21 Ağustos 2013 Çarşamba

Müslüman Kardesler ve Modern Misir

Misir`daki Müslüman Kardesler örgütüne, laikligin bir ön asamasi olarak bakmak gerekir. Her ne kadar üyeleri arasinda laisizme karsi olanlar varsa da, bu yapilanmanin islevi büyük ölcüde toplumu laisizme hazirlamaktir. Bu islev, yapilanmanin iradesinden bagimsiz olarak, hattâ belki onlar istemeden, kendiliginden yerine getirilmektedir.

Bu nasil olur? diye sorulabilir. Bizden bir örnek vereyim: Namik Kemal laik bir kisi degildi. O da, ton farkliliklari olsa da, tipki Ahmet Cevdet Pasa gibi, tabii onun derinligine de asla ulasamadan, islami ilkelerin modern demokrasi kurallari cercevesinde yeniden tanimlanmasini amacliyordu. Bu arada Namik Kemal`in Latin harflerinin kullanimina da karsi oldugunu belirtelim. Ama bizzat bu caba, Türk toplumunu laisizme hazirladi. Toplum laik kavramlarla tanisti, onlari yorumladi. Laisizmle demokrasi arasindaki baglari inceledi. Öyle ki 1908 devrimine kadar bütün bu kavramlar tek tek elden gecmis, 1908`in canli düsünce ortaminin zemini hazirlanmisti. Bununla birlikte laisizmin Türk düsünce hayatinda bagimsiz bir kavram olarak ortaya cikisi yine de Birinci Dünya Savasi`nin sonlarina dogru ve belki de Mütareke Dönemi`nde söz konusu olabilmistir. Riza Nur, anilarinda Türk toplumunda laisizmi ortaya atanin kendisi oldugunu ileri sürer ve "Laisizm benimdir. Mustafa Kemal onu benden aldi" der. Yine de biz laisizmin, Namik Kemal sonrasi ikinci kusak jön Türklerden Abdullah Cevdet`in cabalari sayesinde yerlestigini düsünmeliyiz. Pozitivist Ahmet Riza, düsünce olarak laisizme yakindi. Ama bir program maddesi olarak laisizmin esas olarak Abdullah Cevdet tarafindan (kendisi bir Kürt`tü) olgunlastirildigini düsünebiliriz. Abdullah Cevdet ayrica islamiyete karsi yürüttügü, Türk toplumunda bir zamanlar firtinalar koparan kampanyalarla taninir. Toplumu provoke edici bir tarzda, islamiyet karsiti Bati düsünürlerinin eserlerini Türkce`ye ceviriyor ve ortalik birbirine giriyordu.

Tabii bu olanlar Türkiye`de 150 yil önce oldu. Misir ise daha yeni yeni bu asamaya yaklasiyor. Misir`in ve genel olarak bütün Orta Dogu`nun gec kalmasinin nedeni, sömürgeci düzenin ta kendisidir. Türkiye ise Cumhuriyet dönemlerinde gerci ekonomik olarak disa bagimliydi, yani bir cesit yari sömürge konumundaydi, ancak düsünsel acidan kendi sistemlerini kendi kurabiliyor, onlari bir süre uyguluyor ve sonra gerekirse degistirebiliyordu. Atatürk ve Inönü dönemlerinde radikal islamin geriletilmesi, özellikle yeni sistemlerin uygulanmasi sürecini âdeta bir "tak-cikar" yöntemi gibi basit ve pratik hale getirmisti. Daha sonra bu esnekligin kayboldugunu, sistemin özellikle 1960`lara dogru sertlestigini görecegiz. Sertlesmenin en belli basli nedeni, toplumda radikal islamin yeniden yükselise gecmesi ve politikacilarin (basta Menderes olmak üzere) buna yüz vermesidir. Radikal Islamin yükselisi, 1969`da Erbakan`in siyaset sahnesine cikmasina neden oldu. Önceleri, Erbakan`i radikal islamin yarattigi bir korkutucu figür olarak karsilayan Türk toplumu, zamanla bu figürün radikal islamin yükseliisine verilen bir Türkiye cevabi oldugunu farketti. Yani 1949`da eski haliyle bir kenara birakilan Bati Islam sentezi meselesi, yani bildigimiz su ilimli islam, 1969 sonrasi dönemde yeniden ileri sürüldü. Türkiye`de bu önemli degisimler yasanirken ayni dönemde Orta Dogu düsünsel acidan görece durgunluk icindeydi. Sömürgeci gecmis, dünya savaslari, Arap Israil ihtilafi; Arap dünyasinin radikal dini unsurlarindan kopmasini geciktirdi. Türkiye ise nispeten daha bariscil bir ortamda, ikinci dünya savasindan uzak kalarak, fazla etliye sütlüye karismayarak, laik sistemini ve laik sistem icindeki farkli alternatifleri gelistirebildi. AKP`nin dudak büktügü "Yurtta Sulh Cihanda Sulh" ilkesi iste bu ise yaradi.

Simdi Orta Dogu, Türkiye`nin 1920-1945 arasinda gecirdigi degisim dönemine, kanla atesle yaklasiyor. Bu nedenle Müslüman Kardesler gibi her olusumu, aslinda laisizmin bir ön asamasi olarak yorumlamak gerekir. Müslüman Kardes`lerin seriati getireceklerine dair inanc, temelsizdir. Öyle olsaydi, Selefîler, yine seriatci Suudi Arabistan`in desteginde, Müslüman Kardesler`e yönelik Sisi darbesini desteklemezlerdi. Daha ziyade Sisi`yi Müslüman Kardesler`e yönelik seriatci tepkiyi örgütleyen bir firsatci olarak, bir basarisiz Bonaparte olarak görmek uygun kacacaktir. Sisi`nin basarisizligi surdan ileri gelmektedir: Bonaparte, Fransiz Devrimi`nin atesi sönmeye yüz tuttugu zaman iktidara geldi. Halk, devrimci asiriliklardan, idamlardan ve devrimci terörden bikmisti. Normal hayata dönüs özlemi duyuyordu. Sisi ise devrimin atesi toplumu hâlâ kasip kavururken iktidara gelmek cüretinde, daha dogrusu Suudi parasinin gücüyle "gafletinde" bulundu. Onun gibiler bilmez ki, bu atesin icinde toplumun temel bilesenleri yeniden tanimlanmadan bu ates sönmez. Toplum laisizme yöneliyorsa, bu yönelis sirasinda seriatci kesimle nihai bir hesaplasma gerekiyorsa, bu hesap görülmeden bu ates sönmez. Toplum bir konuyu hararetle tartisiyorken, Avrupa`nin ve yatirim dünyasinin huzuru kacmasin diye, "Tartisma falan yok! Hadi evinize!" denemez.

Bu acidan basinda cok sik görülen, Müslüman Kardesler`in islamci hareketi temsil ettigi, simdi gördükleri baskidan dolayi, radikalizme yöneleceklerine dair yorumlar yanlistir. Yine bunun gibi bazi "gezici" aydinlarin "Biz neden Mursi gibi bir radikal islamciyi destekleyelim ki" seklindeki beyanlari sapla samani birbirine karistirmakla birdir. Bu tür beyanlar bütün islamcilari ayni kefeye koymaktan kaynaklanirlar. Ayni insan gözünden bütün yunuslarin tipatip birbirine benzemesi gibi. Oysa bir yunus yavrusu, o bize göre birbirinin ayni olan yunuslarin icinde kendi annesini yine de arayip bulur. Tanimayan göz, benzerlikleri abartma egilimindedir.Tanimak, biraz da farklilikara odaklanmaktir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder