2 Haziran 2014 Pazartesi

Cin`in Amerikan boyundurugundan kurtulma cabalari

Cin, Amerika`nin boyundurugundan kurtulmaya calisiyor, ama nafile. Bu is o kadar kolay olmayacak. Cin`in bu boyunduruktan kurtulmak icin siddetli bir krize ihtiyaci var. Ama onu da hicbir Cin`li göze alamiyor. Cin`in daha yolun basinda, Mao Zedung`un önerdigi gibi "fakir ama özgür" ya da revizyonist Zen Diao Ping`in önerdigi gibi "zengin ama köle" olma yollarindan birini tercih etmesi gerekiyordu. Cin ikinci yolu tercih etti. Cünkü 1960`lardaki Kültür Devrimi Cin`i canindan bezdirmisti. Bu yilginligi firsat bilen Nixon yönetimi Cin`e simdi uygulanan kalkinma modelini önerdiler. Bu kalkinma modeli denen boyunduruk o kadar iyi hesaplanmis ve ayrintilandirilmistir ki, sadece bu bile en basarili, ama en bahtsiz Amerikan Baskanlarindan biri olan Nixon`un adini tarihe yazdirmaya deger.

Cin`e önerilen modelin ana hatlari söyle özetlenebilir,

1- Cin parasi Renmimbi sürekli devalüasyona tabi tutulacak. Bunun icin kurlar merkezi otorite tarafindan belilrlenecek. Burada Cin`e özgü bir durum söz konusu degil. Bütün düsük kur politikasi, bütün ihracatci kalkinma modellerinin olmazsa olmazidir.

2- Düsük kuru gerceklestirebilmek icin ülkeye bol miktarda yerel para sürülecek. Ancak serbest döviz ticaretine izin verilmeyecek. Yani düsük kur halkin eline dövizi almasiyla gerceklesmeyecek Döviz hep az ve kullanimi izne tabi, yerel para ise hep bol ve ucuz olacak.Ancak yerel para halkin elinde bulunmayacak. Burasi cok önemli. Yani düsük kur var ama, ülkede döviz piyasasi ve gercek anlamda bir para piyasasi yok.

3- Ülke ihracat icin üretim yapacak. Ülke icine nispeten az mal sürülecek. Isci ücretleri mümkün olan en az seviyede tutulacak. Yani ülkede mal piyasasi kurulmasina da sicak bakilmayacak. Halk eskiden oldugu gibi karne usulü beslenecek. Büyük ölcüde ücretini tüketim mallari (erzak) seklinde alacak. Kira, egitim, eglence, zaten bedava. Yani burada bir tür takas ekonomisi (bartering) söz konusu. Halkin eline ne kadar erzak gececegi, bunun icin ne kadar üretim yapilacagi, vs. hepsi daha önceden siki bicimde planlanmis durumda. Sert bir nüfus planlamasiyla birlikte ic talebin sürpriz yaratmayacak bicimde hep belirli bir düzeyde tutulmasi amaclaniyor.

4- Ülke icinde para bol, ancak bu para halkin elinde degil. Dolayiyla halkin tüketim arzusu talebe dönüsemiyor. Bu nedenle enflasyon da söz konusu degil. Cin yatirim mallari disaridan dogrudan yatirim seklinde gelen üretim sermayesiyle yapiliyor. Üretilen mallar ülke icinde satilmiyor, ihrac ediliyor. Ülke icinde firmalarin birbirinden mal almasi önleniyor. Zaten buna gerek de yok. Cünkü bütün yatirim mallari (makine, techizat) disaridan geliyor. Yani ülke icinde tüketim mallari piyasasi olusmadigi gibi, yatirim mallari piyasasi söz konusu degil. Üretim tamamen ülke disinda planlaniyor, Cin`e sadece bunlari üretip yurt disina satmak kaliyor. Ayni modeli Küba da, turizm sektöründe uygulamisti. Ülke icindeki lüks otellerde yabanci turistler kaliyor, bunlar tatillerini yaptiktan sonra, biraktiklari döviz Merkez Bankasi`nin kasasina gidiyordu.

Yani kisacasi, bütün bu anlatilanlardan Cin`deki ve Küba`daki modelin, ilk defa 1923 yilinda, devrim sonrasinda yokluk yillarinda uygulanan "Yeni Ekonomik Politika", NEP Modeli oldugunu görüyoruz. Cin`li revizyonistler Leninist NEP Modeli`ni sosyalist özünden soyutlayarak, Cin`i kapitalizmin üretim üssü olmasi icin bir arac gibi kullandilar. Lenin, NEP Modeli`ni yaratirken, kapitalizmin üretici gücleri gelistirme özelliginden yararlanmak istemisti. Bu nedenle ülkede sinirli bir kapitalist uygulamaya izin veriliyor, ekonomide "kapitalizm adaciklari" olusturuluyordu. Bir anlamda kapitalist üretim üsleriydi bunlar. Kapitalistlerin can ve mallari devlet güvencesine aliniyor, kendilerine istedikleri an yurt disina cikabilme, üretime son verip mal varliklarini ülke disina cikarabilme serbestisi taniniyordu. Lenin, NEP döneminin gecici oldugunu, ülkenin kendi üretim temposunu bulunca, NEP uygulamasinin kaldirilacagini ilan etmisti.

Cinli revizyonistler ise tam tersine NEP modelini, ülkeye kapitalizmi geri getirmek icin kullandilar. Sonucta ilk baslarda ekonominin sosyalist planlama karakteri bozulmuyor, tam tersine, dis piyasalar ve ihracat icin calisan bir takim kapitalist üretim adaciklari kuruluyordu. Ama daha sonra bu adaciklar genislediler ve ülke ekonomisinin geneline yayildilar. Bugün ülkede devasa bir mal ve hizmetler piyasasi olusmus durumda. Cin`li turistler dünyanin dört bir yanina seyahat ediyor. I-Phone`un her yeni modeli Cin`de peynir ekmek gibi satiliyor. Hâlâ ülkede serbest bir döviz piyasasi olusmasa bile, Cin ekonomisi göbeginden disa bagimli. Kendi icinde rasyonel dengeleri olusmadan amorf bicimde gelismis durumda oldugundan, disa bagimlilik ortadan kaldirildigi an, Cin ekonomisinin kendi icine cökecegini herkes biliyor. Cin, kurtulmak icin her kimildayisinda, bogazindaki boyunduruk biraz daha sikilasiyor. Ayrica Cin`de kapitalist bankacilik gelenegi bulunmuyor. Yani bir anlamda, Cin`i yalniz biraksaniz, Cin bankacilik sistemi kendi ekonomisini besleyemez. Tersine önce bankalar cöker.

Cin acisindan durum böyle. Ama Cin`i bagli oldugu Amerikan ekonomisi ile birlikte ele alin. O zaman dahiyane bicimde unsurlari tek tek bir araya getirilmis, son derece uyumlu calisan bir kapitalist sistem görürsünüz.



31 Mayıs 2014 Cumartesi

Hindistan ve Türkiye arasindaki sasirtici benzerlikler

Bir önceki yazımda Modi`nin Hindistan`da muhtesem bir zaferle iktidara geldigini ve bu sonucların dünyada ekonomik ve siyasal dönüsümlere yol acacagını belirtmistim. Modi`nin secim zaferinin %60`lik bir oy oranıyla birlikte gelmesi olaya bambaska bir boyut kazandirmıs durumda. Zaferin boyutu o kadar sarsici idi ki, gecen dönemin iktidarı Kongre Partisi, Mayıs ayında tamamlanan secimde ücüncü parti düzeyine düstü. Modi`nin iktidara gelecegi tahmin ediliyordu; ancak bu derece yüksek bir oy oranı alması herkes icin bir sürpriz oldu.

Her seyden önce Hindistan secimlerinin devasa boyutunu burada belirtmek gerekiyor. Hindistan halkı tereyagından kıl ceker gibi, bir tek kisinin bile burnu kanamadan 4 hafta süren bu devasa secimi basarıyla tamamlamayı ve bu acıdan diger gelismekte olan ülkelere örnek olmayı bildi. Secim bu nedenle bütün dünyanın hayranlıgını üzerine cekti, hakli olarak. 

Secimde oy kullanma hakkına sahip 830 milyon secmen vardı ve bu sayı, gecen 2009 secimlerindeki secmen sayısından 100 milyon kisi daha fazlaydi. Secimde 930 bin sandık kullanıldi. Secmen ve sandik sayisinin coklugundan ötürü basvurulan elektronik oy verme yöntemleri de secimlerde basariyla uygulandi. Bu uygulamalar, demokrasinin, sadece iyi egitilmis Avrupa ve onlarin devami olan ABD, Kanada, Avsutralya ve Yeni Zelanda halklarina verilmis bir ayricalik degil; gelismekte olan bütün ülkelerin uygulayabilecegi bir yönetim bicimi oldugunu ispatliyor. Ayrica Hindistan`da simdiye kadar hic askerî darbe olmadiginin da altini cizmek gerekir. Tabii Hindistan`in bu basarisinda, Hint demokrasisinin Ingiliz liberalizminin etkisi altinda sekillenmesinin etkisi büyüktür. Baska hicbir Ingiliz sömürgesinin, neden ayni basariyi gösteremedigi de ayrica sorgulanabilir. Hindistan`in basarili olmasinda, Ingiliz liberalizmini absorbe edebilecek muazzam kültürel derinliginin etkisi tabii ki gözardi edilemez.

Hindistan secimlerinin bir özelligi daha var: Bu secimler ilginc bicimde Türkiye ve Hindistan toplumlarinin nasil birbirine benzedigini gözler önüne serdi.

Benzerlik her seyden önce Erdogan ile secimi kazanan Modi arasinda bulunmaktadir.

Iki lider arasinda belki de en göze carpan benzerlik, her iki liderin de yerel yönetimlerden gelmis olmasidir. Erdogan`in Istanbul Belediye Baskanligi nasil basarili ise Modi de Gucerat eyaletini âdeta öyle ihya etti. Bu eyalette ekonomik refahin temellerini atti.

Bir diger benzerlik her iki liderin de dinsel temalari referans olarak kullanmasi. Modi, Hindu dinine mensup bir politikaci ve propogandasini dini motiflerle süslüyor. Erdogan`in da Islamî konulari (basörtüsü, Imam Hatip Okullari, cemaatlerle iliskiler, Kutlu Dogum Haftalari vs.) vurgulayan bir siyaset yürüttügü malûm.

Her iki lider de bölücü ve ayristirici bir sekilde siyaset yapiyor. Burasi cok önemli. Modi, ayni Erdogan gibi, hem bazi kitlelerce hayranlikla desteklenen, hem de baska bazi kitlelerce kendisinden ölesiye nefret edilen bir politikaci. Hatta yerel yöneticisi oldugu Gucerat eyaletinde 2002 yilinda patlak veren ve binden fazla Müslümanin öldürülmesi ile sonuclanan siddet hareketlerini el altindan destekledigi düsüncesi özellikle Müslümanlar arasinda ve Bati`da yaygin. Hatta Amerika ve Ingiltere onu bu nedenle, ayni Kaddafi gibi bir "parya" olarak damgaladilar ve Amerika 10 yil boyunca Modi`ye ülkeye giris vizesi vermedi. Modi yillarca asagilandi. Ayni bizim Erdogan gibi. Bu asagilanma ona magduriyet süsü kazandirdi. Bu nedenle Modi, yillarca Hindistan`daki Bati`ya olan öfkeyi oya tahvil etmesini bildi. Ayni Erdogan gibi.


Modi, ülkeyi tam anlamiyla etnik ve dini temelde böldü. Erdogan nasil sünnî Türkleri kendine hedef kitle olarak secmisse, Modi de Hinduizme mensup Hintlileri kendi tabani olarak benimsedi. Modi`nin aldigi oylari gösteren haritaya bir göz atilirsa, bu politikacinin ülkeyi nasil etnik ve dini temelde ayristirdigi daha kolaylikla görülebilir. Sagdaki harita Hindistan`in etnik haritasidir. Soldaki harita ise Modi`nin cogunlugu ele gecirdigi yönetsel birimleri göstermektedir.


Haritalardan görülecegi üzere, Modi`nin partisi BJP, esas olarak Hinduizmi benimseyen Hint uluslarindan oy almistir. Bu bölgeler turuncu ile gösterilmektedir. Bunlar büyükten kücüge dogru, standart Hintliler (Racastan dahil), Marathiler, Bihariler, Gucerat ulusu, Kesmir ile Assam uluslaridir. Modi, Dravid`lerden oy alamadigi gibi, nüfusunun %99`u müslüman olan Bengalliler`den de umdugunu bulamamistir. Yine Hinduizme mensup olmasina ragmen Hint uluslarindan Oriya ulusu Modi`ye yaklasmamistir. Sikh dinine mensup olan Pencap halki da Modi`ye yüz vermemistir. Bu sonucta eski basbakan Singh`in bir Pencapli olmasinin etkisi de vardir tabii. Modi, Assam eyaletlindeki Cin-Birman asilli halklardan da oy alamamis görünüyor. Buralarda Kongre Partisi güclüdür.

Bu harita bölünmüs ve ayrismis haliyle büyük ölcüde Türkiye secim haritasina benzemektedir. Yani Hindistan`da da Türkiye`de oldugu gibi oy haritasi etnik ve dinsel farkliliklara göre bicimlenmistir. Nasil Türkiye`li Kürtler büyük oranda kendi partilerine (BDP`ye) oy verdilerse, Hindistan`in Kürtleri olan Dravidler de kendi partilerini desteklemislerdir. Nasil ki, sünni Türklerin bir kismi (beyaz Türkler, özellikle Ege Denizi kiyisindaki Türkler) Erdogan`dan ölesiye nefret ediyorsa, Oriya ve Bengal uluslari da ayni sekilde, cogunlugun yolundan saparak ya kendi yerel partilerine, ya da Kongre Partisi`ne oy vermislerdir. 

Bu durum, dinsel ve etknik temalari sömüren, bunlari birer politika araci olarak kullanan Türkiye`deki Erdogan ve Hindistan`daki Modi gibi ayristirici politikacilarin âdeta secim basarisini garantileme taktiginin bir sonucudur. Yani her iki politikaci da birlestiren degil, ayristiran bir siyaset yürüterek cogunlugu elinde tutmayi tercih etmektedirler. Her iki politikacinin üslubu da güclü bir retorikle beslenen kavgaciliktir. Her iki politikacinin da itiraz eden, kural koyucularin karsisina yeni kurallarla cikan protest bir tavri vardir.

Hindistan`daki Kongre partisi ise (oy aldigi bölgeler mavi ile isaretlenmistir) bizdeki CHP`nin karsiligidir. Gercekten iki parti arasinda Modi ile Erbakan-Erdogan ikilisi arasinda oldugundan belki de daha cok benzerlik bulunmakta. Kongre Partisi`ni Gandhi-Nehru ikilisi kurdu. Bizdeki Atatürk-Inönü ortakligina benzeyen bir iliski vardi aralarinda. Nehru`nun kizi Indra da daha sonra Gandhi`nin soyadini benimsedi. Gandhi hanedani bizdeki Inönü hanedani gibi uzun yillar ülkenin kaderine hükmetti.

CHP de, Kongre Partisi de Bati`ci, dinler üstü politikalar benimsemislerdir. Her iki parti de seckinci-batici`dir. Dolaysiyla direkt Bati kaynakli politikalarin araci olmakta bir sakinca görmezler. Bu politikalari bir aydin depotizmi tarzinda topluma dayatirlar. Mesela Indra Gandhi, Hint halkinin zorla kisirlastirilmasini öngören Bati kaynakli politikalara evet diyebilmistir. Bu proje kapsaminda yüzbinlerce Hint`li erkek para, ev ve iyi bir yasam karsiliginda kisirlastirilmistir. Indra Gandhi`nin ogullarindan Sanjay Gandhi`nin liderliginde yürütülen bu kampanya toplumda büyük tepki görmüstür.  

Ve en son benzerlige geliyoruz. Nasil Ecevit, iktidari sirasinda 2001 krizi patlak verince, ekonomi yönetimini de Kemal Dervis`in eline teslim etmis, o da Türkiye`yi borclanmak zorunda olan bir cari acik ülkesi haline getirmisse, Kongre Partisi de Manmohan Singh`i Amerika`dan getirtip Hindistan`in ekonomisini Bati cikarlari dogrultusunda yeniden düzenlemesi icin onun ellerine teslim etmistir. Manmohan Singh, Kemal Dervis`ten farkli olarak 10 yil basbakanlik koltuguna oturdu. Erdogan ve Modi gibi saldirgan politikacilarin, Bati kaynakli bu cari acik yaratici, borclandirici, sıkı paracı, üretimi engelleyici politikalardan sonra isbasına gelmesi bir tesadüf degildir. Her iki ülke de bugün bu politikalarin sonucu olarak yeteri kadar üretememe, toplumsal enerjiyi üretime kanalize edememenin sikintisini cekmektedirler.

Türkiye ve Hindistan`in git gide artan benzerligi esas olarak ikisinin da cari acik ülkesi olmasindan kaynaklanmaktadir.



17 Mayıs 2014 Cumartesi

Hindistan`da neden nasyonalistler iktidara geldi?

Bu soru gercekten bir matematik sorusuna benzemektedir. Modi, esine ender rastlanan bir siyasi figür olarak aslinda beklenmedik bicimde ortaya cikti. Iktidara gelisinin büyük bir oy cogunluguyla gerceklesmesi bircok soru isaretinin zihinlerde belirmesine neden olacak nitelikte. Simdi herkes hangi gelismelerin, Hindistan`da nasyonalistleri isbasina getirecek olan süreci baslattigini merak ediyor? Bu gelisme, dünya politika dengesinde taslari yerinden oynatabilir.

Nasyonalizm, Hindistan icin cok tehlikeli bir madde. Biliyorsunuz bu ülkede 330 adet dil konusuluyor. Bu 330 ulusun aslinda 3 ayri dil ailesine mensup olmasi Hindistan`in bir diger ilginc özelligi. Dil aileleri arasinda en ufak bir akrabalik, genetik benzerlik yok. Bunlardan birincisi ve en kalabalik olani Hint-Avrupa dil ailesi. Ailenin en kalabalik ögesi de sayilari 1 milyara yaklasan Hintliler. Ikinci büyük dil ailesi ise ülkenin daha güneyinde yasayan Dravid`ler. Dravid`ler Polinezya grubuna bagli bir irk. Sayilari 150 milyonu buluyor. Daha ziyade Endoneza, Filipinler ve Havai halklariyla akrabalar. Bir de Cin dilleri öbegine bagli halklar var. Hindistan`da ayrica üc büyük din var: Brahmanizm, Müslümanlik ve Budizm. Ayrica azimsanmayacak ölcüde hristiyan, sikh ve zerdüst var. Bu gruplardan en güclüsü Brahmanizme bagli Hintliler. Sayilari 850 milyon civarinda. Hintlilerin 150 milyonu ise Müslüman. Hint uluslari kendi aralarinda alt öbeklere ayrilmis durumda. Yeni basbakan Modi`nin mensup oldugu Gucerat ulusu, Hint uluslarindan sadece biri. Ama Gucerat`tan ayri, standart Hintce konusanlar da var. Bunlar baskent Yeni Delhi civarinda ve Kuzey Hindistan`daki Ganj nehri boyunca yogunlasmis durumdalar. Ayrica Delhi ile Banglades arasinda Dogu Hintlileri (Bihari-Oriya grubu) var. Nobel ödülü sahibi yazar Naipul, Bihari grubundan. Mumbai cevresinde ise yine büyük bir Hintli grubu olan Marathi`ler var. Bunlarin her birinin büyüklügü Türkiye kadar ve her bir alt öbegin icinde Brahmanlar da var, Müslümanlar da.

Modi`nin iktidara gelisi ile birlikte catismanin Hindistan`da ana etnik fay hatti olan Brahman Hintlilerle, Müslüman Hintliler arasinda cereyan etmesi bekleniyor. Modi`nin standart Hintli degil, Gucerat olusu belki hafifletici bir etken olabilir. Ayrica Modi, bizim Erdogan`in iktidara geldigi zaman söyledigi gibi "Ben degistim" de diyebilir. Ama yine de ortada olan bir gercek var: Brahman Hintlilerle, Müslüman Hintliler arasinda 20. yüzyilda unutulmasi icin en azindan yüz yil gecmesi gereken korkunc seyler yasandi. Ayni Hirvatlar, Bosnaklar ve Sirplar arasinda yasandigi gibi ve Modi bir siyasi figür olarak bu catismanin anilarini canlandiracak seyler söylüyor.

Ilginctir, bu konuya daha önceki yazilarimda da deginmistim: toplumlarda en acimasiz catismalar aslinda farkli etnik gruplar arasinda degil, daha ziyade ayni etnik grup icinde dinsel veya baska bir nedenle ortaya cikan ayriliklar nedeniyle yasanmaktadir. Farkli etnik gruplar ise daha ziyade birbirini cekmektedir.

Ve catisma daha cok Türkler, Japonlar ve Özbekler gibi Altay uluslari icinde degil de, daha ziyade Hint-Avrupa uluslari icinde ortaya cikmaktadir. Yani Hint-Avrupa uluslarinin kendi türünden olana saldirma, kendi kardesinin kanina girme icgüdüsü daha fazladir.

Iste Hindistan`da ana etnik fay, strandard Hintce konusan 1 milyarlik büyük ulus icinde Müslümanlik-Brahmanizm celiskisi biciminde ortaya cikti. Bu celiski o kadar siddetli idi ki, Hindistan üce parcalandi. Aralarinda hâlâ Kesmir gibi cözülmemis sorunlar var. Bu sorunun kisa zamanda cözülecegi de yok. Cünkü Kesmir, Kibris`tan daha cetrefilli bir konudur. Kibris`ta hic olmazsa sinir vardir. Kesmir`de ise dogru dürüst sinir bile yoktur. Milyonlarca insan bu topraklarda, hangi devlete ait oldugunu bilmeden yasamaktadir.

Simdi baslangictaki soruya geri dönüyoruz: Böylesine karmasik ve devasa bir toplumda nasyonalizm büyük bir kumar degil mi? Acaba halk hangi etkenlerin zorlamasiyla, hem de büyük bir cogunlukla, nasyonalizme yesil isik yakti? Ülkede 850 milyon Brahman Hintli ile, 150 milyon Müslüman Hintli arasindaki ayni sönmüs bir volkan gibi uykuya yatmis gibi görünen celiskiler, bu iktidarla birlikte daha da siddetlenmeyecek midir? Ve bu siddetlenme, dünyada taslarin yerinden oynamasina yol acmayacak midir?

Bu konuya devam edecegim.

28 Nisan 2014 Pazartesi

Bati, Cari Acigin Sürmesinden Yana

Cari acik Türkiye`nin zayif noktasi oldugu icin Türkiye`yi kontrol altinda tutmaya calisan Bati ülkeleri, ülkenin gelecekte de cari acik vermesi icin var gücleriyle calismaktadirlar. Bu nedenle özellikle Avrupa Birligi`nin, ama ayni zamanda daha düsük ölcekte de olsa, ABD`nin amaci, Türkiye`ye giren yabanci sermayenin üretim sermayesine dönüsmesinin engellenmesi, dolayisiyla cari acigin devam ettirilmesidir.

Cari acik, Türkiye`nin denetlenmesi icin Bati`nin elinde bulunan önemli bir politika bilesenidir. Bati bundan neden vazgecsin?

Bati`nin cikarlariyla kendi cikarlarini özdeslestirmeyi basaran bir avuc büyük holding patronu icin de cari acigin kapatilmasi, bunun icin marka yaratmak, üretim sermayesini güclendirmek; bütün bunlar, hem fazladan bir külfet hem de Bati`nin cikarlarina ters düsecegi icin zararlidir. Bu kapsamda Erdogan`in ortaya attigi, Türkiye`nin kendi araba markasini yaratmasi gerektigine iliskin görüs, Koc Grubu tarafindan isteksizlikle, hatta yüz burusturmasi ile karsilandi. Erdogan hükümetinin marka yaratmak amaciyla, üretim sermayesinin desteklenmesi, faizlerin düsürülmesi, döviz fiyatinin artirilmasi dogrultusunda her adim atisinda, bu direnc artacak, yüz burusturmalari yerini acik acik söylenmelere birakacaktir. TUSIAD ile Erdogan hükümetleri arasindaki cekismeye bu acidan bakmakta fayda var.

Buna benzer bir olay gecmiste de yasanmisti. Üniversitede ögretim görevilisiyken "Devrim" adi verilen yüzde yüz yerli bir araba ürettirmeye calisan Erbakan, iktidara geldikten sonra da büyük sermayeyi bu yönde tesvik etmis, ama her defasinda büyük bir direncle karsilasmisti. Otomotiv firmalarinin fahis kârlarini kontrol altina almak icin kullanilmis araba ithalatini serbest birakmaya kalkistiginda ise büyük sermayeden tepki almis, Erbakan`i iktidar yolunda desteklemis olan Sabanci bile "Bu yapilan yanlis oglu yanlistir" demisti. Erbakan`in 1998 yilinda iktidardan post modern 28 Subat darbesi ile uzaklastirilmasinin nedenlerinden biri de Erbakan`in büyük sermaye ile giristigi bu kavgadir. 

O zamanlar Erbakan politikalarinin üretimi destekleyici özelligine o kadar karsi cikan büyük patronlar, bugün de üretim sermayesinin önemli bir kesimini elinde bulundurmaktadirlar. Yani üretim sermayesi, bizzat kendisinin bagimsizlasmasina yol acacak her cesit projenin karsisina dikilmektedir. Celiski tam da bu noktadadir. Bugün araba markasi yaratilmasi önerisine isteksiz bakan Koc Grubu, günde 4000 camasir makinesi üretebilen fabrikalarin sahibidir. Ve üstelik bu fabrikalarin müdürleri, Bati`ya verdikleri röportajlarda, AR-GE calismalarina, bagimsiz teknolojiye verdikleri önemi defalarca dile getirmektedirler. Bir ülkenin kendi teknolojisini üretmeden, disaridan ithal edilen teknoloji ile bir yere gidemeyecegini ifade etmektedirler.

Aslinda Erbakan-Erdogan türü politikacilarla büyük sermaye arasindaki catisma, teknolojinin üretimi konusunda degil, daha ziyade üretim modeli üzerinde cereyan etmektedir.

Türkiye`deki büyük sermaye gruplarinin üretim modelinde, üretimin girdi mallari ithalatla temin edilmektedir. Üretim sermayesi Türk Lirasi kredi ile degil, döviz kredisi ile beslenmektedir. Girdi ile cikti, döviz üzerinden bilancoya yansidigindan üretim sürecinde kur riski en aza indirilmektedir. Dolayisiyla bu üretim, Türk ekonomisinin kronik sorunlari olan para darligi, yüksek faiz ve düsük döviz fiyatlari ile savasmak zorunda kalmamaktadir. Zaten büyük holdinglerin hemen hepsinin bu amacla kullandiklari bankalari, bu bankalarin yurt disinda konuslandirilmis yavrulari ve gruplarin dünyanin dört bir yanina dagilmis Off Shore sirketleri vardir. Dolayisiyla yüksek faiz-düsük döviz fiyati onlarin üretimini bogmamaktadir. Aksine bankalarinin yurt icine kredi kartlari vs ile fahis faizlerle tüketici kredisi vermesini sagladigi icin disaridan döviz kredisi temini onlar icin faydalidir da.

