10 Ağustos 2013 Cumartesi

Ilimli Islam modelinin patenti aslinda Türkiye`nin elinde

Misir`da duvara toslayan, Tunus`ta krize giren, öte yandan Türkiye`de AKP iktidari ile on yildir uygulaniyor gibi görünen ilimli islam modelinin gelecegi tartisilmakta. 

Su an bu model Türkiye disinda bir tek Gannusi liderligindeki Tunus`ta tutunuyor. Gannusi`nin bilge bir yönetici olmasinin, ilimli cizgisinin bunda rol oynadigi acik. Ama henüz rejim Tunus`ta yeni kurulmus durumda ve daha ne kadar sürecegi de belli degil. Öte yandan Tunus`taki batililasmis, laik kesimin toplum hayatinda, ayni Türkiye`deki gibi etkili oldugu da bir gercek. Yani ilimli islam denilen sey, artik her neyse, yasayabilmek icin topluma etki edebilen, hattâ Türkiye`deki gibi toplum hayatinda basrol oynayan, ama islamcilari pek de fazla dislamayan, onlara hosgörü ile bakan, islami kesimden bagimsiz, cogu zaman ona karsit bicimde var olan, batililasmis, laik bir kesime ihtiyac duymakta. Diger bir anlatimla laisizm belli bir güce dönüsmeden ilimli islam modelinin iktidarda kalacagini düsünmemek gerekiyor. Misir`da bu kesim, Türkiye`deki kadar güclü degildi belki. Üstelik Misir yönetim bicimi acisindan laik de degildi. O nedenle ilimli islam modeli orada tutunamadi. Ilimli islamin yasayabilmek icin toplumsal tabani itibariyle etkin bir güce dönüsen laisizme ihtiyac duymasi, celisik gibi görünüyor. Ama bir gercegi ifade ediyor.

Yani Ali Bulac`in sandigi gibi, "Batililar kendilerine uyan bir demokrasi istiyorlar. Bu olmayinca müslümanlarin demokrasisini bir darbe ile ortadan kaldiriyorlar" diye bir sey yok. Durum aslinda bunun tam tersi: Batililar, kendilerine hic benzemeyen, Müslümanlari da tatmin edecek, bir bakima onlarin gözünü boyayacak  bir demokrasi kurmak icin ugrasiyorlar. Ancak toplumsal dinamikler buna izin vermedigi icin elleri kollari bagli bir sekilde olanlari kabullenmek zorunda kaliyorlar. Toplum dedigimiz sey o kadar güclüdür ki, o kendi yolunda ilerler, disardan cok fazla manipüle edilemez. Misir`da meydanlarda toplanan milyonlarca kisiyi Bati`nin hicbir istihbarat örgütü toparlayamaz. Koskoca Bati dünyasi bir oldu, kücücük Somali`yi yola getirebildi mi? Amerikan askerini ayagindan bagli halde yerlerde sürüklediler, Amerika seyretmekten baska bir sey yapabildi mi? O Amerika Vietnam`a söz gecirebildi mi? Afganistan`a hakim olabiliyor mu? Irak`tan canini zor kurtarmadi mi? Ayni sekilde Bati dünyasinin bu saydigimiz ülkelerden daha fazla entellektüel derinlige sahip ve her acidan büyük bir ülke olan Misir`da da yapabilecekleri cok sinirlidir. Misir`da olanlarin bugün Bati`nin müdahalelerinden degil, esas olarak Misir`in kendi ic dinamiklerinden kaynaklandigini kabul etmek gerekir.

Kisacasi ne Bati, ne de onun istihbarat servisleri ve yerli isbirlikcileri o kadar güclü! Bunu söyleyen sadece AKP`nin düsünsel acidan hepsi birer sifir olan yari aydinlari! Bunu da tabii siyasi rant saglamak icin yapiyorlar. Evet, belki Islam cografyasina demokrasiyi getirmek icin ugrasan Bati, Türkiye örneginden cesaret aliyor olabilir. Ama laisizmi belli bir güce eristirmeden bu modelin diger islam ülkelerinde tutunamayacagini üc asagi bes yukari artik onlar da biliyorlar. 

Erdogan`in, Müslüman Kardesler Misir`da iktidara geldikten sonra bu ülkeye yaptigi ziyarette söyledigi sözler bu acidan dikkat cekicidir. Erdogan, tepki cekmeyi göze alarak o ziyarette acikca laisizmi savunmustur. Söyledigi cümle aynen sudur: "Ben kisi olarak müslümanim. Ama laik bir cumhuriyetin basbakaniyim."

Bu cümlede ilimli islam modelinin bütün sifreleri gizlidir aslinda. Yani o sunu demek istiyor: Yasam bicimi itibariyle bir müslüman gibi yasayan herkes bu sistemde, yasayisindan ve inanclarindan ödün vermeden basbakan, hakim, doktor, milletvekili, yargitay bassavcisi olabilir. Bir adim daha atalim: basi kapali bir kadin hakim yargitay baskani olabilir. Basi kapali bir müslüman kadin, cumhurbaskani olabilir. Nitekim Türkiye cumhurbaskaninin esi zaten basi kapali degil mi? Yalniz bakin: adim attikca aslinda isler catallasiyor. Laik bir cumhuriyetin basi kapali kadin cumhurbaskani olur mu? Olur, neden olmasin, bal gibi olur, diyenler cikabilir. O zaman ikinci soru geliyor: Önüne gelen laisizme aykiri bir kanun tasarisina bu basi kapali kadin cumhurbaskani hangi gözle bakacak? Müslüman kimligiyle mi, yoksa laik bir cumhuruetin cumhurbaskani kimligiyla mi? Tabii ki, müslüman kimligi ile düsünmeyecek. Basi kapali da olsa, laisizme aykiri kanun teklifini veto edecek, diyebilir misiniz? Bu tür sorulara net bir yanit veren kimse yok. Neden? Cünkü net bir cevap verilemez de ondan. Sonucta insan bu. Inanclar söz konusu oldugunda, verilen sözler, yeminler buhar olur ucar. Cünkü insanoglu her seyden önce düsünsel bir varliktir. Örnegin bir bilim adami, "ben inancimi laboratuarin kapisinda birakir, iceri öyle girerim", dese bile, sonunda ya bilimi bir yana birakir ya da inancini degistirir. Kaldi ki, ilimli islam modelini savunanlardan hicbiri inancin bir yana birakilacagini söylemiyor.  Yani onlar o bilimadamini animsatir bir sekilde "müslüman bir basbakanim, ama inancimi kapida birakirim," demiyorlar. Onlar, müslüman kimligini muhafaza edenlerce islami esaslara aykiri olsa bile bazi kararlarin alinabilecegini savunuyorlar. Ama bu savin inandiriciliginin cok düsük oldugunu da biliyorlar.

Zaten uc noktalara kadar giden kimse yok. Hele hele Bati`da bu uc noktalari seven kimse kalmadi gibi. Yapilmak istenen sey, derin bir felsefî problemi cözmek degil, teorik bir bütünlük ortaya koymak degil, islamofobiyle bas edebilmek. Yükselen islam dünyasi ile her ne pahasina olursa olsun barisabilmek. Dolayisiyla her sey, sanki zit kutuplarin birlesmesi mümkün olabilirmis gibi tiyatro benzeri bir aldatmaca kampanyasi seklinde yürütülüyor. Aslinda sunu söyleyebiliriz: ilimli islam denilen sey, teorik temeli olmayan, tamamen kitlelerin gözünü boyamaya yönelik, politik bir söylemdir. Isin teorik boyutunun tam bir basarisizlik oldugu Türkiye`de bundan tam 64 yil önce, 1949 yilinda yayimlanan Ahmet Hamdi Tanpinar`in Huzur adli romaninda Türk aydinlarinca itiraf edilmistir. Buna "itiraf" demek lâzim, cünkü islamla demokrasiyi baristirmak 1850`li yillardan beri bütün Osmanli Tanzimat ve Mesrutiyet aydinlarinin ana temasiydi. Onlar Osmanli Devleti`nin geleneksel yapisini ortadan kaldirmadan topluma cagdas Bati toplum standartlarinin getirilebilecegini düsünüyorlardi.  Geleneksel islami degerlerle, cagdas Bati standartlarinin uyumlulastirilmasi görevini, dahi hukukcu Ahmet Cevdet Pasa, 1865 Mecelle`yi yazmaya baslayarak üzerine aldi. Yani Türkiye belki de dünyada ilk kez, Islam`la Bati toplum standartlarini birbirine uyumlu hale getirmeye calisan bir ülkedir. Bunu Türkiye yapabildi. Cünkü Türkiye`de her seyden önce, modelleri evirip cevirmeye elverisli bir toplumsal tahammül kapasitesi, karsilikli yumusamayi bilmek yolunda katedilen bir mesafe vardir. Bu "ilimli islam" denilen seyi, iste Türkiye bu nedenle belki yüzelli yildir kendi bünyesi icinde tartisiyor, bu konuda kitaplar yaziliyor. Hattâ Türkiye bu yarattigi modeli bir süre kendi bünyesinde uygulamistir da. Mecelle, 1870-1926 arasi, neredeyse 55 yil yürürlükte kalmistir. Ama sonra yerine Isvicre hukukuna birakmistir.  

