibi yapisal karakter kazanmasina yol actigini belirtmek gerekir. Türkiye`de issizlik Erdoagan hükümetleri zamaninda hep %10`lar seviyesinde kaldi. Hatta son zamanlarda %10 tabanina oturdugunu bile söyleyebiliriz.
6-     Erdogan hükümetleri dönemindeki ekonomik panaromanin ana bilesenleri bu anlatilanlar temel alinarak daha rahat görülebilir. Bunlar 1- Cari acik, 2- Yabanci sermaye girisleri ve artan portföy yatirimlari, 3- Mali disiplin ve enflasyonun siki para politikasiyla baski altina alinmasi, 4- Yüksek faiz, 5- Bogulan yerel sermaye ve gücsüzlesen ihracat sektörü, 6- Issizlik, 7- Ihracatin ithalata bagimli hale gelmesi ve cari acik sorununun yapisallasmasi olarak siralanabilir.
7-     Ama iste bir sekilde ekonomik gercekler kendilerini hissettiriyor. Cari acikla bir ülkenin bir yere kadar ilerleyebilecegi gün gectikce daha cok ortaya cikiyor. Bir kere cari acikla ülke hicbir zaman %5`in üzerinde büyüyemez. Cünkü yukarida aciklanan faktörler ülkenin sürekli olarak daha yüksek oranlarda büyümesini engeller. Hatta bir ileri bir geri konumuna bile gelinebilir. Üstelik ülkenin ihracat sektörü kalitesizlesir. Ülke disardan aldigi mali, isleyerek satan ikincil bir ülke olur. Yeni marka yaratamaz. Yarattigi markalari koruyamaz. Bir seyi en iyi üreten ülke hicbir zaman olamaz. Bu tür ülkelerde daha ziyade turizm ve insaat gelisir. Cünkü turizmin girdi mala olan bagimliligi daha azdir. Ayrica bu is kolu (yani turizm ve insaat sektörleri) birbirini destekler. Turizmle birlikte lüks konut insaati da hizlanir. Ama ülke, tamamen, dünyadaki basat gelismeleri kenardan izleyen ikinci sinif bir ülke olur. Portekiz, Ispanya, Italya, Yunanistan`dan sonra Türkiye de bu kategoriye sokulmaya calisildi. Erdogan hükümetleri ve Cemaat birlikte bir süre bu modeli denediler. Ama olmadi.
Neden? Türkiye neden bir Ispanya veya Italya gibi, olaylari kenardan izleyen, baskalari güldükce gülen, baskalari agladikca aglayan bir ülke olmasin? Türk insanina yetmiyor mu bir Italya veya Ispanya`da yasamak?

Yetmez olur mu? Artar bile. Ama sorun da bu zaten. Türkiye, henüz yukarida sayilan ülkeler gibi refah acisindan doygunluk siniri olan kisi basina USD25.000.-lik seviyeye gelememistir. Bu ülkelerle arasinda en azindan USD7.000.-`lik bir fark bulunmaktadir ve bu fark ülke yapisal degisim gecirmeden kapatilamayacak boyutlardadir. 
Türkiye`de su anda kisi basi gelir düzeyi USD18.000.- civarindadir. Ispanya ve Italya`da ise bu düzey USD30.000.-`nin üzerindedirler. Portekiz ve Yunanistan`da ise USD25.000 ile USD30.000 arasindadirlar. Ayrica Türkiye`nin nüfusu hepsinden büyüktür. Yani Türkiye istese de bu modele sigamaz.
Bu konuda yazmaya devam edecegim.


Not: Ülkelerin kisi basi gelir düzeyleri Dünya Bankasi`nin 2012 yilina ait „Gross national income per capita 2012, Atlas method and PPP“ adli listesinden alinmistir. Satin alma gücü paritesine göre hesaplamayi iceren Purchasing Power Parity (yani PPP) yöntemi, ülkeler arasi gercekci bir karsilastirmayi mümkün kilan su anda mevcut tek yöntemdir. Bu yöntemler, kayit disi ekonomiye sahip Türkiye gibi ülkelerin gercek düzeylerini anlamamiza yardimci olur. Türkiye`de kayit disi ekonomi su anda %40`lar civarindadir. Kayit disi ekonomiyi dikkate almayan, yani hesaplamayi resmi veriler üzerinden yapan Atlas methosuna göre Türkiye`de kisi basi gelir USD10.000`lar seviyesindedir. Bu rakam tabii ki Türkiye icin gercekci olmaktan uzaktir. (10.000 ile 18.000 arasindaki fark, kayit disi ekonominin payidir.)


5 Nisan 2014 Cumartesi

Cumhurbaskanligi secimleri

Aslinda bütün matematiksel oy hesaplari, Erdogan`in Cumhurbaskanliginin tam anlamiyla "ortada" oldugunu gösteriyor. Kaba matematikle Erdogan`a yerel secimlerde 19 milyon kisi oy verdi. Cumhurbaskani olabilmek icin ise 22 milyon oy gerekiyor. Yani daha bastan 3 milyon oy eksik. Türkiye`de oy kullanan insanlarin cogu Erdogan`a karsi.

Geri kalan 3 milyon oy, aslanin agzinda. Bu oy Kürtlerden gelebilir. Ama bunun icin Kürtlerin özerkligine kapi acmak gerekiyor. Böyle bir kapi acisin imasi bile Erdogan`in Kürtlerden gelecek oy kadar, MHP`ye dogru milliyetci ve muhafazakâr Türklerden oy kaybetmesi anlamina gelir. Dolayisiyla "özerklik" meselesi iki tarafi keskin olan bir bicaktir. Getirdikleri ve götürecekleri en iyi ihtimalle birbirine esittir, götüreceklerinin daha fazla olmasi da mümkündür.

Eger bu yol tercih edilise, yani cumhurbaskani olabilmek icin Erdogan Kürtlerle müzakere yürütürse, son ana kadar Kürtler kendisinden taviz koparmaya calisacaktir. Dolayisiyla Erdogan`la Kürtler arasinda bir borclu alacakli iliskisi kurulmus olacaktir.