Yüksek faiz, para kitligi, düsük döviz fiyati; yurt disindan döviz kredisi kullanamayan icerideki Anadolu sermayesini, ihracatci kücük sermayeyi vurmaktadir. Bunlar iflasa sürüklendikce, siddetlenen sinif catismasi, Erdogan hükümetlerine oy potansiyeli olarak geri dönmektedir.

Dolayisiyla büyük sermaye ile Erdogan hükümetlerinin catismasinin aslinda bir ekonomik temeli vardir. Yukarida kisaca özetlenen yüksek faiz, düsük döviz fiyati, para darligi ve issizlik seklinde özetlenebilecek ekonomik model (diger bir anlatimla Kemal Dervis modeli) , Türkiye`de 1- Tekellesmeyi hizlandirmakta, 2- Yerli sermayeyi cökertmekte, 3- Issizligi konjontürel olmaktan cikarip kroniklestirmekte, 4- Ihracati ithalata bagimli hale getirmekte, 5- Cari acigin yapisallasmasina neden olmaktadir. Erdogan, bu modelle basinin hos olmadigini defalarca ifade etti. Buna ragmen AKP bu modelle neredeyse 12 sene beraber yasadi ve ondan nemalandi.

Bütün bunlari bir önceki yazimda da belirtmistim.

Bu noktada belki sorulmasi gereken soru sudur: Bati ve onun yerli peykleri neden böyle bir modeli tercih etmektedirler? Neden Türkiye`ye pek de hoslanmadigi "yüksek faiz-cari acik" ülkesi olma rolü dayatilmaktadir?

Soruya söyle cevap verilebilir. Böyle bir dayatma, dünya ekonomik sisteminin yüksek faiz ülkelerinin varligini zorunlu kilmasindan kaynaklanmaktadir. Dünya ekonomik sisteminin bugün icin baska sekilde var olmasi zordur. Hatta imkânsizdir.

Diger bir deyisle üretim bütün ülkelerde yayilmayip belirli bölgelerde sinirli kalmak zorunda. Üretim dünya geneline yayilmiyor. Belirli ülkelerde üs seklinde yapiliyor. Bugün icin üretim sermayesinin yogunlastigi ülkeler Cin, Banglades, Hindistan, Filipinler ve Vietnam gibi emegin fiyatinin düsük tutuldugu ülkelerdir. Yüksek faiz ülkeleri ise Türkiye, Brezilya, Rusya, Endonezya`dir. Üretim sermayesinin yogunlastigi ülkelerde neredeyse 2 milyar, yüksek faiz ülkelerinde ise yaklasik 800 milyon insan yasamaktadir. Türkiye bu rol paylasimini degistirecek güce su an icin sahip degildir.Ama Türkiye bu rolü oynamaktan dolayi resmen aci cekmektedir.

Pekiyi neden böyle bir rol paylasimi zorunlu hale gelmektedir? Hangi mekanizma buna yol acmaktadir?

Bu sorunun cevabi, kapitasit kredi mekanizmasinda gizlidir. Üretim devam ettikce, üretilen malin paraya dönüsmesi zamana ihtiyac duyar. Ayni zamanda özel mülkiyetten kaynaklanan gecikmeler ve gecici tikanmalar olur. Kredi mekanizmasi bu gecici tikanikliklarin asilmasi icin devreye girer. O nedenle üretim sirasinda her an üretim sürecine katilmak icin bekleyen bir fazla para (mali sermaye) üretim birimlerinin kullanimina hazir tutulur. Cin gibi bir üretim üssünde bu fazla parayi yaratmak icin döviz fiyati daima olmasi gerektiginden biraz daha yüksek tespit edilir. Yani döviz daima pahali, yerel para cinsinden para ise her zaman ucuz ve boldur. Bunu saglamak icin ihracat fazlasi döviz ülke icine sokulmaz, yurt disinda döviz olarak bekletilir. Cin ekonomisinin döviz fazlasi, Amerikan bankalarinin nezdinde Amerikan hazine bonolarina dönüstürülür.

Ancak Amerikan ekonomisinde bir sekilde. kriz nedeniyle, simdi oldugu gibi, faizler düsmek zorunda kaldiginda, Amerikan ekonomisinde temerküz eden bu fazla sermaye, Türkiye, Brezilya ve Rusya gibi yüksek faiz ülkelerine dogru seyahate cikar.

Fakaaat:

1- Bu seyahate cikan para, asla üretim sermayesine dönüsmez. Cünkü üretim sermayesine dönüsürse ihtiyac halinde geri cekilemez. Öyle seyyal olmalidir ki,cikmak istediginde en hizli vasitalarla sahiplerinin kullanimina hazir tutulabilsin. O nedenle "fazla", hep nakit para veya borc senedi seklinde var olur.

2- Bu fazlanin elde ettigi faiz, kar optimizasyonu cercevesinde olabilen en yüksek faiz olmalidir. Bunun nedeni sadece kapitalist kâr hirsi degildir. Bunun ayni zamanda cok gecerli bir teknik nedeni daha vardir. Faiz, Cin gibi ülkelerin üretim sermayesinden elde ettigi "fazla"ya ayak uydurmalidir. Dolayisiyla Cin gibi ülkelerde ekonominin ürettigi "fazla" kadar, sermaye ithal Türkiye gibi ülkeler de "acik" vermek zorunda kalirlar.

3- Cin gibi ülkelerde döviz ülke sinirlarindan iceri giremez. Yani ülke icinde yerel paraya dönüsmez. Döviz rezervleri merkez bankalari tarafindan yabanci ülkelerdeki banka hesaplarinda tutulur. Türkiye gibi ülkelerde ise ekonomiye serbestce girer ve derhal yerel paraya dönüstürülür. Yabancilarin eline gecen Türk Parasi, hazine bonolarina veya devlet tahvillerine yatirilir. Böylece Türk Lirasi yeniden hükümete geri dönmüs olur Hükümet eline gecirdigi bu parayi mali disiplin cercevesinde piyasadan ceker. Dolayisiyla ülkede giren dövizin karsiliginda ilave bir miktar Türk Parasi piyasadan cekilmis olur. Ekonominin boynundaki ilmik biraz daha sikilir. Faizler dalga dalga yükselir, döviz fiyati düstükce düser. Faizin yükselisi ülkedeki yerel para cinsinden sermayeyi ve üretimi biraz  daha da bogar, öte yandan ilave giren paranin üretimde kullanilmasini engeller. Onun yerine varlik fiyatlari artar.

4- Artan varlik fiyatlari, yabanci sermayenin girdigi ülkelerde hükümetleri yüksek faizi ödemek icin bir sekilde özellestirme yapmaya zorlar. Bu nedenle cari acik ülkeleri, ayni zamanda yogun olarak özellestirmelerin yapildigi ülkelerdir.

5- Yine de faizin ödenmesi, özellestirmelerden cok halktan toplanan vergilerle yapilmaktadir. Verginin ödenmesi icinse, ülkenin bunu bir sekilde kazanmasi gerekir. Faiz ülkeyi fakirlestirince o ülke faizi ödeyemez geleceginden ve bu ise bir kisir döngü yaratarak ülkenin daha yüksek faizlerle kredi bulmasiyla sonuclanacagindan, ülkenin iflasa sürüklenmesini önlemek icin yüksek faiz ülkelerinde yerli üretim hicbir zaman sifirlanmaz. Hatta asgari ölcülerde desteklenir, ki ülke faiz ödeyebilecek kadar üretim yapabilsin. Ama hicbir zaman da disaridan krediye ihtiyac duymayacak kadar sermaye biriktirmesine izin verilmez. Üretimden elde edilen birikim faiz olarak yurt disina cikarilir. Ancak üretim sermayesinin asgari ihtiyaclari kadar yurt icinde birakilir.

Fakat bütün mekanizma burada kendini bitirecek bir zayifliga sahip. Cünkü üretim sermayesinin mantigi geregi, belirli bir asamadan sonra, ülkenin kendi teknolijisini üretmesi, marka yaratmasi ve basina buyruk hareket etmesi kacinilmaz hale gelir. Türkiye an itibariyle bu asamada bulunuyor.

Erdogan hükümetleri üretim sermayesini destekler gibi görünüyor. Erdogan hükümetlerinin su an icin bu celiskiyi cözmek konusunda buldugu formül, Türkiye`de üretim sermayesinin yurt disinda, özellikle Afrika`da faaliyet göstermesi seklinde ortaya cikmaktadir. Yani Türkiye`de faizi yüksek olarak birakip, üretim yapmak isteyen Anadolu sermayesine Afrika`nin yolunu acmak gibi bir strateji. Cumhurbaskani Gül`ün "Türkiye`nin findigi, Ghana`nin kakaosu ile iyi gider" seklinde "veciz" bir sekilde özetlenen strateji.

Bu strateji ile aslinda su demek isteniyor: Tamam, Türkiye yüksek faiz ülkesi olarak kalsin. Ama lütfen bizim de üretim yapmamiza izin verin ve bizim Afrika`ya acilmamiza ses cikarmayin. Kürtlere önerilen emperyalist ortaklik formülü de iste bu ekonomik temele dayandirilmaktadir. Bati henüz bu stratejiyi onaylamis degil. Ama fazla da itiraz etmiyor gibi. O nedenle AKP`li bir takim girisimcilerin, Kongo`da magaza actigina tanik oluyoruz. Ama modelin fazla umut vaad etmedigi de, özellikle AKP-Cemaat kavgasindan bu yana, ortada.

Her sey bir yana, AKP`nin bu konudaki caresizligine CHP`nin nasil baktigi önemlidir. AKP`nin bu konudaki tikanma noktasindaki caresizligine, CHP, üretim sermayesinin Türkiye`de desteklenmesi, bu yolla insanlara yeni is imkâni yaratilmasi seklinde politikalar gelistirerek yanit veriyor mu? CHP bu konudaki büyük oy potansiyelini görüyor mu?

Gecenlerde tikanan modelin yaraticisi Kemal Dervis, CHP`ye Türkiye`de üretim sermayesinin desteklenmesi icin politikalar gelistirmesi tavsiyesinde bulunmustu. CHP bunu dikkate aldi mi? Tabii ki hayir. Cünkü CHP, kendisi ile büyük sermayenin arasini acacak böyle bir politika degisikligi riskini su anda alamaz. CHP bu asamada büyük patronlarin kollarinda yari baygin uyumayi tercih eder. Sonucta reformist parti rolünü yeniden AKP`ye birakir.

AKP de bu noktada bocaladigina göre yeni bir siyasi partinin ortaya cikmasi mukadder görünüyor. Yeni bir siyasi parti, Bati ile Türkiye`nin yeni pazarliklarin sonucu olarak gelisecektir. Türkiye bu konuda önemli bir koza, Israil`in giderek artan Arap baskisinda karsi korunmasi opsiyonuna sahip. Kibris üzerinden gerceklesen Türkiye Israil ortakligi bu konuda bize yeni ipuclari sunuyor.


20 Nisan 2014 Pazar

Türkiye`nin Cari Acik Sorunu

Türkiye bir sekilde cari acigini sona erdirmek zorunda. Hatta buna mahkum, bile denebilir. Dogal kaynaklari olmayan Türkiye gibi bir ülkenin cari acikla devam etmesi asagida aciklanan nedenlerden dolayi zordur:
1-     Cari acik, ülke ekonomisinin varligini devam ettirmek icin disardan para girisine ihtiyac duymasi demektir. Ama giren her döviz, eger buna uygun bir sekilde döviz cikisi ile karsilanmazsa, ülkenin ekonomik dengelerini etkiler. Dövizin nispeten bollasmasina ve yerel paranin piyasadan cekilmesine, diger bir deyimle kitlasmasina neden olur. Hükümet bu kitligi düzeltmek icin para basarsa, ülkede enflasyon ve dolayisiyla fiyatlar yükselir. Bu fiyat yükselisi ülkede özellikle girdi fiyatlarini etkileyerek daha cok bir maliyet enflasyonu biciminde ortaya cikar. Talep enflasyonu ise yükselen fiyatlar karsisinda talebin azalmasiyla birlikte nispeten ülkeyi daha az etkiler. Ama fiyat artislarina emek piyasasi da katilirsa, yani hükümet sosyal yardimci bir politika izlerse enflasyon talep enflasyonu karakteri kazanir ve enflasyon giren her dövizle birlikte azarak sarmal bir yapi kazanir. 2001 krizine kadar hükümetlerin kisa sürmesi ve her seferinde duvara toslamasinin nedeni budur. Erdogan hükümetleri bunu yapmadiklari icin ekonomi yönetiminde kismî basari elde ettiler.
2-     Hükümet eger para basmaz, simdiye kadarki Erdogan hükümetlerinin yaptigi gibi mali disiplin tedbirleri uygularsa, o zaman kacinilmaz olarak ülkede yerel paranin kitligi devam eder ve bunun sonucunda faizler yükselir. Zaten gelen yabanci sermayenin istedigi de budur. Yani faizlerin yükselmesi sayesinde kisa zamanda yüksek getiri elde etmek. Bunun yolu borsada Türk hisse senetlerine veya tahvil piyasasinda Türkiye tahvillerine portföy yatirimi yapmaktir. Ülkeye giren sermaye tamamen mali sermaye seklindedir. Kolay kolay üretim sermayesine dönüsmez. Borsada yabancilar bu nedenle en cok banka hisselerine ilgi gösterirler. Sanayi sirketlerine degil. Cünkü amaclari yüksek faizden yararlanmaktir.
3-     Öte yandan yüksek faiz ülkede yerel para cinsi üzerinden yatirim yapilmasini güclestirir. Bu nedenle yatirimlar daha cok döviz kredisi ile yapilir. Ülkenin ihracat sektörü, döviz kredisiyle yaptigi yatirimin sonucunda ürettigi mallari yine döviz üzerinden disariya satar. Türkiye`de ilk iki dönem Erdogan hükümetleri bu ekonomik politikayi uyguladilar. Ancak ihracat sektörü yine de rahat olamadi. Cünkü döviz kredisi bankalar araciligiyla veriliyordu. Bankalar da daha cok mali yapisi güclü sirketlere kredi veriyordu. Bu ise sektördeki tekellestirmeyi hizlandiriyordu. Özellikle kücük isletmelerin döviz kredisine ulasmasi bu nedenle hep zor olmustur ve bu politika ihracat sektöründe tekellesmeyi artirmistir.
Döviz kredileri, daha ziyade, ülkeye gelen yabanci sermayenin yerli ortaklari ile birlikte üretim yapmayi secmesi, sadece portföy yatirimi yapmamasi durumunda yatirimlarin kolayca yapilabilmesini saglamak icin bir arac olarak kullanilmistir. Bir de bu tür krediler Koc, Dogus ve Sabanci gibi yerel sermaye gruplarinin isine yaradi. Bu gruplarin zaten kendi bankalari vardi. Grup bankalarinin disardan bulduklari sendikasyon kredileri, grup sirketlerine kredi vermekte kullanilabiliyordu. Tabii ki Türkiye Bankalar Kanunu`nin cizdigi sinirlar dahilinde oluyordu bu. Ama böyle de olsa sonucta döviz kredileriyle Türkiye`nin ihracat sektörü gercek anlamda büyüyemedi. Anadolu sermayesi hep ac kaldi. Erdogan, büyük holdinglere karsi düsmanlik politikasi güderek, Anadolu sermayesinde biriken bu öfkeyi, siyasi arenada oya dönüstürmesini bildi. Yani bir bakima kendi politikasinin olumsuz sonuclarini bile kendi lehine kullanabilmistir.
4-     Sonucta döviz kredileriyle bir nebze asilmaya calisilsa da yüksek faizin ülkenin ihracat sektörü üzerinde baski yarattigini ve bu baskinin özellikle kücük isletmeler üzerinde etkili oldugunu belirtmek gerekir. Döviz kredisi alamayan kücük isletmeler, kacinilmaz olarak yatirimlarini Türk Lirasi üzerinden sekilendirmek zorunda kaliyorlar, bu da maliyetlerin yüksek cikmasina neden oluyordu. Sonucta Türkiye dis pazarlarda hicbir zaman fiyat avantaji acisindan Cin`i veya Hindistan`i yakalayamiyordu. Ic pazardaki maliyet sorununu asmak icin büyük gruplar girdilerini disardan karsilamaya basladilar. Bu da ülkede ihracatin icindeki ithalat oranini artirdi. Yani ihracatin cari acigi kapatma islevi azaldi, hatta sifirlandi. Cari acik kapatilabilir olmaktan cikti, yapisal bir karakter kazandi. Zaten ülkeye giren yabanci sermayenin istedigi de, bir sekilde ülkenin kendilerine olan bagimliligini pekistirmektir. Erdogan hükümetleri sayesinde isin bu kismi cok güzel basarildi. Erdogan ve Ali Babacan o nedenle yabanci sermayenin yildizi oldular.
5-     Bu arada yüksek faiz-ucuz döviz politikasinin sonucu olarak, ülkede yerel para cinsinden yatirimlarin güclükle yapilabilmesinin; ekonomideki issizlik sorununun, ayni cari acik sorunu gibi yapisal karakter kazanmasina yol actigini belirtmek gerekir. Türkiye`de issizlik Erdoagan hükümetleri zamaninda hep %10`lar seviyesinde kaldi. Hatta son zamanlarda %10 tabanina oturdugunu bile söyleyebiliriz.
6-     Erdogan hükümetleri dönemindeki ekonomik panaromanin ana bilesenleri bu anlatilanlar temel alinarak daha rahat görülebilir. Bunlar 1- Cari acik, 2- Yabanci sermaye girisleri ve artan portföy yatirimlari, 3- Mali disiplin ve enflasyonun siki para politikasiyla baski altina alinmasi, 4- Yüksek faiz, 5- Bogulan yerel sermaye ve gücsüzlesen ihracat sektörü, 6- Issizlik, 7- Ihracatin ithalata bagimli hale gelmesi ve cari acik sorununun yapisallasmasi olarak siralanabilir.
7-     Ama iste bir sekilde ekonomik gercekler kendilerini hissettiriyor. Cari acikla bir ülkenin bir yere kadar ilerleyebilecegi gün gectikce daha cok ortaya cikiyor. Bir kere cari acikla ülke hicbir zaman %5`in üzerinde büyüyemez. Cünkü yukarida aciklanan faktörler ülkenin sürekli olarak daha yüksek oranlarda büyümesini engeller. Hatta bir ileri bir geri konumuna bile gelinebilir. Üstelik ülkenin ihracat sektörü kalitesizlesir. Ülke disardan aldigi mali, isleyerek satan ikincil bir ülke olur. Yeni marka yaratamaz. Yarattigi markalari koruyamaz. Bir seyi en iyi üreten ülke hicbir zaman olamaz. Bu tür ülkelerde daha ziyade turizm ve insaat gelisir. Cünkü turizmin girdi mala olan bagimliligi daha azdir. Ayrica bu is kolu (yani turizm ve insaat sektörleri) birbirini destekler. Turizmle birlikte lüks konut insaati da hizlanir. Ama ülke, tamamen, dünyadaki basat gelismeleri kenardan izleyen ikinci sinif bir ülke olur. Portekiz, Ispanya, Italya, Yunanistan`dan sonra Türkiye de bu kategoriye sokulmaya calisildi. Erdogan hükümetleri ve Cemaat birlikte bir süre bu modeli denediler. Ama olmadi.
Neden? Türkiye neden bir Ispanya veya Italya gibi, olaylari kenardan izleyen, baskalari güldükce gülen, baskalari agladikca aglayan bir ülke olmasin? Türk insanina yetmiyor mu bir Italya veya Ispanya`da yasamak?

Yetmez olur mu? Artar bile. Ama sorun da bu zaten. Türkiye, henüz yukarida sayilan ülkeler gibi refah acisindan doygunluk siniri olan kisi basina USD25.000.-lik seviyeye gelememistir. Bu ülkelerle arasinda en azindan USD7.000.-`lik bir fark bulunmaktadir ve bu fark ülke yapisal degisim gecirmeden kapatilamayacak boyutlardadir. 
Türkiye`de su anda kisi basi gelir düzeyi USD18.000.- civarindadir. Ispanya ve Italya`da ise bu düzey USD30.000.-`nin üzerindedirler. Portekiz ve Yunanistan`da ise USD25.000 ile USD30.000 arasindadirlar. Ayrica Türkiye`nin nüfusu hepsinden büyüktür. Yani Türkiye istese de bu modele sigamaz.
Bu konuda yazmaya devam edecegim.


Not: Ülkelerin kisi basi gelir düzeyleri Dünya Bankasi`nin 2012 yilina ait „Gross national income per capita 2012, Atlas method and PPP“ adli listesinden alinmistir. Satin alma gücü paritesine göre hesaplamayi iceren Purchasing Power Parity (yani PPP) yöntemi, ülkeler arasi gercekci bir karsilastirmayi mümkün kilan su anda mevcut tek yöntemdir. Bu yöntemler, kayit disi ekonomiye sahip Türkiye gibi ülkelerin gercek düzeylerini anlamamiza yardimci olur. Türkiye`de kayit disi ekonomi su anda %40`lar civarindadir. Kayit disi ekonomiyi dikkate almayan, yani hesaplamayi resmi veriler üzerinden yapan Atlas methosuna göre Türkiye`de kisi basi gelir USD10.000`lar seviyesindedir. Bu rakam tabii ki Türkiye icin gercekci olmaktan uzaktir. (10.000 ile 18.000 arasindaki fark, kayit disi ekonominin payidir.)


5 Nisan 2014 Cumartesi

Cumhurbaskanligi secimleri

Aslinda bütün matematiksel oy hesaplari, Erdogan`in Cumhurbaskanliginin tam anlamiyla "ortada" oldugunu gösteriyor. Kaba matematikle Erdogan`a yerel secimlerde 19 milyon kisi oy verdi. Cumhurbaskani olabilmek icin ise 22 milyon oy gerekiyor. Yani daha bastan 3 milyon oy eksik. Türkiye`de oy kullanan insanlarin cogu Erdogan`a karsi.

Geri kalan 3 milyon oy, aslanin agzinda. Bu oy Kürtlerden gelebilir. Ama bunun icin Kürtlerin özerkligine kapi acmak gerekiyor. Böyle bir kapi acisin imasi bile Erdogan`in Kürtlerden gelecek oy kadar, MHP`ye dogru milliyetci ve muhafazakâr Türklerden oy kaybetmesi anlamina gelir. Dolayisiyla "özerklik" meselesi iki tarafi keskin olan bir bicaktir. Getirdikleri ve götürecekleri en iyi ihtimalle birbirine esittir, götüreceklerinin daha fazla olmasi da mümkündür.

Eger bu yol tercih edilise, yani cumhurbaskani olabilmek icin Erdogan Kürtlerle müzakere yürütürse, son ana kadar Kürtler kendisinden taviz koparmaya calisacaktir. Dolayisiyla Erdogan`la Kürtler arasinda bir borclu alacakli iliskisi kurulmus olacaktir.

Sadece bu "borclu" olma durumu bile AKP`nin MHP`ye Cumhurbaskanligi yolunda oy, daha dogrusu kan kaybetmesi sürecinin devam etmesi demektir. Onlara verilen her taviz, MHP`ye dogru AKP`den yeni bir blok oyun cözülmesi anlamina gelecektir. Ama bunun disinda verilen her taviz, bir sonraki tavizin kapisini actigindan, bir sonraki taviz icin baski siddetlenecek, bu nedenle Kürtlerden beklenen oy, bir türlü istendigi ölcüde gelmeyecektir. Gelse bile, ödünc verildigi icin ilk dönemecte yeniden anavatanina geri dönecektir.

Dolayisiyla özerklik meselesini geciniz bir kalem. Kürtlerden gelecek destekle cumhurbaskani olma projesinin zemini o kadar oynaktir ki, böyle bir zemin üzerinde bir siyasetcinin strateji belirlemesi zor, hatta imk^nsizdir.

Kürt acilimi AKP tarafindan maalesef toplumsal bir konsensüs anlayisi ile degil, ic politika malzemesi yapilarak yürütüldü. Acilimin daha basinda destek vaadiyle CHP`nin uzattigi el, Erdogan tarafindan tiksintiyle itildi. O noktadan sonra Kürt aciliminin ic politika malzemesi olarak kullanilmasi kacinilmazdi.

Erdogan bunu CHP`nin isin icine karismasini ve acilimin sayesinde Kürtlerden oy almasini önlemek icin yapti. Ama o noktada CHP-AKP isbirliginin yapilamamasi, Kürtleri karar verici azinlik konumuna getirdi.

Karar verici azinlik olmanin müthis bir toplumsal maliyeti vardir. Cünkü cogunlugun baskisini bu durumda üzerlerinde daha cok hissederler. Üstelik Türklerin kendi aralarinda anlasma olmadan, iclerinden bir kesiminin onlara verdigi taviz, digeri tarafindan en kisa zamanda geri alinir.

Bu nedenle bu tür köklü degisimler, bir toplum projesi olarak, toplumsun her kesiminin az veya cok destekledigi, desteklemeyenlerin ise marjinalize edildigi bir tarzda yürütülmelidir

Ama gelin görün ki, gelinen bu noktada Türk siyasetinin uzlasmaz celiskileri Kürtlerin en dogal haklarini ister istemez Türkiye politika arenasinin bir pazarlik ve denge unsuru haline getiriyor. Haklarin verilip verilmemesi bu pazarligin sonucunda karar baglaniyor.

Sonucta haklarin verilmesi gecikiyor ve bir haksizlik izlenimi doguyor. Bu izlenim de terörizmi beslemeye devam ediyor.  PKK terörünün yeniden baslamasi olasiligi toplumun üzerinde Demokles`in kilici gibi sallanmaya devam ediyor ve Kürt siyasetciler de bu tehdidi bir politika malzemesi olarak her firsatta kullaniyorlar.

Dolayisiyla büyük bir ihtimalle Kürtlerin haklarinin taninmasi konusu, önümüzdeki 4 aylik kisitli zaman süreci icinde karara baglanamayacak. Erdogan elindeki muhafazakâr olup MHP`ye kayma ihtimali olan Türk oylarini kaybetmemek, öte yandan Kürtlere de sirin görünmek icin belagat sanatina siginacak, bir öyle bir böyle diyecek ve Kürtler nezdinde Cumhurbaskani olursa onlara daha rahat taviz verecegi izlenimi yaratarak durumu idare etmeye calisacaktir. Bunun sonucu olarak Kürtlerden Erdogan`a tam destek hicbir zaman cikmayacaktir. Destek gelse bile bu, destek almak icin onlara verilen taviz oraninda Erdogan`in kendi tabanindan oy kaybetmesiyle sonuclanacaktir.

Yani o eksik olan 3 milyon oyun nasil elde edilecegi sorusu yine ortada duruyor.

Arinc`in yaratmaya calistigi "Erdogan`a Cankaya yolu acik" algisi da gercekle bagdasmiyor.

Ama öte yandan Erdogan özellikle Cemaat tarafindan cumhurbaskanligina dogru âdeta "itiliyor". Yolsuzluk dosyalari bunun en belirgin göstergesi. Erdogan`in kendi yarattigi ve keskinlestirdigi celiskiler yüzünden toplumu bir bes sene daha yönetemeyecegi ortada. Bu durumda en akilci secenek, Gül`ün olasi bir basbakan adayi olarak Cankaya`dan inmesi ve Erdogan`in ise aldigi %43,3`lük destek oyu`na ragmen, âdeta yangindan kacarcasina Cankaya`ya siginmasidir.