Mecelle rafa kaldirildiktan sonra bile Türkiye`de aydinlar arasinda Islamiyetin demokratik normlarla ifade edilmesine yönelik calismalar tüm hiziyla devam etti. Buna ragmen calismalar basarisizlikla sonuclandi. Ahmet Hamdi Tanpinar`in "Huzur" adli romani, bu acidan Türk düsünsel hayatinda bir milattir. Hilmi Yavuz bu gelismeyi bir "kopma" olarak nitelendiriyor. Ama simdi zihinlerde cok önceden böyle bir kopma olmamis gibi, Türkiye ve aydinlari, ilimli islam modelini, sirf Bati öyle istiyor diye, gündemde tutuyorlar. Hatta Hilmi Yavuz gecenlerde "Ben bir sentezin var olabilecegini ummustum" bile dedi. Tatile cikmadan önceki son yazisindan alintiliyorum:

Ben Türkiye’de bu çelişkinin aşıldığını; çelişki yerine, modern Laik Kemalizm’le geleneksel İslamî Muhafazakarlığın bir ikili karşıtlık olarak, üçüncü bir konumu mümkün kılabileceğini düşünüyordum ve maalesef yanıldım. (Bakiniz: Gezi Parkı eylemleri ve Türkiye’nin temel çelişkisi, Zaman, 30 Haziran 2013, Pazar)


Hilmi Yavuz`un sanki bir "kopma" hic olmamis gibi, karsitlarin ücüncü bir konumu mümkün kilabilecegini düsünmesi gariptir. Ama bu bize, konunun aydinlarin zihninde henüz kapanmadigini göstermektedir. Hâlâ böyle bir sey mümkünmüs gibi düsünülüyor. Ama fazla isin derinine inmekten kaciniliyor. Ne kadar derine inilirse, o kadar basarisizlik ihtimali artacagi icin belki. Cünkü modelin teorik temelinin olmadigi artik biliniyor. Ya da konjonktür öyle gerektirdigi icin, bu konunun daha cok su kaldiracagi bilindigi icin böyle davraniliyor. Bu konuda Türkiye`nin Islam dünyasina karsi ebeveyn rolü oynadigi söylenebilir. Aslinda gerceklesmesi mümkün olmayan bir seyi, cocuga mümkünmüs gibi göstermek ve bunu cocuk üzülmesin diye belki ici kan aglayarak yapmak. Örnegin AKP basi kapali bir kadin milletvekilini meclise sokmaya calismiyor. Bu konuyu kasimak isteyenlere de fazla söz hakki verilmiyor. Bu ugurda her biri dünya siyaset tarihine gecebilecek ilginc söylemler gelistiriliyor. 

Yayimlanan bir gazete haberi aynen söyle:

Rivayete göre Kızılcahamam toplantısında AKP'nin Kurucular Kurulu üyesi Fatma Ünsal Başbakan Erdoğan'a restini çekmiş ve şöyle demiş: "Kadınlar başörtülü Meclis'e giremiyor. Sekiz yıl geçti. Bu konuda adım atmayacaksanız siyasi tercihimi değiştirip, bağımsız hareket edeceğim."

Tayyip Erdogan bayan katilimcinin öfkeli sorusuna toplantida su karsiligi vermisti: 

"İnsaf, samimiyetimizi sorgulamayın! Her şeyin bir zamanı var! Çocuk bile dokuz ay on günde oluyor! Üniversitelerdeki sorunu bile çözemedik! Nelerle karşılaştığımızı biliyorsunuz! Siyasi tercihinizi değiştirirseniz sizin adınıza üzülürüm. Sizin bileceğiniz iş!" (Bu haber 21.10.2010 tarihli, Erbakan yanlisi El-Aziz gazetesinden alinmistir)

Bakiniz bu cümleler dünya siyaset tarihine gecmeye adaydir. Neden mi? Cünkü " Insaf," diyor Basbakan. "Sekiz yil da bir sey mi? Her seyin bir zamani var".

Sevgili dostlarim, inanin, 23 yil da gecse, söylem degismeyecek. Her seyin bir zamani oldugu söylenecek. Ilimli islam denilen sey, iste tam da budur. Dünyada belki AKP disinda hicbir iktidar, sekiz yili kisa bir zaman gibi göstermeye cesaret edemez. Biliyorsunuz, Japonya`da iktidarlar iki yilda bir degistirilirler. Ama AKP bunu basariyor!  

Sonucta ne olacak? Bati kendine yeni bir propoganda araci buldugunda bu ilimli islam denilen manasiz propagandayi kaldirip bir kenara atacak. Nitekim altan alta bu sürec basladi bile. Islam ülkelerinde teorik derinlik arttikca, bu modelin hicligi de ortaya cikacakti zaten. Twitter, Facebook derken, islam düsünürlerinin bolca okunmasi, laisizmle islami ilkeler arasinda toplumsal bir uzlasma olamayacaginin görülmesi, AKP gibi ara modeller icin canlarin calmasi demek. 

Unutulmamasi gereken bir sey var: Türkiye en radikal bir sekilde, seriattan laisizme gecmis bir ülkedir. Bunun olmasi icin gereken toplumsal calkantilari göze almadan bu degisimin gerceklesecegini beklemek en hafif tabiriyle "hayalcilik"tir. Türkiye laisizme gecti ama Balkan Savasi, Birinci Dünya Savasi ve Kurtulus Savasi gibi en agir bedelleri ödeyerek yapti bunu. Toplum 10 yil araliksiz savasti. Okumus, aydin kesim neredeyse tümüyle yok oldu. O zamanlar bütün dünya derin bir degisim sürecinden gectiginden, bu calkanlilarin ucu pek kimseye dokunmadi. Ama simdi yerlesmis bir uluslararasi düzen var. Islam dünyasinda degisim vakti, dünyayi yerlesik bir konumdayken yakaladi. Bati, toplumsal calkantidan kacan kitleler kendi sinirlarina dayanmasin diye her ne pahasina olursa olsun islam toplumlarinin ayni bedeli ödemesini engellemeye calisiyor. Degisimin yavas yavas olmasi konusunda onlari ikna etmek icin de "iste bakin Türkiye`ye, onlar basardi, siz neden basaramayasiniz" diyor. (Türkiye`nin ödedigi bedellerden bahseden yok tabii). Bati, AKP`nin bu nedenle iktidarda kalmasini istiyor. Bu nedenle balkon konusmalarinda Basbakan`in agzindan Amman`a, Kahire`ye, Bagdat`a selamlar gidip duruyor. Bu konusmalari dinleyip keske, diyor insan. Keske, bir kisi bile zarar görmeden Islam cografyasinda kapiya dayanan bu degisimler gerceklesebilse! Ama dedigim gibi toplumlar cok fazla manipüle edilemez. Onlar kendi yolunda yürüyeceklerdir. 


13 Temmuz 2013 Cumartesi

Ilimli Islam Modelinin Gelecegi Var mi?

Misir`daki darbe, Katar`da yönetim degisikligi, Suriye`deki ic savasin yön degistirmesi ve Esad`in kisa zamanda gitmeyeceginin anlasilmasi gibi gelismeler karsisinda bir cok insan hakli olarak Islam âlemine "ilimli Islam" adi altinda sunulan ve Islamî ilkelerin Bati standartlari cercevesinde yorumlanmasini iceren yönetim modelinin, emperyalist ülkeler tarafindan terkedilip terkedilmedigini kendi kendine sormaktadir.

Gercekten, "ilimli islam" modelinin kisa zamanda popülerlik kazanmasi, ülkeleri iyi kötü demokratik gelisim ve ekonomik serpilme sürecine sokmasi, militarizmin terki, Bati ile iliskilerin düzene girmesi, Islam âleminin dünya ekonomik entegrasyonuna katilmasi gibi avantajlar getirdigi âsikâr. Yalnizca bu modelin uygulanmasi degil adinin anilmasi bile Kuzey Irak ile Türkiye arasindaki ekonomik iliskileri inanilmaz boyutlara cikardi. Öyle ki, her gün Kuzey Irak sinirlarindan iceri giren 4.000 adet kamyonun, Türkiye`nin bölgesel bir süper güc olma yolunda hizla ilerlemesine yardimci oldugunu ve ilimli islem modelinden yararlanan Türkiye, Misir gibi ülkelerin dünyanin en büyük ekonomileri olma yolunda birbiriyle yarisacagi bile akla getirilir oldu. 

Bu hizli gelismeler karsisinda "limli islam" modelinin ardarda darbeler almasi türlü olasiliklari akla getirmektedir: Örnegin Islam ülkelerinin kaydettigi olumlu gelismeler o kadar hizla gündeme gelmistir ki, bu hiz, basta Israil olmak üzere Bati`yi ürkütmüs olabilir. Aniden frene basma ihtiyaci duymus olabilirler. Ilimli Islam modelinin kaynak ülkesi olma rolünü oynayan Türkiye`ye dokunmamak üzere, modelin Misir ve Tunus gibi ülkelere ihracini, bu kapsamda erken bulmus olabilirler. Filistin sorunu cözülmeden, bu sorun karsisinda ilimli islam ülkelerinin rolü tam olarak netlesmeden gösterilecek her fazladan gelisme, Filistin sorununda islam ülkeleri tarafinin taviz vermesini geciktirecegi, hattâ dayatmalarda bulunmalari olasigini artiracagi gerekcesiyle simdilik sakincali bulunmus olabilir. 

Yalniz ortada olan bir gercek var. "Arap bahari" denilen, Arap ülkelerinde giderek artan ölcülerde halklarin demokratik isteklerde bulunmalari süreci, sadece Arap ülkelerindeki statükoyu degil, Arap âlemi ile Israil ve Bati arasindaki dengeyi de catirdatiyor. Emperyalist ülkeler bu gelismeye "ilimli islam" modeli ile karsilik verseler de, bu model daha cok islam ülkeleri lehine calisiyor,ama emperyalistlerin istedigi tarzda Israil`in taninmasi ve varliginin güvence altinda alinmasi yönünde gelismiyor. Yani demokratik secimlerle isbasina gelen yönetimler, ekonomik serpilme ile bilrikte daha cok güclenmis bir sekilde, Israil`in karsisina dikilme egilimine giriyorlar. Avrupa ve Bati, buna karsilik geri adim atarak darbeleri destekleme ve demokrasiyi islam âlemine lâyik görmeme tavri gösteriyorlar. Öngörülebilir bir gelecekte, Bati`nin bu tereddüdünün sürecegi anlasiliyor. Bu tereddüdlere Rusya ve Cin`in de katildigi düsünülebilir.

Bu da bizi su sonuca götürüyor: Islam, evet yükseliyor, ama elinde yeteri kadar ekonomik gücü olmadan gerceklesen, daha cok demografik kosullara dayali bir yükselis bu. Bati ise, bu yükselisi "ilimli islam" modeli ile kendine yakin ve dost kilmak istiyor. Ama bu sürecte, destegi arada bir paranoya tarzi duraklamalarla, ölcüp bicmelerle, geri dönmelerle sik sik kesiliyor. Bati`nin Islam`in yükselisine deneme yanilma metodu ile, el yordami ile cevap veren bir tarzi var. Bununla birlikte gösterdigi her tereddüdün, yükselen bu gücle catisma ihtimalini artirdigini ve aslinda zamaninin pek kalmadigini da görüyor. Yani Bati, "ilimli islam" formülünden vazgececek durumda degil. Modelin kisa dönemde gelecegi ne olursa olsun, Türkiye`deki AKP iktidarinin onlar acisindan stratejik önemi ortada ve bu önem zamanla azalmiyor, aksine artiyor. Bu nedenle AKP`ye en azindan iki dönem daha secim kazandirmak icin kollari sivayacaklari da kesin gibi. Bati`nin ne ilimli islam modelinden, ne de AKP`den vazgecme lüksü simdilik bulunmuyor.

Yani AKP iktidarinin yalnizca AKP`den ibaret olmadigini, arkasinda Amerika ve Avrupa`si ile bütün Bati`nin bulundugunu ve AKP`nin üzerine yüründügü her an, aslinda emperyalizmin canina kastedildigini düsünmekte fayda var. Yani bu iktidarin aslinda bir "proje" iktidari oldugunu, paketlenip halka servis edildigini, kömür ve erzak dagitimindan baslayarak her cesit secim taktiginin en ince ayrintisina kadar uygulandigini, "secim" sanayinin onlar icin calistigini, büyük bir propoganda makinesinin ellerinin altinda oldugunu, böyle bir projenin karsisina ayni derecede titizlikle hazirlanmis baska bir "proje" ile cikilmasi gerektigini, Türkiye`deki bu kosullarda yapilacak her iktidar degisiminin, aslinda emperyalistlerle varilacak, ucu Israil`e kadar giden bir "konsensüs" ile gerceklesebilecegini hesaba katmak gerekiyor. Yani bu is sadece "chappuling" ile, tweet atmakla, esprilerle, güle oynaya olacak bir sey degil. Bu is bilimsel metodlarla, CHP benzeri bir parti catisi altinda uzun süre calismayi gerektiriyor. 

Durum böyle de, CHP ile Gezi türü eylemler arasindaki cekingenligin hâlâ devam etmesine ne demeli? CHP`den Gezi türü eylemlere sicak mesajlar gitmekte. Ama hepsi o kadar. Daha cok her iki tarafin da birbirini rahat birakmak ister gibi bir hali var. Görünen o ki, CHP, statükonun partisi olarak, böyle ucu bucagi olmayan bir enerjiyi kapsamaya hazir degil. Hattâ tam tersine bu enerjinin biraz sogumasini bekler gibi bir hali var. Gezi eylemcilerine gelince, ah, onlarin tam olarak ne dedigi bile belli degil. Sonucta Türkiye`nin yakaladigi belki cok önemli bir baska firsat, hatta belki "ilimli islam" modelinin bir ileri asamasi, paketlenip dünyanin önüne konulabilecek bir baska "proje" bu arada güme gitmese bari. Tercihimiz bu ikinci secenegin yasamasi. Cünkü Türkiye gibi yaratici bir ülke, bir gelisme bir degil iki üc proje ile cevap verebilecek güctedir. Zaten bu ilimli islam denilen seyi, aslinda Türkiye yaratmadi mi? Neyse, bu baska bir yazinin konusu.

3 Temmuz 2013 Çarşamba

Suriye`de olup bitenler ve Gezi

Bugün herkes aslinda bir sekilde Türkiye`deki "baris süreci" adi verilen Türkiye-PKK savasinda silahlarin susmasi ve gereken yasal düzenlemelerin yapilmasi sürecinin Suriye`de yasanan icsavasla ilintisi oldugunu kabul ediyor. Cünkü Türkiye- PKK savasinin taraflari, Suriye`deki ic savasin taraflari ile, Suriye`deki yerel aktörler disinda, hemen hemen ayni. Peki öyleyse, Türkiye Suriye meselesinde tarafsiz kalmali, demek mantikli mi? Eger sizin icin cok önemli olan bir gecis sürecinin taraflari, ayni zamanda Suriye`deki ic savasinin aktörleri ise, siz bu ic savasa nasil tarafsiz kalacaksiniz?