Sadece bu "borclu" olma durumu bile AKP`nin MHP`ye Cumhurbaskanligi yolunda oy, daha dogrusu kan kaybetmesi sürecinin devam etmesi demektir. Onlara verilen her taviz, MHP`ye dogru AKP`den yeni bir blok oyun cözülmesi anlamina gelecektir. Ama bunun disinda verilen her taviz, bir sonraki tavizin kapisini actigindan, bir sonraki taviz icin baski siddetlenecek, bu nedenle Kürtlerden beklenen oy, bir türlü istendigi ölcüde gelmeyecektir. Gelse bile, ödünc verildigi icin ilk dönemecte yeniden anavatanina geri dönecektir.

Dolayisiyla özerklik meselesini geciniz bir kalem. Kürtlerden gelecek destekle cumhurbaskani olma projesinin zemini o kadar oynaktir ki, böyle bir zemin üzerinde bir siyasetcinin strateji belirlemesi zor, hatta imk^nsizdir.

Kürt acilimi AKP tarafindan maalesef toplumsal bir konsensüs anlayisi ile degil, ic politika malzemesi yapilarak yürütüldü. Acilimin daha basinda destek vaadiyle CHP`nin uzattigi el, Erdogan tarafindan tiksintiyle itildi. O noktadan sonra Kürt aciliminin ic politika malzemesi olarak kullanilmasi kacinilmazdi.

Erdogan bunu CHP`nin isin icine karismasini ve acilimin sayesinde Kürtlerden oy almasini önlemek icin yapti. Ama o noktada CHP-AKP isbirliginin yapilamamasi, Kürtleri karar verici azinlik konumuna getirdi.

Karar verici azinlik olmanin müthis bir toplumsal maliyeti vardir. Cünkü cogunlugun baskisini bu durumda üzerlerinde daha cok hissederler. Üstelik Türklerin kendi aralarinda anlasma olmadan, iclerinden bir kesiminin onlara verdigi taviz, digeri tarafindan en kisa zamanda geri alinir.

Bu nedenle bu tür köklü degisimler, bir toplum projesi olarak, toplumsun her kesiminin az veya cok destekledigi, desteklemeyenlerin ise marjinalize edildigi bir tarzda yürütülmelidir

Ama gelin görün ki, gelinen bu noktada Türk siyasetinin uzlasmaz celiskileri Kürtlerin en dogal haklarini ister istemez Türkiye politika arenasinin bir pazarlik ve denge unsuru haline getiriyor. Haklarin verilip verilmemesi bu pazarligin sonucunda karar baglaniyor.

Sonucta haklarin verilmesi gecikiyor ve bir haksizlik izlenimi doguyor. Bu izlenim de terörizmi beslemeye devam ediyor.  PKK terörünün yeniden baslamasi olasiligi toplumun üzerinde Demokles`in kilici gibi sallanmaya devam ediyor ve Kürt siyasetciler de bu tehdidi bir politika malzemesi olarak her firsatta kullaniyorlar.

Dolayisiyla büyük bir ihtimalle Kürtlerin haklarinin taninmasi konusu, önümüzdeki 4 aylik kisitli zaman süreci icinde karara baglanamayacak. Erdogan elindeki muhafazakâr olup MHP`ye kayma ihtimali olan Türk oylarini kaybetmemek, öte yandan Kürtlere de sirin görünmek icin belagat sanatina siginacak, bir öyle bir böyle diyecek ve Kürtler nezdinde Cumhurbaskani olursa onlara daha rahat taviz verecegi izlenimi yaratarak durumu idare etmeye calisacaktir. Bunun sonucu olarak Kürtlerden Erdogan`a tam destek hicbir zaman cikmayacaktir. Destek gelse bile bu, destek almak icin onlara verilen taviz oraninda Erdogan`in kendi tabanindan oy kaybetmesiyle sonuclanacaktir.

Yani o eksik olan 3 milyon oyun nasil elde edilecegi sorusu yine ortada duruyor.

Arinc`in yaratmaya calistigi "Erdogan`a Cankaya yolu acik" algisi da gercekle bagdasmiyor.

Ama öte yandan Erdogan özellikle Cemaat tarafindan cumhurbaskanligina dogru âdeta "itiliyor". Yolsuzluk dosyalari bunun en belirgin göstergesi. Erdogan`in kendi yarattigi ve keskinlestirdigi celiskiler yüzünden toplumu bir bes sene daha yönetemeyecegi ortada. Bu durumda en akilci secenek, Gül`ün olasi bir basbakan adayi olarak Cankaya`dan inmesi ve Erdogan`in ise aldigi %43,3`lük destek oyu`na ragmen, âdeta yangindan kacarcasina Cankaya`ya siginmasidir.

Bununla birlikte bu alternatif, mevcut oy paylasiminda ancak ikinci turda mümkün görünüyor. Erdogan`in ikinci turda secilmeyi icine sindirmesi güc görünüyor.

Geldigimiz noktada Gül, hem basbakan hem de cumhurbaskani adayi olarak, Erdogan`dan daha güclü konumdadir. Cumhurbaskanligina adayligini koymasi durumunda toplumun cogunlugu tarafindan secilmesi daha olasidir. Öte yandan basbakan olarak meydanlara inse de hem demokrat kamuoyu tarafindan daha cok kabul görecek, hem de Kürt aciliminda toplumun ihtiyac duydugu konsensüs arayisinda CHP`yle daha rahat müzakere edebilecektir.

Yani teraziye vurulsa, Gül`ün cumhurbaskanligi mi, yoksa basbakanligi mi Türkiye`ye daha gereklidir diye, Gül`ün basbakanliginin daha cok tercih edilecegi aciktir. Bir kere her seyden önce laik-demokrat kamuoyu Erdogan`in hakaretlerinden ve asagilamalarindan kurtulacaktir. Iclerinde Kürt acilimina taraftar olanlar, bu egilimlerini daha rahat ortaya koyabileceklerdir. Gezi türü toplumsal patlamalarin olasiligi azalacaktir.