Bununla birlikte bu alternatif, mevcut oy paylasiminda ancak ikinci turda mümkün görünüyor. Erdogan`in ikinci turda secilmeyi icine sindirmesi güc görünüyor.

Geldigimiz noktada Gül, hem basbakan hem de cumhurbaskani adayi olarak, Erdogan`dan daha güclü konumdadir. Cumhurbaskanligina adayligini koymasi durumunda toplumun cogunlugu tarafindan secilmesi daha olasidir. Öte yandan basbakan olarak meydanlara inse de hem demokrat kamuoyu tarafindan daha cok kabul görecek, hem de Kürt aciliminda toplumun ihtiyac duydugu konsensüs arayisinda CHP`yle daha rahat müzakere edebilecektir.

Yani teraziye vurulsa, Gül`ün cumhurbaskanligi mi, yoksa basbakanligi mi Türkiye`ye daha gereklidir diye, Gül`ün basbakanliginin daha cok tercih edilecegi aciktir. Bir kere her seyden önce laik-demokrat kamuoyu Erdogan`in hakaretlerinden ve asagilamalarindan kurtulacaktir. Iclerinde Kürt acilimina taraftar olanlar, bu egilimlerini daha rahat ortaya koyabileceklerdir. Gezi türü toplumsal patlamalarin olasiligi azalacaktir.

Ama ne gariptir ki, Gül`ün basbakanligi önündeki en büyük engel, Erdogan`in ilk turda Cumhurbaskani secilemeyecegi gercegidir.

Bu durumda Erdogan ilk turda cumhurbaskani secilemeyecegini anlayinca, basbakan olarak yoluna devam etmek isteyebilir. O zaman da Türkiye kaldiramayacagi bir toplumsal gerginlik ve catisma olasiligiyla ve yolsuzluk haberleriyle patlarcasina dolu bir gündemle basetmek zorunda kalacaktir.

Akla yine MHP geliyor. MHP, Erdogan`a ihtiyac duydugu eksik oylari saglayabilir. Ama bunun icin de Erdogan`in Kürt acilimi aleyhine söylem gelistirmesi sart. Ya da bu konuda hicbir sey söylemeyip konuyu kendisinden sonraki AKP hükümetine birakmasi ve bu netameli konudan Cumhurbaskanligi secimi süresince uzaklasmasi gerekiyor. Iste o zaman MHP ve Cemaat, birlikte Erdogan`i cumhurbaskanligina tasiyabilirler.

Yani aslinda cumhurbaskanligi secimi süreci, sanilanin aksine daha catismasiz bir sekilde kendi yolunda ilerleyebilir. Fakat bunun icin gerekli olan, Erdogan`in dilini tutup insanlari kizdirmaktan vaz gecmesidir.

Bunu yapabilecek mi? Siyasi ömrünü catisma meraki yüzünden kendi elleriyle kisaltmis ve toplumun lideri konumunu bu nedenle kaybetmis bir insandan bahsediyoruz. Yapabilir de.

Öte yandan Türkiye`de toplumsal bir konsensüs olmadan Kürt aciliminin basarilamayacagi ortadadir. Bu durumda Erdogan`i acilim denkleminden cikarmak, Bati`nin da tercih edebilecegi bir secenektir. Erdogan acilim sürecinden uzaklastirilabilirse, CHP acilimda daha rahat rol oynayabilecek ve bir türlü ulasamadigi Güney Dogu illerinde daha serbestce örgütlenebilecektir. Bu sürec, AKP`ye güc kaybettirecek, belli. Ama kimse, hatta AKP`nin kendisi bile, cok güclü, yüzde 60`lar düzeyinde bir AKP istemiyor zaten.

Bir de su var: Kürt aciliminin getirdigi catismasizlik ortami topluma derin bir nefes aldirdi. Bu catismasizlik ortaminin sürmesi icin, Gül`ün basbakanliginda Türkiye`de yasayan insanlar modern bir toplum olmanin geregi olan kültürel kimlige saygi konusunda daha esnek davranabilecek ve bu sekilde CHP ve hatta MHP bile, ortak bir konsensüs etrafinda daha rahat birlesebileceklerdir.

Eger Türkiye bunu basarabilirse, ki Bati`nin da böyle bir Türkiye`yi destekleyecegi aciktir, iste o zaman Suriye`deki mülteci kamplarinda kapana kistirilmiscasina, her türlü insani ve tibbî yardimdan uzak yasamak zorunda birakilan ve kendileini ziyaret eden gazetecilere "Biz ölüyoruz burada" diye feryat eden insanlarin yardimina kosulabilecektir.

14 Mart 2014 Cuma

Rusya, Ukrayna`yi Suriye karsiliginda istiyor

Ukrayna konusunda Rusya`nin takindigi tavri, Suriye baglaminda degerlendirmek gerekir. Cünkü Suriye`de ic savasin son dönemecine girildigine dair kuvvetli emareler var ve Rusya Suriye`de kaybedenler safinda yer aliyor.

Ayni sekilde Iran da Suriye`de kaybediyor. Hatta sunu da söyleyebiliriz: Israil, Amerika, hatta bütün Bati Suriye`de kaybedenler safinda bulunmaktadir. Kazanani olmayan bir savas bu. Zaten ilginc olan da, kazanani olmadigindan savasin bir türlü bitememesidir. Rusya ve Iran, öte yandan Amerika ve Israil hepsi bir anda Esat`in iktidarda kalmasi icin gereken ne varsa yaptilar ve Esat rejimi bütün dünya kendisini desteklemesine ragmen cökmeye devam ediyor.

Pekiyi, nasil oldu da Esat üzerinde böylesi bir fikir birligi olustu? Herkes bitmekte olan bir rejimi neden yasatma yarisina girdi. Bunu, zihinlerde cökmekte olanin yerini nasil bir rejim alacagina dair net ve acik bir fikir olusmamasina baglamak yerinde olur. Öte yandan Esat`in gidecegini anlayinca Israil`e ve Bati`ya verdigi gizli tavizleri de bu garip isbirliginin pekistiren nedenler arasinda sayabiliriz. Esat`in cöküsünü tek baslarina önleyemeyen Rusya ve Iran da caresiz Esat`in Bati`ya taviz vermesine razi oldular. Sonucta dünya tarihinde cok az vuku bulan bir sey oldu. Karsit uclar birlesti.

Esat`in cökmesini, daha geri planda düsen petrol fiyatlari nedeniyle Rusya ve Iran`in kan kaybetmesine de baglayabiliriz. Zaten bütün bir Arap Bahari`ni, petrol gelirleri üzerine kurulmus olan dünya düzeninin düsen petrol fiyatlari nedeniyle cözülmesine baglamak mümkündür. Petrol geliri, Arap diktatörlerine, halka baski rejimine katlanabilmesi icin sus payi vermelerine imkân sagliyordu. Ama petrol geliri azalmaya yüz tutunca, diktatörler de eskisi gibi halka bahsis dagitamaz oldular.Sonucta rejimler cözülmeye yüz tuttu.

Ileride petrol fiyatlari düstükce, halka bahsis dagitarak ayakta kalan son rejim olan Suudi Arabistan da kaosun icine cekilecektir.Suriye`de iki taraf savasiyor gibi gözükse de, aslinda savas, düzenle kaos arasinda, devletler sistemi ile terör arasinda cereyan etmektedir. Bu savas bir laboratuar gibi gelecekte kurulacak olan dünya düzeni hakkinda bize ipuclari vermektedir. "Cöken devletler" gercegi aslinda bu gelismelerin ürünüdür. Gitgide daha fazla sayida devlet, kendi topraklarinda hakimiyetini kaybederek, âdeta görünmeyen bir düsmanin elinde kivranmaya baslamaktadir.

Dünya devletler sistemi, cöken devletlerin kara deliginde yutulmamak icin canla basla bu devletleri yeniden dirilmeye, yasatmaya calisiyor. Suriye`de oldugu gibi, birbirine karsit gibi görünen Israil ve Iran`in, Rusya ve Amerika`nin Esat üzerinde fikir birligine varmasinin nedeninin bu oldugu görülüyor.

O nedenle bir ara Esat bütün dünya düzeninin cikmakta olan civisi olarak algilandi. O giderse, Suriye`da Israil`in yanibasinda kara bir delik acilmis olacak ve bu kara deligin Israil`e verdigi zarar, uslandirilmis bir Esat rejiminin verdiginden daha fazla olacakti. Muhtemelen Misir`in, askeri darbe ile Mursi`yi devirmis olan Sisi iktidari da Esat`la birlikte cökecekti. Hatta Misir, simdiden "cöken devlet" kategorisine alindi bile.

Dünya bu nedenle Esat`a dört elle sarilir gibi bir görüntü verdi. Türkiye, Esad´in karsisinda karsi yalniz kaldi. Bu durum bizdeki Israil saksakcisi yorumculara göre Türkiye`nin Suriye politikasinin cöküsü anlamina geliyordu. Oysa durum cok farklidir.