Yani Iran, Türkiye`de PKK`yi el altindan desteklerken, Iran`a kizacaksin. Ama Suriye`de Esad`i desteklerken sessiz kalacaksin! Ya da PKK ile Türkiye topraklarinda savasacaksin, ama onun Suriye uzantisi olan PYD`ye karsi tarafsizlik politikasi güdeceksin! ABD`den PKK`ya karsi destek talep edeceksin, ama ona "Ben senin Suriye`de ne yaptigina karismam" diyeceksin. Bu mümkün mü?

Eskiden Türkiye, Orta Dogu`daki catismalara tarafsiz kalabiliyordu. Cünkü Orta Dogu`da hicbir aktörle direkt catisma halinde degildi. Ama simdi otuz yili askin bir süredir, Orta Dogu cografyasindan cikan, bu cografyada kendine müttefikler edinmis bir örgütle, yani PKK ile catisma halindedir. Yani o tarafsizlik günlerinin coktan geride kalmis olmasi gerekir. Cünkü PKK`yi destekleyen gücler bizzat bizim komsularimizdir. Normalde bir devlet bu durumda ne yapar? Tabii ki, kendi canini acitan komsusunun ayni sekilde canini sikmak icin gereken her seyi yapar. Ayni sekilde, yani basinda, ayni aktörler Suriye ic savasinda karsit kamplar halinde mevzilenmisken, Türkiye ne yapip edip bu ikinci catismadan kendine uygun sonuclar ortaya cikarmak icin canla basla, hattâ tek bir saniyeyi bile bosa harcamadan calismak zorundadir. Bu onun hayatiyetiyle ilgili bir konudur.

Dolayisiyla CHP`nin önerdigi, ikinci dünya savasi sirasinda Inönü`nün takip ettigi tarafsizlik politikasina benzer bir politika, Suriye`de calismaz. "Suriye bizim ic isimizdir" diyen basbakan bu durumda hakli görünüyor. Aslinda Türkiye`de bunu hemen herkes gizli bicimde kabul ediyor.

Fakat Suriye`deki durum,olagandan biraz daha fazla karisiktir. Bu karisikligin icinde hata yapmadan politika gelistirmek, Cengiz Candar`in da bir vesile ile belirttigi gibi, hemen hemen imkânsizdir. Her bir aktörün bir degil, iki üc yüzü vardir. Maskeler ve semboller kullanilmaktadir. Propaganda ve basin savaslari verilmektedir, provokasyonlar yapilmaktadir. Hicbir aktörün yeri ve pozisyonu, tam olarak ne istedigi tam belli degildir. Ha, o her aktörün diline doladigi "baris istiyoruz" lafi disinda tabii.

Ilk bakista denklemin bir tarafinda Suriye muhalefeti, ABD, Avrupa Birligi, Türkiye, Suudi Arabistan, Misir ve bir de Katar var. Denklemin diger tarafinda ise Suriye Esad yönetimi, Iran, Hizbullah, Hamas, Irak`taki sii yönetim, Rusya ve cok gerilerden Cin var. Pekiyi ya Israil? Aslinda o denklemin her iki tarafinda. Israil`le birlikte PKK da sürekli saf degistiriyor. Onun bu oynakligi denklemi karmakarisik ediyor. Pekiyi, Israil neden ikili oynuyor ve sürekli saf degistiriyor? Cünkü Israil, Suriye`deki ic savasin bitmesini, hicbir sekilde istemiyor. Tabii, bunun bahanesi hazir: Esad`in yerine ne gelecegini bilmiyoruz, diyorlar ve bu argümanlarina destek saglamak icin Suriye muhalefeti sürekli karalayan yayinlar yapiyorlar. O muhaliflerin televizyon ekranlarina yansiyan vahset görüntülerinin, bir cogunun Israil tarafindan tezgâhlandigi da düsünülebilir.

Aslinda Israil`in bu politikasinin bir tutarliligi var. Cünkü Esad`i yerine kim gelirse gelsin, Israil o yeni yönetimle savasacagini biliyor. Suriye ile Israil arasinda su sira bir baris olmasi mümkün degil. Hic bilmedigi bir düsmanla savasmak yerine, cigerini bildigi ve büyük ölcüde uslulastirdigi bir düsmanla savasmak onun icin daha akil kâri. Ayrica onun amaci, burada Suriye`yi bir devlet ve millet olarak yipratmak. Ülkenin daha cok aci cekmesini saglamak. Her devlet düsmanina böyle davranir. Bu nedenle Israil ic savasi elinden geldigi kadar uzatmaya calisiyor. Esad köseye sikisinca ona yardim ediyor. Esad biraz güclenir gibi olunca bu sefer muhaliflere destek veriyor. Israil`in bu kedi fare oyununda en büyük yardimcisi, El Kaide süsü verilen, El Kaide adini bir maske olarak kullanan El Nusra cephesi. Suriye`deki isyancilarin gözden düsürülmesi mi gerekiyor? Hemen El Nusra cephesinin yeni bir vahset örnegininin televizyon ekranlarina getirildigini görüyoruz. Propoganda ve basin savaslari, oynanan tiyatrolar bu isin tamamlayici parcasi.

Israil belki ayni oyunu Misir`da da, Türkiye`de de oynamak isterdi. Ama bu ülkelerdeki kamuoyunun demokrat karakteri buna engel olmaktadir. Suriye`de ise böyle demokrat bir kitle yok. Entelijansiya cok zayif. Sonucta her sey, Libya`da oldugu gibi bir vahset tiyatrosuna dönüsmüs durumda. Demokratik tepkiler, daha ortaya cikar cikmaz mezhepsel ve etnik catismalara dönüsüp muhteva kaybediyor. Bu gercek, Israil`in elini güclendiriyor. Hatta öyle ki, Israil istihbarati ile Suriye istihbaratinin birbiriyle konustugunu, El Nusra cephesinin bin yüzlü oyuncularina bu konusmalardan cikan sonuclara göre yön verildigini anlamak o kadar zor degil.

Pekiyi, nasil oldu da Suriye`de ic savasin baslamasi, Türkiye`de silahlarin susmasina neden oldu? Bu soruya verileek cevap bence sudur: Böyle bir sey oldu, cünkü PKK, en büyük destekcisi Esad rejiminin gidici oldugunu gördü. PKK, nerden bakilirsa bakilsin onun soguk savas günlerinden kalma diktatörlüklerden nemalanan, aslinda Baas tipi bir örgütlenme oldugu görülebilir. Nitekim Baas tipi örgütlenmelerin ana karakteristikleri olan 1- Laik olmak, 2- Marksizim süsü verilmis sosyalist bir söyleme sahip olmak 3- Askerî veya asker kökenli olmak, savas agaligi rolüne soyunmak 4- Lidere tapinma kültürünün gelismesi gibi özelliklerin hepsinin PKK`da oldugu görülmektedir.

Soguk Savas 1987`lerde bitti. Ama o dönemin artigi olan sahipsiz kalmis diktatörlükler varliklarini uzun yillar devam ettirdiler. Sanki yeni bir dünya kurulmamis gibi eski küstahliklarini da aynen sürdürdüler. PKK da bu dönemden yararlanarak teskilatini gelistirdi. PKK`nin diger Baas rejimlerinden farkli olarak bir devleti, hatta topragi olmamasi, onu yasamak icin binbir kiliga bürünmeye, karsit güclerin her ikisine de hizmet ederek catismalardan yararlanmaya zorladi. Onun en büyük destekcisi de, yine bir soguk savas artigi rejim olan Esad rejimi oldu. Simdi kacinilmaz bicimde son Baas rejimi olan Esad yönetimi de gidici olmaya baslayinca, PKK icin de zor dönemler basladi.

Tam bu noktada, Suriye`deki ic savasin, Türkiye`deki silahlarin susmasini neden sagladigini aciklamak kolaylasmaktadir. Böyle bir sonuc ortaya cikmistir, cünkü Suriye`deki yönetimin tökezlemesi, PKK`yi en büyük stratejik destekten mahrum biraktigi gibi, onu birden bire cökmek üzere olan bir rejimin destekcisi olmak ve Arap Bahari adi verilen demokratik gelisim sürecine karsit bir konumda bulunmak gibi sikintili bir duruma sokmustur.

Esad zayiflayinca, PYD Kuzey Suriye`de hakimiyeti ele gecirmis olabilir. Ama bir de bardagin bos tarafi var: Eskiden PKK-PYD bütün Suriye`nin gücünü arkasinda hissediyordu. Simdi böyle bir güc ortada kalmadigi gibi, PYD`nin kuzey Suriye`deki hakimiyetinin ne kadar sürecegi de belli degil. PKK`yi aslinda bir tek Israil ayakta tutar durumda. Onun Suriye`deki ic savasi uzatma yönündeki müdahaleleri olmasa, PKK`nin daha da zor durumda kalabilecegi kesin gibi. Hatta, daha da ileri gidilerek su söylenebilir: Israil belki de PKK`nin tamamen ezilmesini önlemek icin Suriye`deki ic savasi uzatmak istiyor olabilir. Adina "baris süreci" denen artik her ne ise, bu durumda sahneye konmus, PKK`yi Suriye`deki politik iflastan kurtarma manevrasi olabilir.

Orta Dogu, artik PKK`nin daldan dala atlayabilecegi bir yer olmaktan coktan cikti. Arap Bahari veya daha net söylersek, demokratik bilinc, soguk savasin bütün dengelerini ortadan kaldiriyor. Bu bilinc, Israil`i ve onun PKK gibi peyklerini giderek daha zor durumda birakiyor. Dürbüne tersten bakanlar, bu sürecin PKK`yi stratejik acidan güclendirdigini söylüyorlar. (CHP`nin vahim hatasidir bu!) Oysa ortaya cikan manzaranin Israil acisindan olmasa bile, PKK acisindan tam bir köseye sikismislik, bir "sah/mat" manzarasi oldugunu söylemek mümkündür. Cünkü PKK bir devlet olmadigindan, tek basina bir baska güce, devlete yaslanmadan yasayacak durumda degildir. O mecburdur, bir degil, belki iki üc devletin koltugunun altinda saklanmaya.

Simdi ayni demokratik bilinc, yani kisaca "bahar" mevzi kazandikca gerek Israil, gerek PKK manevra alanlarinin daraldigini görmekteler. PKK`yi masaya oturmaya zorlayan tam da bu sürectir. Yani Suriye desteginden yoksun kaldiginin acikca görülmesi. Üstlelik demokratik bilinc ilerledikce AKP ile PKK`yi baris sürecini demokratik ve seffaf bir zemine oturtmaya zorlamaktadir. Oysa bunu belki iki taraf da istemiyor. Cünkü buna ikisi de hazir degil. Bu kapsamda PKK/BDP saflarindan Gezi olaylarini "darbeci" olarak niteleyen Semdin Sakik gibilerinin ortaya cikmasina hic sasmamak gerekir. Gezi ve baris sürecinin birbirine paralel, ama simdilik birbirine kusku ile bakan demokratik evrilimi bu gibilerin ileride, daha da anti demokratik cizgiye cekilmesine neden olacaktir.

Bundan sonra "baris süreci"ni tek bir gelisme durdurabilir: O da Suriye`de Esad rejiminin savasi kazanmasidir. Ama bu rejimi kurtarmanin Israil acisindan artik mümkün olmadigi ortada. Ne Türkiye ne de PKK bu baris sürecinden dönemeyeceklerdir. Cünkü bu sürec, Suriye`deki icsavasin zorladigi bir dinamiktir. Bu noktada söyle bir soru sorulabilir: Türkiye satranci cok önceden görüp bu kadar hizli hareket etmeseydi, acaba Esad rejimi bu kadar umarsiz bicimde köseye sikisir miydi? Belki de Israil`le birlikte bütün dünyanin hic beklemedigi, inanilmaz hamle buydu. AKP böyle bir hamleyi basardi. Ama bu sefer dis politika hamlesinin Türkiye`nin ic dengelerini, geri dönülmez bicimde degistirebilecegini, terörün baskisinin hafifledigi bir ortamda, simdiye kadar susmus olan milyonlarin ona karsi dönebilecegini önceden hesaplayamadi. Her seyi bilebilmek, öngörebilmek tabii ki, mümkün degil. Ama yine de AKP`nin Türkiye`yi kendi arka bahcesi zannedip, Suriye`deki politakasinin sonuclarini önceden görmeden pervasiz bicimde demokratik kamuoyunu karsisina almasini, basarisizlik olarak görmek gerekmektedir. Buna karsin AKP`nin artilari da var: AKP genel olarak Suriye`deki satranci önceden görmüs, buradan Türkiye acisindan olumlu sounclari cikartmak icin gereken el cabuklugunu ve enerjiyi göstermistir. Ancak kendi saflarindaki asiri dinci, marjinal unsurlarin, saflardan kopmasini engellemek icin baris sürecini de, Suriye`de aldigi pozisyonu da tehlikeye atacak bicimde demokratik kesime karsi kiskirtici bir tavir benimseyerek birdenbire denklemin dönmesine neden olmustur. AKP önümüzdeki üc yil icinde bu kiskirtici tavrini sürdürecek gibi görünüyor. Bu üc yil boyunca Türkiye baris sürecinde ve Suriye icsavasinda mevzi kaybeder mi? Simdiki soru bu aslinda.

30 Haziran 2013 Pazar

Gezi, "geliyorum" demisti.

Her yazar kendi öncellerini yaratir, diye Borges`in bir sözü vardir. Gercegi ifade eder, cünkü celiskilidir. Bu önermeyi gelistirirsek, diyebiliriz ki, aslinda her olay kendi öncü olaylarini yaratir. Insanlar genellikle bir olayin haberci oldugunu, haber verdigi olay gerceklesince anlarlar. Mesela haberci rüyalar da böyledir. Olay gerceklesince, rüyanin aslinda haberci bir rüya oldugunu anlariz.

Gezi olaylarinin da habercileri vardir. Simdi geriye dönüp baktigimizda bunlarin öncü olaylar oldugunun idrakine variyoruz. Önce kâhinlerden söz edecegim. Birinci kâhin, tabii ki, Hüseyin Gülerce`dir. "Uykularim kaciyor" demisti bir keresinde. Tarih sanirim Mart 2013`tü. "Toplumdaki gerginliklerin bir patlamaya dönüsmesinden korkuyorum". Ne gariptir ki, bu yazar, korktugu sey gerceklesince "ben demistim" demedi. Ikinci yazar, olaylari bence öngörmekle kalmadi, onlari düsünceleriyle mayalandirdi da. Bu yazarin adi Kadri Gürsel`dir.

Söz konusu yazarin imzasiyla, Gezi olaylarindan yaklasik bir ay önce "Dördüncü Adam`i beklerken" basligi ile Milliyet gazetesinde bir yazi yayimlandi. Yazida Türkiye toplumunun bugünkü gidisine yön veren 3 insanin bulundugunu, bu üc insanin ortak özelliginin demokrat olmamalari oldugunu söyledi. Bu üc insan Recep Tayyip Erdogan, Abdullah Öcalan ve Fethullah Gülen`di. Ve yazi demokrat olan dördüncü insanin beklendigi anafikri etrafinda dolasiyordu. Bu yazinin mayalandirici etkisi, baris sürecinin devam ettigi bir sirada yazilmis olmasiydi. Bir yandan da demokrat kesime hitap eden tek siyasi olusum olan CHP`nin baris sürecine karsi duydugu derin kusku, toplumdaki gerilimi artirmaya devam ederken yazinin zininlerdeki tehlikeli dönüsümü hizlandirdigi söylenebilir. Taha Akyol`un PKK`nin anti demokratik özelliklerini vurgulayan yazilarini da bu kapsamda ele almak gerekir. Yani aslinda zihinlerde baris süreci, demokrat kesimde iki demokratik olmayan insanin vardigi bir mutabakat olarak damgalanmak üzereydi.

Ne talihsizlik ki, adina "baris süreci" denen bir olgu, toplumun önderi konumundaki entellektüel demokrat %25`lik kesim tarafindan daha bastan tiksintiyle karsilaniyordu. Yani aslinda demokrat zihinlerde su önerme daha Gezi olaylari baslamadan en azindan bir ay önce yerlesmisti bile: "Bu adina `baris süreci`denen her ne ise, demokrat bir zeminde yürümüyor." Simdi böyle bir temel üzerine icki yasagini, agaclarin kesilmesini (pardon "sökülmesini"), kafa kiyak dolasan genclik nitelemesini, "git evinde ic" asagilamasini, dindar genclik yetistirmek istenmesini, "iki ayyas" kiskirtmasini, Yavuz Sultan Selim`i ve bir de Imrali görüsme tutanaklarindan sizan Abdullah Öcalan`in derim megalomanizmini koyun. Üstüne bir de biber gazi sikin. Üstüne üstlük bir de sopali adamlar ortaya ciksin. Yanginin üzerine benzin dökmek baska nedir?

Ortada olan bir gercek var: Istediginiz kadar azinligin tahakkümü deyin, demokrasinin cogunluk rejimi oldugunu söyleyin: Türkiye`de %25`lik demokrat kesimin benimsemedigi hic bir sürec yürümez. Cünkü bu %25`lik kesim, Türkiye`deki zihinsel üretimin neredeyse %100`ünü gerceklestirmektedir. Türkiye`nin üc güclü adaminin bu %25`lik aydin kesimin karsisina cikarabildigi bir %25`ten vazgectim, %5`lik bir aydin kesim var midir? Romanlarin, siirlerin, öykülerin, oyunlarin, dizilerin %100`ü kimler tarafindan yazilmaktadir? Filimler kimler tarafindan cekilmektedir? Tiyatro oyunlari kimler tarafindan sahnelenmektedir. Bu %25`lik kesimin belirleyici gücünü inkâr edecek kadar gerceklerden uzaklasmak baris sürecinin gerginliklere sebep olmasinin belli basli nedenidir aslinda.

Evet, Ingiltere IRA ile baris yapti. Ama o barisin temelinde Isci Partisi ile Muhafazakârlar arasindaki siki isbirligi vardi? Ingiltere Thatcher`i bu yüzden harcamadi mi? Ama o baris ayni zamanda muhafazkârlara iktidar yolunu da acti. Ama bizde basbakan, baris sürecine yesil isik yakan muhalefet liderini daha bastan toplumun önünde acikca asagiladi. Tabi, baris sürecine destek olan CHP`ye belki iktidar yolunu kapamaya calisiyordu bunu yaparken. Ama sebebi ne olursa olsun, bu sekilde baslatilan ve demokrat kesimi asagilayarak, ona baski uygulayarak sürdürülmeye calisilan bu sürec konusunda iyimser olmak gercekten zor. Birakin sürecin basariya ulasmasini, sürec zorlanirsa, toplumda yeni yeni tepkilerin olusacagini söylemek bile mümkün. Üstelik "Karayilan milletvekili olacakmis" seklinde yayilan fisilti gazetesinin kiskirtici etkisini de hesaba katalim. Baris sürecinin yeni bir teorik cerceveye oturtulmadan, bu sekilde devam ettirilmesinin bir mantigi kalmadi gibi.

25 Haziran 2013 Salı

Gezi Olaylari ve Baris Süreci

Kürtlerle uzun bir tereddüt döneminden sonra masaya oturulmasinin, Gezi olaylarini tetikledigi bir gercek. Bu konuda yorum yapanlarin (basta Mümtazer Türköne olmak üzere) haklari var. Ileride bu konu kitaplara ve arastirmalara konu olacak. 

Gercekten adina “baris süreci” denen ve aslinda Kürtlerle cumhuriyetin getirdigi nimetlerin gecikmis bir paylasimi olan sürec söz konusu olmasaydi ve PKK terörü devam etseydi, Gezi diye bir sey düsünülemezdi bile. Erdogan, teröre karsi gelisen tepki nedeniyle laik-demokrat kesimi yaninda tutabiliyordu. Ayrica PKK`nin emperyalistlerin elinde bir masa oldugu, aslinda taseron bir örgüt oldugu, Orta Dogu cografyasinin getirdigi bütün ahlakî zaaflari icinde barindirdigi, örgüt liderinin megalomani müptelasi, hayal icinde yüzen biri oldugu, örgütün uyusturucu ve insan ticareti yaptigi, omurgasinin olmadigi, karsit kamplarin her ikisi icin de taseron tarzi eylemler yaptigi (mesela hem Iran icin hem de Amerika icin devreye girdigi) Marksizme bulanmis, ama aslinda pragmatist ve firsatci bir örgüt oldugu hep söyleniyordu, bunlar gercekti de. Örgütün bu özellikleri, yani onun Orta Dogu cografyasindan cikan bir ucube olduguna yönelik algilar yüzünden, PKK ile ve giderek bütün kürtlerle Türk demokrat kamuoyu arasindaki iliskiler hep bozuk olmustur. Halen de bu iliskinin düzelecegi yok. Karayilan, Türk demokrat kamuoyunun (su kiz-erkek parmak arasi terlik giyen, inanilmaz esprili ve neseli, bir o kadar da küfürbaz, Taksim`de bikinili eylem yapacak kadar cesur, duran adam eylemi icat edecek kadar yaratici insanlarin kisiliginde anlatim tarzini bulan kesim) cifte standart kullandigini, kendileri icin istedikleri özgürlügü, kürtler icin istemediklerini söylerken sunu unutuyor: iyi de parmak arasi terlik giyen bir kiza, kendi yasindaki bir delikanlilarin, sirf asker uniformasi giydiler diye acimasizca öldürülmelerini nasil anlatirsin? Daha dogrusu bunu anlatabilir misin? Sen o kiz gibi, espriyle, küfürle, sarkilar söyleyerek sahneye cikmadin ki? O sert cografyada köyler yakilirken, faili mechullerin verdigi dehset ortaligi kasip kavururken; parmak arasi terlik, plaj kiyafeti tabii ki, mümkün degildi. Ayrica karsi tarafta da öldürülen gencecik cocuklar, kizlar varken bu zordu. Bütün bunlar gercek. Ama arada müthis bir tarz ve dil farkliligi oldugu da bir gercek. Her seyden öte, o inanilmaz kötü anilar var. O Taksim`de eylem yapanlarin aralarinda, PKK terörüne hedef olmus akrabalari olanlar hic yok muydu meselâ? Bu dil farkliliginin giderilmesi tabii ki, uzun bir zamanin gecmesini gerektirecektir. Her seyden önce, Kürtlerin saflarindan cikan ve en az Gezi Parki kadar esprili, yaratici, aydin olan sanatci ve yazarlarin, demokrat kesim tarafindan okunmasi, izlenmesi ve sevilmesi süreci hizlandiracaktir. Fakat o noktadan henüz cok uzagiz.

Simdi matematige bakin ki, AKP kürtlerle masaya oturdugu an, birden bire PKK`nin ne kadar anti demokratik, baskici, sevimsiz özelligi varsa, bu özellikler zihinlerde AKP`nin baskici ve antidemokratik uygulamalari ile birlesiverdi. Kürtlerin tarafinda Sirri Süreyya Önder dahiyane bir cikisla Gezi parkinda görünmeseydi, bazi gazetelerde “ezber bozan kare” basligi altinda yayimlanan ve Gezi Parki direniscilerini, Kürt bayragi tasiyanlarla birlikte el ele tazyikli sudan kacarken gösteren fotograf olmasaydi, inanin sonuc vahim olacakti. Ve Gezi belki de baris sürecini sorgulayacakti. AKP stratejistleri, su yaptiklari affedilmez hatayi gecistiriyorlar: terörü bitirmeye calisirken kisisel özgürlüklere baski uygularsaniz, zihinlerde terör ve baski kavramlarini birbirine esitlersiniz. Verdiginiz mücadelenin müttefiklerini azaltirsiniz. Nitekim ayni hatayi 12 Eylül yönetimi de yapmadi mi? Tansu Ciller yapmadi mi?

Ama gelin görün ki, AKP aslinda daha fazla demokratiklesemez, cünkü kisisel özgürlük ve itiraz kültürünün ön plana ciktigi bir kitlesel tabana dayanmiyor. AKP`nin ve Türkiye`deki bütün sag iktidarlarin derin celiskisi bu aslinda. Dinsel renkleri agir basan bir tabana dayali bir parti, birdenbire terörü bitirmek, askerî vesayeti sona erdirmek, kalkinmayla demokrasiyi bir arada götürmek, Avrupa Birligi ile görüsmeleri sürdürmek gibi aslinda tam anlamiyla demokratik bir partinin basarabilecegi görevlerle ugrasmak zorunda kaliyor. Bütün bunlar alabildigine demokrat ve bir o kadar da sogukkkanli olmayi gerektirdigi halde, parti kendi tabanini tatmin etmek icin söylemini ve uygulamalarini sertlestiriyor ve sik sik ajitasyona, hatta bazen acikca tahrike basvuruyor.