Ama ne gariptir ki, Gül`ün basbakanligi önündeki en büyük engel, Erdogan`in ilk turda Cumhurbaskani secilemeyecegi gercegidir.

Bu durumda Erdogan ilk turda cumhurbaskani secilemeyecegini anlayinca, basbakan olarak yoluna devam etmek isteyebilir. O zaman da Türkiye kaldiramayacagi bir toplumsal gerginlik ve catisma olasiligiyla ve yolsuzluk haberleriyle patlarcasina dolu bir gündemle basetmek zorunda kalacaktir.

Akla yine MHP geliyor. MHP, Erdogan`a ihtiyac duydugu eksik oylari saglayabilir. Ama bunun icin de Erdogan`in Kürt acilimi aleyhine söylem gelistirmesi sart. Ya da bu konuda hicbir sey söylemeyip konuyu kendisinden sonraki AKP hükümetine birakmasi ve bu netameli konudan Cumhurbaskanligi secimi süresince uzaklasmasi gerekiyor. Iste o zaman MHP ve Cemaat, birlikte Erdogan`i cumhurbaskanligina tasiyabilirler.

Yani aslinda cumhurbaskanligi secimi süreci, sanilanin aksine daha catismasiz bir sekilde kendi yolunda ilerleyebilir. Fakat bunun icin gerekli olan, Erdogan`in dilini tutup insanlari kizdirmaktan vaz gecmesidir.

Bunu yapabilecek mi? Siyasi ömrünü catisma meraki yüzünden kendi elleriyle kisaltmis ve toplumun lideri konumunu bu nedenle kaybetmis bir insandan bahsediyoruz. Yapabilir de.

Öte yandan Türkiye`de toplumsal bir konsensüs olmadan Kürt aciliminin basarilamayacagi ortadadir. Bu durumda Erdogan`i acilim denkleminden cikarmak, Bati`nin da tercih edebilecegi bir secenektir. Erdogan acilim sürecinden uzaklastirilabilirse, CHP acilimda daha rahat rol oynayabilecek ve bir türlü ulasamadigi Güney Dogu illerinde daha serbestce örgütlenebilecektir. Bu sürec, AKP`ye güc kaybettirecek, belli. Ama kimse, hatta AKP`nin kendisi bile, cok güclü, yüzde 60`lar düzeyinde bir AKP istemiyor zaten.

Bir de su var: Kürt aciliminin getirdigi catismasizlik ortami topluma derin bir nefes aldirdi. Bu catismasizlik ortaminin sürmesi icin, Gül`ün basbakanliginda Türkiye`de yasayan insanlar modern bir toplum olmanin geregi olan kültürel kimlige saygi konusunda daha esnek davranabilecek ve bu sekilde CHP ve hatta MHP bile, ortak bir konsensüs etrafinda daha rahat birlesebileceklerdir.

Eger Türkiye bunu basarabilirse, ki Bati`nin da böyle bir Türkiye`yi destekleyecegi aciktir, iste o zaman Suriye`deki mülteci kamplarinda kapana kistirilmiscasina, her türlü insani ve tibbî yardimdan uzak yasamak zorunda birakilan ve kendileini ziyaret eden gazetecilere "Biz ölüyoruz burada" diye feryat eden insanlarin yardimina kosulabilecektir.

14 Mart 2014 Cuma

Rusya, Ukrayna`yi Suriye karsiliginda istiyor

Ukrayna konusunda Rusya`nin takindigi tavri, Suriye baglaminda degerlendirmek gerekir. Cünkü Suriye`de ic savasin son dönemecine girildigine dair kuvvetli emareler var ve Rusya Suriye`de kaybedenler safinda yer aliyor.

Ayni sekilde Iran da Suriye`de kaybediyor. Hatta sunu da söyleyebiliriz: Israil, Amerika, hatta bütün Bati Suriye`de kaybedenler safinda bulunmaktadir. Kazanani olmayan bir savas bu. Zaten ilginc olan da, kazanani olmadigindan savasin bir türlü bitememesidir. Rusya ve Iran, öte yandan Amerika ve Israil hepsi bir anda Esat`in iktidarda kalmasi icin gereken ne varsa yaptilar ve Esat rejimi bütün dünya kendisini desteklemesine ragmen cökmeye devam ediyor.

Pekiyi, nasil oldu da Esat üzerinde böylesi bir fikir birligi olustu? Herkes bitmekte olan bir rejimi neden yasatma yarisina girdi. Bunu, zihinlerde cökmekte olanin yerini nasil bir rejim alacagina dair net ve acik bir fikir olusmamasina baglamak yerinde olur. Öte yandan Esat`in gidecegini anlayinca Israil`e ve Bati`ya verdigi gizli tavizleri de bu garip isbirliginin pekistiren nedenler arasinda sayabiliriz. Esat`in cöküsünü tek baslarina önleyemeyen Rusya ve Iran da caresiz Esat`in Bati`ya taviz vermesine razi oldular. Sonucta dünya tarihinde cok az vuku bulan bir sey oldu. Karsit uclar birlesti.

Esat`in cökmesini, daha geri planda düsen petrol fiyatlari nedeniyle Rusya ve Iran`in kan kaybetmesine de baglayabiliriz. Zaten bütün bir Arap Bahari`ni, petrol gelirleri üzerine kurulmus olan dünya düzeninin düsen petrol fiyatlari nedeniyle cözülmesine baglamak mümkündür. Petrol geliri, Arap diktatörlerine, halka baski rejimine katlanabilmesi icin sus payi vermelerine imkân sagliyordu. Ama petrol geliri azalmaya yüz tutunca, diktatörler de eskisi gibi halka bahsis dagitamaz oldular.Sonucta rejimler cözülmeye yüz tuttu.

Ileride petrol fiyatlari düstükce, halka bahsis dagitarak ayakta kalan son rejim olan Suudi Arabistan da kaosun icine cekilecektir.Suriye`de iki taraf savasiyor gibi gözükse de, aslinda savas, düzenle kaos arasinda, devletler sistemi ile terör arasinda cereyan etmektedir. Bu savas bir laboratuar gibi gelecekte kurulacak olan dünya düzeni hakkinda bize ipuclari vermektedir. "Cöken devletler" gercegi aslinda bu gelismelerin ürünüdür. Gitgide daha fazla sayida devlet, kendi topraklarinda hakimiyetini kaybederek, âdeta görünmeyen bir düsmanin elinde kivranmaya baslamaktadir.

Dünya devletler sistemi, cöken devletlerin kara deliginde yutulmamak icin canla basla bu devletleri yeniden dirilmeye, yasatmaya calisiyor. Suriye`de oldugu gibi, birbirine karsit gibi görünen Israil ve Iran`in, Rusya ve Amerika`nin Esat üzerinde fikir birligine varmasinin nedeninin bu oldugu görülüyor.

O nedenle bir ara Esat bütün dünya düzeninin cikmakta olan civisi olarak algilandi. O giderse, Suriye`da Israil`in yanibasinda kara bir delik acilmis olacak ve bu kara deligin Israil`e verdigi zarar, uslandirilmis bir Esat rejiminin verdiginden daha fazla olacakti. Muhtemelen Misir`in, askeri darbe ile Mursi`yi devirmis olan Sisi iktidari da Esat`la birlikte cökecekti. Hatta Misir, simdiden "cöken devlet" kategorisine alindi bile.

Dünya bu nedenle Esat`a dört elle sarilir gibi bir görüntü verdi. Türkiye, Esad´in karsisinda karsi yalniz kaldi. Bu durum bizdeki Israil saksakcisi yorumculara göre Türkiye`nin Suriye politikasinin cöküsü anlamina geliyordu. Oysa durum cok farklidir.

Farklidir. Cünkü Esat üzerinde anlasmaya varmanin hicbir kiymeti harbiyesi bulunmamaktadir. Esat rejimi siyaseten bitmis bir rejimdir. Nitekim bunu cok iyi bilen Putin bir ara "Esad gidebilir" gibi bir laf etmisti. Bu cümlenin Israil`in Türkiye`den özür diledigi günlerde, Türkiye`de söylenmis olmasi, Suriye konusunda bütün dünyanin nasil ortak hareket ettigini göstermesi bakimindan ilginctir. Ama ayni zamanda Putin`in söyledigi bu cümle, Batili devletler, Rusya ve Iran tarafindan benimsenen Suriye politikasinin sürdürülebilir olmadiginin bizzat kendileri tarafindan itiraf edilmesi anlamina da geliyordu. Bu durumda bakislar yavas yavas Türkiye`ye kayiyordu.

Iste simdi Türkiye secenegi bu günlerde devreye giriyor. Esat nihayet Bati`nin kararsizligi nedeniyle uzatmalari oynadigi iktidar macini kaybediyor. Bölgeyi herkesten iyi taniyan Türkiye, Esat rejiminin cökecegini cok önceden görmüs olmanin avantajini yasayacaktir.

Simdi Bati`nin önünde duran sorun, Suriye`de Israil`in her dedigini yapacak bir rejimin daha fazla catismaya yol acmadan nasil insa edilecegi, yani cöküsün bir kara delige dönüsmesini önlemek icin neler yapilacagidir.  Ülkede iyi kötü ayakta duran bir rejim kurulmasi acil olarak gereklidir. Böyle bir rejim kurulursa ülkeyi terkeden, basta Türkiye olmak üzere komsularinin üzerinde inanilmaz bir yük olusturan siginmacilar evlerine dönebilecek, Filistin kamplarinin etrafindaki kusatmalar kaldirilacak ve halk biraz olsun nefes alabilecektir.

Ama bunun icin Rusya ve Iran`in geri planda durmasi sart. Bati bu nedenle Ukrayna kartini elinde tutmayi tercih ediyor. Rusya`nin, Suriye`de sessiz kalmamasi durumunda onu Ukrayna ile tehdit ediyor. Bu amacla ülke planli bicimde karistirildi. Timosenko serbest birakildi. Yanusenko iktidardan uzaklastirildi. Rusya intikam icin Kirim`a girdi.

Rusya parmaklarinin arasindan kayan Ukrayna`yi elinde tutmayi bir kazanc gibi görebilir. Zaten istenen de budur bir bakima. Rusya buna karsilik Suriye`deki profilini iyice düsürecek ve bircok konuda geri planda kalmayi tercih edecektir. Bundan baska secenegi yok gibidir. Cünkü azalan petrol gelirleri nedeniyle hem Suriye`yi hem de Ukrayna`yi isteyebilecek kadar güclü degildir. Yani daha dogrusu o eski süper güc, bir daha geri gelmemek üzere coktan tarihe karismistir. Bati ise hem Suriye`yi hem de Ukrayna`yi ayni anda isteyebilecek kadar serbest hissetmemektedir kendisini. Yani bir sekilde gücler dengesi, Ukrayna`nin Rusya tarafindan kalmasini sagliyor.

Bununla birlikte Rusya ve Iran`in sessiz ve geri planda kalmasi durumunda bile, Suriye`de Israil`in uydusu bir rejimin kurulmasi cok ama cok zordur. Cünkü Arap kamuoyunun git gide daha yönetilemez ve daha ele avuca sigmaz bir toplum olmasi ihtimali bulunmaktadir. Bütün dünyayi istikrarsizlastiran da Arap kamuoyundaki yönelimlerin tam olarak bilinememesidir. Iste bu netameli konuda Bati`nin mutlak bicimde Türkiye`ye ihtiyaci vardir.