Farklidir. Cünkü Esat üzerinde anlasmaya varmanin hicbir kiymeti harbiyesi bulunmamaktadir. Esat rejimi siyaseten bitmis bir rejimdir. Nitekim bunu cok iyi bilen Putin bir ara "Esad gidebilir" gibi bir laf etmisti. Bu cümlenin Israil`in Türkiye`den özür diledigi günlerde, Türkiye`de söylenmis olmasi, Suriye konusunda bütün dünyanin nasil ortak hareket ettigini göstermesi bakimindan ilginctir. Ama ayni zamanda Putin`in söyledigi bu cümle, Batili devletler, Rusya ve Iran tarafindan benimsenen Suriye politikasinin sürdürülebilir olmadiginin bizzat kendileri tarafindan itiraf edilmesi anlamina da geliyordu. Bu durumda bakislar yavas yavas Türkiye`ye kayiyordu.

Iste simdi Türkiye secenegi bu günlerde devreye giriyor. Esat nihayet Bati`nin kararsizligi nedeniyle uzatmalari oynadigi iktidar macini kaybediyor. Bölgeyi herkesten iyi taniyan Türkiye, Esat rejiminin cökecegini cok önceden görmüs olmanin avantajini yasayacaktir.

Simdi Bati`nin önünde duran sorun, Suriye`de Israil`in her dedigini yapacak bir rejimin daha fazla catismaya yol acmadan nasil insa edilecegi, yani cöküsün bir kara delige dönüsmesini önlemek icin neler yapilacagidir.  Ülkede iyi kötü ayakta duran bir rejim kurulmasi acil olarak gereklidir. Böyle bir rejim kurulursa ülkeyi terkeden, basta Türkiye olmak üzere komsularinin üzerinde inanilmaz bir yük olusturan siginmacilar evlerine dönebilecek, Filistin kamplarinin etrafindaki kusatmalar kaldirilacak ve halk biraz olsun nefes alabilecektir.

Ama bunun icin Rusya ve Iran`in geri planda durmasi sart. Bati bu nedenle Ukrayna kartini elinde tutmayi tercih ediyor. Rusya`nin, Suriye`de sessiz kalmamasi durumunda onu Ukrayna ile tehdit ediyor. Bu amacla ülke planli bicimde karistirildi. Timosenko serbest birakildi. Yanusenko iktidardan uzaklastirildi. Rusya intikam icin Kirim`a girdi.

Rusya parmaklarinin arasindan kayan Ukrayna`yi elinde tutmayi bir kazanc gibi görebilir. Zaten istenen de budur bir bakima. Rusya buna karsilik Suriye`deki profilini iyice düsürecek ve bircok konuda geri planda kalmayi tercih edecektir. Bundan baska secenegi yok gibidir. Cünkü azalan petrol gelirleri nedeniyle hem Suriye`yi hem de Ukrayna`yi isteyebilecek kadar güclü degildir. Yani daha dogrusu o eski süper güc, bir daha geri gelmemek üzere coktan tarihe karismistir. Bati ise hem Suriye`yi hem de Ukrayna`yi ayni anda isteyebilecek kadar serbest hissetmemektedir kendisini. Yani bir sekilde gücler dengesi, Ukrayna`nin Rusya tarafindan kalmasini sagliyor.

Bununla birlikte Rusya ve Iran`in sessiz ve geri planda kalmasi durumunda bile, Suriye`de Israil`in uydusu bir rejimin kurulmasi cok ama cok zordur. Cünkü Arap kamuoyunun git gide daha yönetilemez ve daha ele avuca sigmaz bir toplum olmasi ihtimali bulunmaktadir. Bütün dünyayi istikrarsizlastiran da Arap kamuoyundaki yönelimlerin tam olarak bilinememesidir. Iste bu netameli konuda Bati`nin mutlak bicimde Türkiye`ye ihtiyaci vardir.

Olaylara bu acidan bakilinca neden Türkiye`de birdenbire Kürt Aciliminin gündeme getirildihi daha rahat anlasilmaktadir. Cünkü böyle bir stratejik yapi icinde, PKK benzeri yapilanmalara yer olmamasi dogaldir. PKK legalize olmak ve düzenin bir parcasi haline gelmek durumundadir. Ayrica Israil PKK`yi kullanarak Türkiye`yi karistirma projelerinden mecburen vaz gececektir. Israil`le Türkiye arasinda su bile sizmamalidir. Nitekim bu cerceve icinde Israil, Türkiye`den özür dilemek zorunda birakildi. Simdi tazminat konusu görüsülüyor. Gecenlerde Erdogan bu konuda anlasmaya yakin olduklarina dair imalarda bulundu. Israil ve Türkiye iliskileri konusunda yapilacak en ufak bir hata, (örnegin PKK tarafindan Türk askerlerinin yeniden öldürülmeye baslamasi ve bunun Türkiye Israil iliskilerini zehirlemesi gibi), Israil`in varligini, üstelik bu sefer bütün dünyanin düzenini, "gercekten" tartisilir hale getirecektir. Bati bunu o kadar iyi biliyor ki, Ukrayna`yi gözünü kirpmadan Rusya`nin eline teslim etmekte kararsiz davranmayacaktir. Obama`nin telefonlari, Bati`nin görünürdeki tepkisi, ambargo tehditleri bunun sadece kamuflajidir.

Türkiye`nin ele gecirdigi bu stratejik firsat, simdiden bazi önemli konularda taslarin Türkiye lehine yerinden oynamasina yol acmaktadir.

1- Kibris sorunu bu sefer "gercekten" bitiyor. Belki bir sene sonra birlesik bir Kibris`tan söz edebilecegiz. Israil Kibris`ta petrol arayacak. Türkiye, Israil`e Kibris üzerinden su gönderecek. Kibris büyük ölcüde Israil ve Türkiye`nin birlikte at oynatabilecegi bir yatirim alani olacak. Türk limanlari Kibris gemilerine acilacak. Türkiye havalimanlari, Kibris ve Israil ucaklarinca rahatlikla kullanilabilecek. Türkiye ile Avrupa Birligi iliskileri hic olmadigi kadar gelisme kaydedecek. Türkiye`nin, üye olmasa bile, Avrupa Birligi icinde bir üye kadar genis haklara sahip olmasi söz konusudur. Türkiye`nin üye olmasi, Bati`nin ona bictigi arabulucu rolü yüzünden gelecekte de ne Bati tarafindan, ama ayni zamanda Türkiye tarafindan da tercih edilmeyecektir.

2- Türkiye`yi icten ice endiselendiren ve 2015`teki Ermeni katliamlarinin 100 yili dolayisiyla, Türkiye aleyhine baslatilmasi düsünülen kara propaganda ihtimali de git gide azaliyor. 2015`e cok az kalmis olmasina ragmen, dünya basininda bu konuda en ufak bir haberin cikmasina izin verilmiyor.

3- Gecenlerde cok önemli bir gelisme daha yasandi. Türkiye tarafindan uzun süre Bati`dan istenen ve buna ragmen sirra kadem basmis görüntüsü veren teröristler, aniden Yunanistan araciligiyla Türkiye`ye teslim ediliverdi. (Ilginctir Abdullah Öcalan da Yunanistan araciligiyla teslim edilmisti). Bunlarin arasinda Sabanci cinayetinin tetikcilerinden Ismail Akkol da var. Bu teröristlere karsi yillardir sergilenen koruyucu tavirdan vaz gecilmesinin nedeni taslarin Türkiye lehine yerinden oynamasidir.

Bu tavir degisikliginin nedeni, ayni zamanda Türkiye`ye karsi zaman zaman kullanilan terörizm sopasinin, artik faydali bir politik arac olmaktan ciktigi gercegidir. Dolayisiyla bir yandan PKK pasifize ediliyor, öbür yandan Türkiye`nin istedigi teröristler birer birer ona teslim ediliyor. Birbiriyle ilgisiz görünen bir cok olay, aslinda cok gizli bir nedensellik baginin geregi olarak ayni anda, ama fazla göze carpmadan meydana geliyor.

4- Türkiye`de Cemaat-AKP kavgasi görüntüsü altinda yapilmakta olan kanun degisikliklerini de bu baglamda ele almak gerekir. Cumhurbaskanligi secimi de bu cercevede yerini alacaktir. Bircok önemli kanun, dikkatler AKP Cemaat kavgasina cekilerek apar topar cikarildi. HSYK Kanunu, Internet Kanunu bunlardan birkaci. Istihbarat faaliyetlerinin toplumun geneline yayilmasini, dinleme, izleme faaliyetlerinin artmasini, Suriye`de bir kara deligin meydana gelmemesi icin alinan önlemler olarak degerlendirmek gerekir. Cünkü Israil bir istihbarat devletidir. Israil`le isbirligi yapan bütün herkes, bu istihbaratin bir parcasi haline gelir. (Demokrasi, insan haklari, kisisel hak ve özgürlükler mi? Aman efendim, geciniz onlari bir kalem...)

5- Son olarak bütün bu gelismeler, secimleri neden yeniden AKP`nin kazanacagini da aciklar niteliktedir. Secimleri yeniden AKP alacak, cünkü Amerika, Israil, Iran ve Arap âlemi arasinda böylesine bir mekik diplomasisi ve denge siyasetini sürdürebilecek baska herhangi bir güc, Türkiye`de, hatta dünyada, bulunmamaktadir.