Bütün bunlardan su sonuca ulasabiliriz: AKP, kendisi gibi bir partinin oynayacagi bir rolü oynamiyor. Simdiye kadar bunu basardiysa, bunu genel baskanlarinin pragmatist dehasina borclu. Fakat her seyin bir siniri var. Sonucta rol gercek sahibine devredilmeli: Simdi sorulacak soru su: böyle bir rolü devralacak biri gercekten var mi? Yani ayni derecede pragmatik dehasini, bu sefer demokratik gündeme dindar kesimi kazandirmakta kullanabilecek bir demokrat önder var mi? O kisi, her kimse, hic olmazsa kendi rolünü oynamis olur.

Gezi parki bence böylesi bir umudu yesertti. Bu cocuklarin arasindan gelecegin demokrat lideri cikacak gibi bir algi olustu sanki. Nitekim, bir zamanlar Abdullah Gül de üniversite koridorlarinda solcularla en olumsuz ortamlarda karsilasmis, hem kendini, hem solculari, hem de Türkiye`nin sorunlarini o koridorlarda tanimamis miydi?

23 Haziran 2013 Pazar

AK Parti: Merkez`den kacis

AKP´nin bütün konjonktür onu merkeze dogru iterken, israrla merkezden saga dogru kaymaya calismasini nasil yorumlamak gerekir? Gecenlerde Ertugrul Özkök tek bir cümle ile isin rengini belli etti: AKP`nin bütün toplumun partisi olmasini istiyoruz, dedi. Bir liberalin agzindan cikan bakla aslinda bu. Simdiye kadar bütün liberaller, hep bir agizdan aslinda AKP`yi desteklemediler mi? Ahmet ve Mehmer Altan, Orhan Pamuk, Sezen Aksu, Serdar Turgut, Cengiz Candar, Hasan Cemal ve daha niceleri... Bir tek eski takimdan Emin Cölasan, onu kabul etmemekte direndi. Onun da liberal oldugu cok süpheli zaten. Bu liberallerin umutlari dini renkleri olan, basörtülü hanimlarla ile basi acik hanimlari, tek bir cati altinda birlestiren bir merkez partisiydi. Bu konuda Mehmet Altan sampiyondur. Malûm, liberaller merkez partilerine bayilirlar. Aslinda Türkiye`nin son 10 yili bir liberalizm rüyasidir. Ama AKP kendisine bicilen bu rolü israrla reddetti. En son kendisine ögretmen havasiyla ders vermeye calisan Hasan Cemal`i ters yüz etti. Liberalleri hep asagiladi. Onun bu siyasi tavri komünistlerle onlarin dogal müttefikleri kücük burjuva partileri arasinda iliskiye benzedi neredeyse. Bu ittifak türünde, bir taraf diger tarafi sürekli asagilar, ama ittifak yine de bozulmaz. Ertugrul Özkök`ün son cümlesine bakarsak, bu ittifakin bozulmaya hâlâ da niyeti yok.

Peki neden böyle? AKP merkeze gecmemek icin neden bu kadar cok direniyor? Bu bir siyasi aymazlik degil mi? Öyle ya, merkeze gecse, sadece yüzde elli degil, belki yüzde seksen onun arkasinda duracak. Erdogan degil miydi, %50 yetmez, %70`leri hedeflemeliyiz, diyen? Hattâ onun bu hedefi toplumda herkesi güldürmüstü. Hasan Cemal, “Allah gözünü doyursun” demisti bir yazisinda. Gercekten varolan konjonktür %70`ler ve 80`leri merkeze gecmekle mümkün hale getirmisken, marjinallesmek konusundaki bu israr niye? Bu basit hesaplari AKP`nin yapmadigini düsünmek mümkün degil. Isin icinde baska bir hesabin, baska bir dinamigin olmasi gerekir. Peki nedir bu dinamik? Büyük orta dogu projesi falan mi? Komplo teorilerini cok sevenler hemen calismaya baslasinlar. Ama dinamik bence aslinda bizim icimizde. AKP`nin kendi icindeki en radikal unsurlari, her ne pahasina olursa olsun saflarinda tutmaya calismasidir bu dinamik. Cünkü kendisinden kopacak olan %10`luk bir parcanin var olan secim sistemi yüzünden bütün hesaplari degistirecegini, sandalya dagilimina göre yüzde 10`dan daha büyük bir etki yapacagini ve belki de olasi bir anti-AKP koalisyonuna kapiyi aralacagini biliyor. Anti AKP koalisyonu, %30 kritik sinirinda duruyor. Yüzde 10`luk parca, bir anda anti AKP koalisyonunu %50`ye tasiyabilir. AKP`yi de %30`lara itebilir. Tam Erdogan cumhurbaskani olacakken, hic de hos olmaz bu.

Varolan secim sistemi öyle bir sistem ki, ayni 1980`ler Türkiye`sinin yasamak zorunda kaldigi Bankerler faciasini andiriyor. Bu tür sistemler sürekli büyümek zorunda olan devler yaratirlar. Aktörler sürekli büyümek zorunda olduklarini bilirler, büyüdükce zayifladiklari cok asikar oldugu halde, büyümekten vazgecemezler. Cöküntünün büyüdükce yakinlastigini bile bile, âdeta kaderlerine teslim olmuscasina büyürler.

Iste bence Erdogan`i secim öncesinde radikallestiren etken bu. Hic hayale kapilmayin, Erdogan secim yaklastikca giderek daha da merkezden uzaklasacak, liberallerin gözünde giderek daha antipatik olacak. Hatta antipatik olmak icin özel olarak calistigi bile söylenebilir.

Cünkü onun aslinda söyle bir hesabi var: Tamam liberal kesim su anda ona ates püskürüyor. Ama onlarin bütün nefretine ragmen kolayca tatmin edilecegini, okumus ve aydin bir kesim oldugunu, karsit görüslere acik oldugunu ve onlarin büyük cikarlar söz konusu oldugunda, verilecek ufak tavizlerle (özel hayatima karisma! Ben icerim de öpüsürüm de!) onlarin kolayca kontrol edebilecegini biliyor. Eninde sonunda, secim bittigi an bir balkon konusmasi daha yaparsiniz, olur biter. Zaten bu liberal kesim nedir ki? Afyonu ver uyusun! Yani aslinda o %75`ten emin. Ertugrul Özkök`ün agzindan kacirdigi gibi, liberallerin ne kadar kizarlarsa kizsinlar AKP`yi iktidar partisi olarak benimseyecekleri konusunda endisesi yok. Ama kendi saflari arasindaki %10`luk kesimin cok zor ikna olan bir azinlik oldugunu da biliyor. Bu yüzde 10 icin geri kalan %70`i karsisina almaktan bu nedenle cekinmiyor. Bundan sonra da cekinmeyecek.

Iste simdi komplo teorilerine izin verebiliriz. Eger bir denge cok hassassa ve bircok aktör Türk toplumunu karistirmak icin firsat kolluyorsa, (Türkiye`nin bu acidan gizli düsmani coktur, emin olabilirsiniz!) bunlar bir fiske ile, kelebek etkisi yaratmaz mi dersiniz? Bence firsati kacirmazlar. Unutmayiniz, 31 Mart emperyalistlerin isi degildi. Bu derece büyük bir olay, emperyalistlerin isi olamaz! Ama yine de 31 Martta ayaklananlarin arasinda ingiliz istihbarat elemanlari bolca vardi.

Ali Suavi, tabii ki, bir Ingiliz ajani degildi. Ama Ingiltere`nin Kibris`i kapmak icin Ali Suavi olayindan yararlandigi yine de bir gercektir.

20 Haziran 2013 Perşembe

"Müslüman" bir demokrasi mümkün mü?

AK Parti iktidarinin ikide bir halk oylamasina bas vurmasi, aslinda din ile demokrasi arasindaki sorunlu iliskiye dair ipuclari veriyor bize. 