Olaylara bu acidan bakilinca neden Türkiye`de birdenbire Kürt Aciliminin gündeme getirildihi daha rahat anlasilmaktadir. Cünkü böyle bir stratejik yapi icinde, PKK benzeri yapilanmalara yer olmamasi dogaldir. PKK legalize olmak ve düzenin bir parcasi haline gelmek durumundadir. Ayrica Israil PKK`yi kullanarak Türkiye`yi karistirma projelerinden mecburen vaz gececektir. Israil`le Türkiye arasinda su bile sizmamalidir. Nitekim bu cerceve icinde Israil, Türkiye`den özür dilemek zorunda birakildi. Simdi tazminat konusu görüsülüyor. Gecenlerde Erdogan bu konuda anlasmaya yakin olduklarina dair imalarda bulundu. Israil ve Türkiye iliskileri konusunda yapilacak en ufak bir hata, (örnegin PKK tarafindan Türk askerlerinin yeniden öldürülmeye baslamasi ve bunun Türkiye Israil iliskilerini zehirlemesi gibi), Israil`in varligini, üstelik bu sefer bütün dünyanin düzenini, "gercekten" tartisilir hale getirecektir. Bati bunu o kadar iyi biliyor ki, Ukrayna`yi gözünü kirpmadan Rusya`nin eline teslim etmekte kararsiz davranmayacaktir. Obama`nin telefonlari, Bati`nin görünürdeki tepkisi, ambargo tehditleri bunun sadece kamuflajidir.

Türkiye`nin ele gecirdigi bu stratejik firsat, simdiden bazi önemli konularda taslarin Türkiye lehine yerinden oynamasina yol acmaktadir.

1- Kibris sorunu bu sefer "gercekten" bitiyor. Belki bir sene sonra birlesik bir Kibris`tan söz edebilecegiz. Israil Kibris`ta petrol arayacak. Türkiye, Israil`e Kibris üzerinden su gönderecek. Kibris büyük ölcüde Israil ve Türkiye`nin birlikte at oynatabilecegi bir yatirim alani olacak. Türk limanlari Kibris gemilerine acilacak. Türkiye havalimanlari, Kibris ve Israil ucaklarinca rahatlikla kullanilabilecek. Türkiye ile Avrupa Birligi iliskileri hic olmadigi kadar gelisme kaydedecek. Türkiye`nin, üye olmasa bile, Avrupa Birligi icinde bir üye kadar genis haklara sahip olmasi söz konusudur. Türkiye`nin üye olmasi, Bati`nin ona bictigi arabulucu rolü yüzünden gelecekte de ne Bati tarafindan, ama ayni zamanda Türkiye tarafindan da tercih edilmeyecektir.

2- Türkiye`yi icten ice endiselendiren ve 2015`teki Ermeni katliamlarinin 100 yili dolayisiyla, Türkiye aleyhine baslatilmasi düsünülen kara propaganda ihtimali de git gide azaliyor. 2015`e cok az kalmis olmasina ragmen, dünya basininda bu konuda en ufak bir haberin cikmasina izin verilmiyor.

3- Gecenlerde cok önemli bir gelisme daha yasandi. Türkiye tarafindan uzun süre Bati`dan istenen ve buna ragmen sirra kadem basmis görüntüsü veren teröristler, aniden Yunanistan araciligiyla Türkiye`ye teslim ediliverdi. (Ilginctir Abdullah Öcalan da Yunanistan araciligiyla teslim edilmisti). Bunlarin arasinda Sabanci cinayetinin tetikcilerinden Ismail Akkol da var. Bu teröristlere karsi yillardir sergilenen koruyucu tavirdan vaz gecilmesinin nedeni taslarin Türkiye lehine yerinden oynamasidir.

Bu tavir degisikliginin nedeni, ayni zamanda Türkiye`ye karsi zaman zaman kullanilan terörizm sopasinin, artik faydali bir politik arac olmaktan ciktigi gercegidir. Dolayisiyla bir yandan PKK pasifize ediliyor, öbür yandan Türkiye`nin istedigi teröristler birer birer ona teslim ediliyor. Birbiriyle ilgisiz görünen bir cok olay, aslinda cok gizli bir nedensellik baginin geregi olarak ayni anda, ama fazla göze carpmadan meydana geliyor.

4- Türkiye`de Cemaat-AKP kavgasi görüntüsü altinda yapilmakta olan kanun degisikliklerini de bu baglamda ele almak gerekir. Cumhurbaskanligi secimi de bu cercevede yerini alacaktir. Bircok önemli kanun, dikkatler AKP Cemaat kavgasina cekilerek apar topar cikarildi. HSYK Kanunu, Internet Kanunu bunlardan birkaci. Istihbarat faaliyetlerinin toplumun geneline yayilmasini, dinleme, izleme faaliyetlerinin artmasini, Suriye`de bir kara deligin meydana gelmemesi icin alinan önlemler olarak degerlendirmek gerekir. Cünkü Israil bir istihbarat devletidir. Israil`le isbirligi yapan bütün herkes, bu istihbaratin bir parcasi haline gelir. (Demokrasi, insan haklari, kisisel hak ve özgürlükler mi? Aman efendim, geciniz onlari bir kalem...)

5- Son olarak bütün bu gelismeler, secimleri neden yeniden AKP`nin kazanacagini da aciklar niteliktedir. Secimleri yeniden AKP alacak, cünkü Amerika, Israil, Iran ve Arap âlemi arasinda böylesine bir mekik diplomasisi ve denge siyasetini sürdürebilecek baska herhangi bir güc, Türkiye`de, hatta dünyada, bulunmamaktadir.


17 Şubat 2014 Pazartesi

"Sen benim hayallerimin katilisin!"

Böyle bagiriyordu yüregi yarali anne, bir anlik öfke sonucu kizini öldürmüs olan kocasina. Muhasebeci Ayhan Ercan, kizini öldürmekten yargilandigi mahkemenin karari uyarinca, cinayetin islendigi eve kesif icin getirilmisti. O sirada kesifte hazir bulunan esi Meliha Ercan ve öldürülen kizin kiz kardesi, cezaevi aracinin penceresinden bakarken onu gördüler ve o sirada kadin böyle seslendi kocasina. 

Meliha Ercan`in yüzündeki yasanmislik tabii ki, akillardan cikacak gibi degil. Hatta sunu söyleyebilirim, bu yüz hep benimle birlikte olacak. Annesi babasina seslenirken aglayan ve herseye ragmen o gün güzel giyinmeye özen göstermis olan ve ablasini yitirmis olmanin acisiyla yüklü o güzelim genc kiz da öyle. Ayhan Bey de benimle birlikte olacak. 

Bu saatten sonra yarali annenin isyani ve haykirisi durdurulamaz. Ama bu haykiris, bir anlik öfkenin sonucuna katlanmak zorunda kalan babanin azabini da ikiye katlar. Ayhan Bey`in yüz ifadesinden bunu okumak mümkün. 

Hepimiz testosteronun esiriyiz Ayhan Bey, demek geliyor icimden. O bir anlik öfkeler var ya, onlar testosteronun tipik mariferleridir iste. O garip enzim, bir an icinde, her cesit sacmaligi bize dogal, dogru ve mantikli gibi gösterir, bilincimizi sasirtip uzaklara savurur. Altmisina dogru bu inanilmaz madde vücudumuzda azalmaya yüz tutunca rahatlariz ve Sokrat gibi, "Oh," deriz, "Nihayet vahsi bir hayvanin tasallutundan kurtuldum." Ama o zamana kadar bütün kirdigimiz ve hirpaladigimiz insanlar; bize kirgin, dargin ve mesafeli bakar uzaktan. Mesafeyi kapatmak her zaman mümkün olmaz. Erkek olmak biraz da böyle bir seydir. 

Daha önce de (bir baska gazete haberiyle sarsilmis, etkisini günlerce yasamistim. O haberde de bir kücük kiz cocugu, 5 yasindaki Gülcan Danisman, Kasim 2011`de 
İzmit’te, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun Kassel Çocuk Köyü`ndaki bir revir odasinda menenjitten, annesine hasret, bu dünyadan göcüvermisti. Gülcan`in imam nikâhli anne ve babasi, ailelerin birlikteliklerini kabul etmemesi yüzünden ayrilinca, kücük kiz kimsesizler yurduna verilmisti. Baba arada bir geliyor kizina oyuncaklar getiriyordu, ama anne hic ugramiyordu onun yanina. O kücük kizin annesini beklerkenki cektiklerini, her sabah umutla uyanisini ve "bugün annem gelecek" diyerek sabirla bekleyisini ve aksam yetimhanenin kapisi kapanirken umutlarinin yikilisini düsüncelerimde günlerce yasamistim. Baba kendisiyle röportaj yapmak icin gelen gazetecilere, "Benim su anda kurulu bir düzenim, bir ailem var, bu olayin üzerine bu kadar gitmeyin, ne var yani, her cocuk menenjitten ölebilir" diyordu. Bu ifadeyi kabul etmek mümkün degildi tabii. Ama en fazla o yapilan zehirli yorumlar yipratmisti beni. Yorumlarda bulunanlarin cogu anneye beddua ediyordu. O yorumlarin sahiplerine, "Siz dogum sonrasi bunalimi diye bir sey duydunuz mu?" diye tek tek sormak istemistim. Ayni soruyu, yeni dogan bebeginin üzerine kapiyi kapatip giden ögretmen anne icin de sormak istemistim. "Siz dogum sonrasi bunalimi" nedir bilir misiniz? Gülcan`in annesi de, bebegini ac susuz birakarak giden ögretmen anne de, ikisi de, dogum sonrasi terkedilen ve aile desteginden yoksun kadinlardi. Anne olmak olgusuna, hicbir zihinsel alt yapisi olmadan, bes parasiz, üstelik asagilanarak yakalanmis olan bu genc kadinlardan ne beklenebilir? Her ne pahasina olursa olsun kacmak... Evet sadece kacmak beklenebilir. Onlar da bunu yapmislardi zaten. 

Hizla kalkinan ülkemizde, bu tür özel yasam facialarini önlemek veya en azindan sonuclarini hafifletmek icin bazi mekanizmalar kurulmasi gerektigi ortada. Örnegin Aile ve Kadindan Sorumlu Devlet Bakanligi bu acidan iyi bir düsünceydi. Simdilerde adi, "Aile ve Sosyal Polotikalar Bakanligi" olan bu devlet kurumunun calismalari sonuc verdi, faydali oldu, denilebilir mi? Olumlu yanit vermek mümkün degil gibi. 

Sadece bizde degil, bizim gibi hizlandirilmis bicimde kalkinmak zorunda kalan, Nijerya, Endenozya, Meksika, Cin ve Hindistan gibi ülkelerde de özel yasamlarin hizla tahrip olmasini önlemek icin karsi mekanizmalarin kurulmasi geregi her gecen gün daha cok hissediliyor. 

Bu ülkelerin basetmek zorunda oldugu sorunlarin büyük cogunlugu, hizli kalkinma sirasinda, eski kurumsal yapilarin parcalanmasi ve yerine yenilerinin konulamamasindan kaynaklaniyor. Her ülke farkli sorunlarla basetmek zorunda, cünkü her birinin sosyal yapisi farkli. Örnegin Nijerya`da Wudu var. Din savaslari var. Kabile düzeni ve bunun getirdigi olaganüstü cesitlilik, daha dogrusu kaos var. Meksika`da erkek kültürü var. Macho`luk var, Mafya var, siddete olan bitmez tükenmez susamislik var. Türkiye`de Orta Dogu kültüründen kaynaklanan töreler var. Söz gelimi cocuk gelinler var, kadina yönelik siddet var. Her ülke kendi dönüsümünü bu agir sorunlarla birlikte sancili yasiyor. Kalkinma yoluna girmis baska bazi büyük ülkeler de sirada. Örnegin Etiyopya, Vietnam, Pakistan, Banglades... Onlarda ayni sorunlari kacinilmaz olarak yasayacaklar. Kalkinma denen, atesten gömlegi giyecekler. 