Malûm: AKP dinî referanslari olan bir parti. Bu dinî boyut hicbir zaman laikligi ortadan kaldiracak derecede olmadi. Hatta Tayyip Erdogan Misir`da acik acik laisizmi savundu bile. Ama yine de parti dinsel ögelere programinda yer veriyor. Dindar bir nesil yetistirecegini amac olarak ilan etmis durumda. Yasam tarzina müdahale etmek istediginde acik acik dinsel ögeleri kullaniyor. Icki yasagi, yasam tarzina yapilan bu tür müdahalelerin sadece bir örnegi. Bunun yaninda sayisiz sözlü müdahale yapilarak, karsit kamp (yani icmeyi, eglenmeyi, acik sacik gezmeyi seven, plajlarda bikini ile kosusturan laik kesim) psikolojik baski altina tutuluyor. AKP daha da ileri gidip, bunu hicbir zaman acikca ifade etmese de müslüman demokrat kimlige sahip olmak istedigini belli ediyor. Yani Avrupa`daki hristiyan demokratlarin Türkiye`deki ve islam dünyasindaki karsiligi olmak gibi bir sey bu. Basbakanin ikide bir Amman`a Kahire`ye selamlar göndermesinden anliyoruz ki, aslinda bu tavrini diger islam ülkelerine örnek olarak sunmak da istiyor. 

Pekiyi gercekten müslüman bir demokrasi diye bir sey olabilir mi? Böyle bir sey, mümkün mü? Islami ögeler, demokrasi ile yanyana var olabilir mi?

Cevap cok kesin bicimde hayir olmak zorunda. Islami ilkelerin demokrasi ile asla bagdasamayacagi, basta Serif Mardin olmak üzere cesitli sosyologlar tarafindan bilimsel kanitlariyla cok önceden ortaya kondu cünkü. Islam dini ile demokrasi ancak bir sartla, Islam dininin kisinin özel alaninda kalmasi sartiyla bir arada var olabilir. Bu aslinda sadece Islam dini icin degil, diger bütün dinler icin de gecerli. Cünkü din dedigimiz sey, aslinda bir dogmalar bütünüdür. Dogrular, cok önceden belirlenmistir ve tartisilamaz. Dogrunun ne oldugunu tartistirmaya gerek yoktur. Bu sadece vakit ve enerji kaybidir. AKP`nin her cesit tartismaya ve fikir alisverisine gösterdigi allerjik reaksiyon aslinda bu dogmatik kafa yapisindan ileri gelmektedir. AKP ve onun gibi düsünenlere göre,sorun dogrunun nasil uygulanacagi noktasinda dügümlenmektedir. Danismalarda bulunmak, yani eskinin deyimi ile "mesveret" aslinda bu genel dogrularin uygulamaya nasil dönüstürülecegi konusunda görüs alisverisinde bulunmaktan ibarettir. Iste hepsi bu! Jön Türklerin demokrasi anlayisi da ancak bu noktaya kadar gelebilmisti.

Demokratik düsüncenin kaynagi olan rasyonel akil ise önceden belirlenmis bütün dogrulari kesin bicimde reddederek düsünmeye baslar. "Her seyden süphe edebilirim" der Descartes. Rasyonel akil, dogrulari ancak düsünen insanlarin aralarinda görüserek tartisarak bulabilecegi düsüncesine dayalidir. Parlamento bunun icin vardir. Gösteri, toplanma, yürüyüs hakki bunun icin vardir. Basin bunun icin özgür olmalidir. Cünkü bütün bunlarin hepsi düsüncenin olusumuna hizmet ederler. Yani demokrasilerde düsüncenin dile getirilmesi aslinda düsüncenin olusumu acisindan vazgecilmez oldugu icin gereklidir.

Simdi AKP iktidarina dönersek, bu iktidar parlamentoyu calistirmiyor. Kilicdaroglu daha iki gün önceki meclis konusmasinda, ülkenin parlamentoya danisilmadan cikarilan kanun hükmünde kararnamelerle yönetildigini söyledi. Kanun hükmünde kararname, tam da AKP`nin düsünce sistemine uygun bir yönetim tarzidir. Sadece o kadarla kalmiyor. Örnegin basbakan, muhalefet lideri kürsüye geldigi zaman meclisin görüsme salonunu terkediyor. Televizyonda liderler karsilikli oturup bir konuyu tartisamiyorlar. Basin deseniz, malum, eli kolu bagli. Toplanti ve gösteri hakki kullanilamiyor. Hatta simdi sosyal medyaya da el atmaya calisiyorlar.

Burada yapilmak istenen, aslinda düsüncenin olusum sürecinin engellenmesidir. Böyle bir sürecten gecmeden, halkin oyuna basvurma konusunda yapilan saplantili israr ise, halkin isin en dogrusunu bildigi varsayimina dayanir. Peki, halk dogruyu enine boyuna tartismadan nasil bilecek? Cevabi AKP iktidari gizli bicimde veriyor: Halk bilir, cünkü o dindar. Dogrular zaten onun icinde gizli. O nedenle tartismaya gerek yok. Sormak yeterli.

Bu noktada “Halkimizin sagduyusuna güveniyouz” cafcafli lafinin özünün aslinda ne kadar anti-demokratik oldugu daha iyi anlasiliyor. “Sine-i millete gidelim” lafi ayni düsüncenin degisik bicimde tekraridir, Aslinda Menderes dahil bütün baskici rejimlerin cokca kullandigi bir deyimdir bu. Cünkü o sine-i millet, onlarin baski rejimlerine “evet” oyu cikarmaya yetecek kadar bol miktarda dinsel dogmayi icinde barindirir zaten.

Dogru onlara göre aslinda tartisarak bulunabilir bir sey degildir. Dogru, halka din yoluyla zaten disardan verilmis durumdadir. Bu tam da, gecmiste Osmanli`da oldugu gibi sultanin veya simdiki Iran`da oldugu gibi mollalarin agzindan cikani kanun kabul eden islami yönetim anlayisinin degisik görünümüdür. Her ikisinde de dogru halk tarafindan tartisarak görüserek bulunmaz, tersine onlara disardan verilir. Tek yapilmasi gereken halka bir konunun fazla tartismaksizin dogrudan sorulmasidir. AKP iktidari, iste bunun icin parlamentoyu calistirmiyor, ama ikide bir “halka soralim” diyor.

Tartisma olmadan, düsüncenin olusumuna izin vermeden yapilacak her halk oylamasi bu nedenle daha basindan anti demokratik olmaya mahkûmdur. Cünkü demokrasinin temeli olan, insanlarin tartisarak dogruyu bulmasini saglayan karar olusum sürecini reddetmektedir.

Halk hareketinin ardinda bir düzen arama kolayciligi, “dis mihraklarin isi”, “bizim gelismemizi istemeyen emperyalist ülkelerin isi” gibi ezberler de bu dogmatik kafa yapisindan ileri gelir. Cünkü onlara göre halk kendi basina düsünen, dogrulari bulan bir kitle degildir. Bunlar harekete gecmislerse, mutlaka birileri tarafindan yönlendirilmektedirler. Cünkü halk zaten sürüdür. Güdülmeye alisiktir.

Bu kafa yapisini Türkiye`deki olaylarla ile ayni anda patlak veren Brezilya`daki karisikliklar kendine getirmez. Bu halk hareketlerinin bütün dünyaya yayildigini, bunun bir entrika, kumpas, tek bir merkezin isi olamayagini düsünemezler. Cünkü o zaman, halkin kendi basina düsünen, karar veren, uygulayan bir varlik oldugunu, bazen sasilacak hizda tek vücut haline gelebildigini kabul etmeleri gerekir ki, bu onlarin bütün düsünce sisteminin yikilmasi anlamina gelir, bunu yapamazlar.

Aslinda cok daha ileri giderek sunu söyleyebiliriz.Demokratik olandan, yani rasyonel akildan her sapis, aslinda akildisiligin karanlik denizine acilmaktir. Dinsel dogmalarla, en karanlik baski rejimleri bu karanlik denizde birbirleriyle sarmas dolas olurlar. Thomas Mann`in Büyülü Dag adli romanindaki Naphta karakteri, iste bu akildisiligin, en karanlik baski rejimlerine, engizisyona nasil dönüsebildiginin örnegini bize verir.