Kalkinmanin cok boyutlu bir dönüsüm oldugu ve kalkinirken özel hayatlarin kacinilmaz olarak yikima ugrayacagi bilimsel bir gercek. Ama kalkinan toplumlar genelde bu sorunlara hazirliksiz yakalniyorlar. Bu yikimin daha az aci vermesi icin gereken bütün önlemlerin alinmasi daha cok sivil toplumun görevi. Ama bu ülkelerde sivil toplum örgütleri ya hic yok, ya da güdük kalmis durumda, Devlet`in hantal yapisi ve züccaciyeci dükkanina girmis fil görüntüsü de bu isi tek basina yapmasina engel. Devlet en fazla bakanlik kurar, kanunlar cikarir, kurumlari finanse eder. Ama ince isi sivil toplum örgütleri yapar, aile ve birey düyeine sivil toplum örgütleri iner. Cünkü toplumda kurallar üstten gelir, kültür ise alttan. Özel yasamlarin yikimi, kültürel bir sorundur. Yalnizca kanun cikarmakla, para vermekle cözülmez. (Ama kanun da para da sarttir.) Bunun icin Türkan Saylan gibi sorumluluk sahibi insanlarin, daha dogrusu aydinlarin ortaya cikmasi gerekir.  

Batida bu is bilimsel olarak yapiliyor ve bu is icin üniversitelerde kürsüler bulunmakta. Bizde Hacettepe`de 1970`lerde kurulan Sosyal Calisma bölümü bu acidan cok yararli bir girisimdi. Bölümün basinda o zamanlar Prof.Dr.Emre Kongar bulunmakta idi. Daha sonra üniversitelerin sosyal hizmet bölümleri yayginlasti. Ama sivil toplum örgütleri fazla gelismedigi icin, hizmetler hep devletin cizdigi sinirlar icinde, dolayisiyla etkisiz kaldi.  

Bunun icin harcanacak parayi da cok fazla gözde büyütmemek gerekír. Cünkü bu harcanacak para, insanlarin acidan kurtulmak icin uyusturucuya, anti depresanlara, ickiye ve sigaraya harcayacaklari paradan daha az olacaktir. Üstelik toplum ve aile yapisi da böylelikle daha cok korunmus olacaktir. 

Not: Bu yazi yazildiktan sonra gazetelerde bir haber cikti. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanligi, Kabatas`ta sözümona saldiriya ugrayan basörtülü ve bebekli annenin haklarini korumak icin davaya müdahil olarak katilacakmis, Öte yandan Düzce`den bir haber geldi: 

"Ü.B. ile kendisinden boşanmak isteyen eşi Ö.B. sokakta karşılaştı. Ü.B. eşine saldırarak sokak ortasında dövmeye başladı.  Hırsını alamayan Ü.B. çevredekilerin dehşet dolu bakışları arasında üzerinde bulunan ekmek bıçağını çıkararak Ö.B.’yi bacağından bıçakladı. Bağırışma sesleri üzerine balkona çıkanlar karısını bıçaklayan kocanın üzerine saksılar fırlattı. Ü.B. binadakilerin ve çevreden yetişenlerin tepkisi üzerine koşarak uzaklaştı.” Milliyet 18.02.2014.


Sadece bu iki haberin alt alta siralanmasi bile devletin bu devasa sorunun cözümü konusunda ne kadar aciz oldugunu gözler önüne sermiyor mu? Bu sokakta eski esi bicaklama, eski esi sigindigi baba evinde öldürme olaylari cig gibi. Bu sorun kesinlikle bir toplumsal cinnet boyutlarina gelip dayanmis durumda. Öte yandan bakanlik, basörtülü kizimizin saldiriya ugradigini ortaya cikan görüntülere ragmen ispatlama pesinde. Ne diyelim: Devletin yapacagi is buraya kadar. Gerisi, bu ülke vatandaslarina ve aydinlarina kaliyor. 

8 Şubat 2014 Cumartesi

"Kayikci Kavgasi" bitiyor

AKP Cemaat kavgasinda son dönemece girildi. Genelde politik bir kanundur. Iki ortak arasinda siyasi kavga, ortaklarin her ikisinin birden zarar görecegi bir batma sürecine girildiginde sona erer. Bu biraz da yapisik ikizlerin kavgasina benzer. AKP ile Cemaat ayni toplumsal tabandan güc almaktadirlar. Dolayisiyla taban bu kavga dolayisiyla dagilmaya basladigi an, kavga biter. Barisma gayretleri baslar. Nitekim basladi bile. Bülent Arinc, Cemaat´e kirmizi güller firlatip duruyor. Görünen o ki, biraz agirdan da olsa, Cemaat bu barisma gayretlerine ilgisiz kalmayacaktir.

Barisma gayretleri sonuca ulasir ulasmaz, taban derhal toparlanacak, eskisinden daha da güclü bir sekilde kemiklesecektir, bundan emin olunmalidir. Neden? Cünkü barisma bir takim pazarliklar temelinde gelisecek. Iki taraf da yerini bilecek. Acik veya gizli bir protokol olusacak. Bazi alanlar Cemaat`e, bazilari acikca AKP`ye birakilacak. Devlet aygitlarini kendi aralarinda paylasacaklar ve bundan sonra da, eger cok büyük bir sorun ortaya cikmazsa, birbirlerinin alanlarina fazla girmeyecekler. Yine aralarinda kavga ve celiski olduguna dair söylentileri yalanlayan demecler birbiri ardi sira gelecek. Bu ayan beyan görünen gercekleri yokmus gibi gösterme konusunda her iki taraf da Erbakan`dan cok sey ögrenmistir. Erbakan, "politik asirilik" konusunda gercekten rakipsizdi.

Bu arada ortaya dökülen kirli camasirlar, söylenen yalanlar, kurulan tuzaklar, özel hayata müdahale, dinleme skandallari... Bunlar hic sorun degil. Cünkü bunlarin icyüzünün böyle oldugu Türk kamuoyunda cok önceden biliniyordu. Özü baska, sözü baska sahtekar din adami algisi, Cumhuriyet dönemi boyunca özellikle Atatürkcüler tarafindan toplumda yaratilmaya calisilan bir algiydi. Bu konuda Ugur Dündar`in öncülügünde din adamlarinin özel hayatlarinin gizli gizli videoya cekildigine bile sahit oldu Türkiye. Dolayisiyla dini referans olarak kullananlarin, ahlaken cürümüs oldugu gercegi, Türkiye`de yeni degildir.

Dikkat edilmelidir. Bu gercek biline biline AKP ve ortaklari iktidara geldi. Dolayisiyla "malumun ilani" ile siyasi islam`in sonunun geldigine dair bugünlerde sik sik dile getirilen kanaat, gercekci degil. Siyasette isler böyle bugünden yarina degismez. Siyasette secim, ahlaki kaygilarla degil, menfaat algisiyla kazanilir. Eger secmen, kendi referanslarini kullanan, kendi dilinde konusan bir yapinin, disarida da kabul gördügünü ve cesitli vesilerle kendisine menfaat dagitacagini hissederse o yapiya oyunu verir. Yeter ki o "yapi" oyun planini iyi kursun, menfaati kendilerini destekleyenlere saglayacagina secmeni inandirsin.

Bu nedenle siyasi islamin sonuna gelinmedi. Aksine daha iyi örgütlenmis, kendi icindeki güc ve paylasim meselelerini cözmüs olan siyasi islam, Türkiye siyaset sahnesinde uzun yillar yerini koruyacaga benzer. Hatta sunu da söyleyebiliriz: Türkiye`yi önümüzdeki dönemde cok daha karanlik bir otoriterlesme süreci bekliyor. Nitekim Internet`e müdahale bunun ilk örneklerinden biri. Bunun arkasi gelecektir.

Fakat...

Evet, bu isin bir de "fakat"i var. Iktidarin ve onun ortaklarinin kirli camasirlari, daha önce 1990`li askeri vesayet rejiminin ortaklari asker, medya siyaset üclüsünün basina geldigi gibi, bütün herkesin gözlerinin önüne serildi. Evet ama bu ortaya serilme, daha önce hic Türkiye`de böylesine yaygin bicimde ortaya cikmamis demokrat bir kitlenin önünde meydana geldi. Bu kitle, daha önce hicbir zaman Türk siyaset yasaminda basrolü oynayamamis olan ve simdi bambaska, âdeta moda deyimiyle "post modern" düsünen bir kamuoyudur. Bu kamuoyunun azimsanmayacak, âdeta toplumu temelinden günlerce sarsacak bir güce eristigi asikâr. Iktidarinin otoriterlesmesinin boyutunu artiran da bu. Iktidari reformist olmaktan cikaran da bu. Bu kamuoyu, iktidar zayiflasa da, diger partilerin güclenmesine izin vermiyor. Dolayisiyla iktidarin zayiflamasi, bu kamuoyunu güclendiriyor, muhalefeti degil.

Bu gercekler, bundan sonra yasanacak otoriterlesme süreciyle birlikte, iktidar ortaklarinin daha da marjinellesmesine ve toplumsal tabandan kopmasina yol acacaktir. Ama dikkat edilirse ayni kopma, daha az gözle görünür bicimde olsa da, CHP ve MHP`acisindan da yasanmaktadir. Demokrat kamuoyu bu iki partinin de özgürlükten nasibini almamis partiler oldugunu biliyor. Demokrat kamuoyu CHP`nin icyüzünü cok iyi biliyor. Gezi olaylarina bu nedenle hicbir parti tam anlamiyla sizamadi. Yani aslinda sadece islamcilik akimi degil, bütün bir siyasi yapi bastan asagiya sorgulanmaktadir. Iktidarin zayiflamasinin, diger partileri güclendirmemesinin nedeni budur.

Cünkü daha önceki yazimda da belirttigim gibi Türkiye kendi egitim sistemini ve düsünce üretim sürecini, yani demokratiklesmesini ilerletmeden bundan sonraki ilerleyisine devam edemeyecektir. Türkiye, büyük bir dünya gücü olmanin esiginde olan bir ülkedir. Cari acigini ekonomik fazla`ya dönüstürmek icin gereken her seye sahiptir. Ama kurumlari, kanunlari, kisacasi her seyi, eski Türkiye`nin meydana getirdigi yapilardir. Dolayisiyla bunlar ihtiyaci karsilamiyor. Bati`da Türkiye konusunda ortaya cikan fikir ayriligi tam da bu gercekten kaynaklanmaktadir.

Büyük Orta Dogu projesi, yüzlerine islami maske gecirmis politikacilarin, demokratiklesmeyi hic kendilerine dert etmeden, dini referanslarla toplumu kazanacagi fikri üzerine kuruluydu. Proje, Türkiye`ye uymuyor. Dolayisiyla sonuna gelinen sürec aslinda bu. Islami referanslarin artik ise yaramadigi ve Türkiye`ye hitap edemedigi bir noktadayiz. Ama sadece islami referanslar degil, ayni zamanda simdiye kadar ileri sürülen ve demokratiklesmeyi icermeyen bütün siyasi referanslar eskiyor.

Dolayisiyla bunu gören Bati`nin ilimli islam, büyük orta dogu projesi gibi düsünceleri bir kenara attigi bir ortamda, AKP ve onun ortaklarina Türk siyaset sahnesinde daha az is düsecgini söyleyebiliriz. Ama ayni zamanda "Rabbim, Rabbim" diye ortaya firlayan Mustafa Sarigül türü politikacilara da daha az is düsecek. Türkiye ihtiyac duydugu siyasi yapiyi önümüzdeki 10 yillik dönem icinde mutlaka ortaya cikaracak. Simdiki yapiyla bu yapi arasindaki fark, 1914 ile 1924 arasindaki farklilik kadar büyük olacaga benzer. Ama dönüsüm, büyük bir toplumsal kaosa yol acmadan adim adim gerceklesecek. Cünkü dedigim gibi demokrat kamuoyu artik "post modern".