Konuyla ilk yüzyüze
gelisim Ugur Dündar`in haftalik programlarini seyrettigim yillara
rastlar. Ugur Dündar, gercekleri ortaya cikaran, yılmaz, sınır tanımaz
gazeteci rolünü oynuyordu. Ikide bir lahmacuncuları, kebabcıları basıyor, tursu
imalathanelerine, sucukculara göz actırmıyor, onların halkın saglıgıyla nasıl
oynadıgını gözler önüne seriyordu. Git gide bu basmalar, gizleneni ortaya
cıkarmalar bir gazetecilik basarısı olarak görülmeye basladı. Yüzyıllardır
kac-göc iliskilerinin agır baskısı altında yasamıs olan toplumumuz, birdenbire
gizleneni ortaya cıkarmanın dayanilmaz cazibesi ile tanıstı.
Ugur Dündar durmuyor,
giderek sucuk imalathanelerinden, organ nakli yapan, insanların cinsiyetini
degistiren doktorların muayenehanelerine atlıyor, onlara tuzaklar kurup,
istemedikleri halde, onları, kendilerinden sikayetci olan eski hastalarıyla
stüdyoda sürpriz bir sekilde karsılastırıyor, adamın stüdyoyu saskınlık icinde
terkedisi, kameralarca saptanıyor, bütün bunlar birer gazetecilik basarısı
olarak gösteriliyordu.
Ugur Dündar, sonunda,
arkasına toplumun rüzgarını alarak dinci kesimi gözüne kestirdi. Bütün amacı,
dincilerin ahlaklı olunması yönündeki telkinlerinin bir yalan oldugunu, bu
insanların aslında, siyaset ugruna rol yaptıgını, hırsızlıgın ve ahlaksızlıgın
âlâsının bu insanların genel karakteri oldugunu delilleriyle topluma sunmaktı.
Ne büyük bir
tesadüftür ki, onun bu cabası, o sıralar 28 Subat, "post modern"
darbesini hazırlayanların dinci kesime yönelik “kara propogandası” ile aynı
zamana rastlamıstı. 28 Subatcıların basını nasıl manipüle ettigini biliyoruz.
Ugur Dündar`ın dinci kesimi hedef alan bu programlarının, 28 Subat sürecinin
etkisiyle olusmadıgını düsünmek bu nedenle mümkün degil.
Sonucta bu programlar
bir felaketle sonuclandı. Serafettin Yardimedici isimli din adamı, Ugur
Dündar`ın Arena adlı programında yaptıgı inanılmaz bir yayının ardından, 1
Kasım 1996`da intihar etti. Serafettin Bey`in evine gizli kamera
yerlestirilmisti. Ugur Dündar kamerayı yerlestirenlerin bizzat kendileri
olduguna dair bir izlenimi program sırasında olusturmaktan cekinmedi. Hatta
öyle ki, aksam adamın evinde cekim yapılıyor, ertesi gün aynı adamla parlemento
bahcesinde röportaj yapılarak, gece kadına söylediklerinin tam tersi ona röportaj sirasinda söyletilerek, bu kesimin nasıl dürüstlükten uzak oldugu “dellileriyle”
kanıtlanmıs oluyordu. Serafettin Bey`in beraber oldugu kadınla anlasılmıstı. Bu
kadının nasıl olup da ikna edildigi ayrı bir soru isaretidir. Bir erkegin,
beraber oldugu sırada bir kadına söyledigi her ne varsa, televizyonda yayımlandı.
Yapılan bu ifsaat, bütün dinlerin "gizlilige girme" olarak gördügü ve
elestirdigi seydir. Ayrıca gizlilige girme 1982 Anayasası`nin 20. maddesine
göre yasaktır. Buna ragmen bu insanın yatak odasına, göz göre göre, üstelik biz
yaptık diyerek kamera nasıl yerlestirilmisti? Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası`nı korumakla görevli makamlar neden harekete gecmedi? Bu da ikinci
soru isareti. Ondan önce Henry Miller`in “Oglak Dönencesi” adlı romanının
müstehcen olduguna karar verilen sayfaları, satırları siyah sansür bantıyla
kapatılmıs olarak yayımlanmıstı. Henry Miller`in kitabını cinsellik icerdigi
gerekcesiyle bantlayan Türkiye ile, Serafettin Yardımedici`nin yatak odasına
kamera yerlestirip görüntüleri televizyonda yayımlayan Türkiye aynı Türkiye`dir.
Sunu diyecegim: Oglak Dönencesi 1985 yılında bantlandı. Yardimedici`nin evine
kamera 1996 yılında yerlestirildi. Her iki dönem de askeri vesayet rejiminin
isbasında oldugu dönemlerdir. Yani aslında asagılanan genel olarak insan ve
onun özel yasamıdır. Bu yasam bazen kitaplarda siyah seritlerle kapatlıyor,
bazen de ayıp bir sey gibi televizyonlarda gösteriliyordu.
Üstelik bu tür
propaganda, toplumun bilincine özellikle "laik" kesim ve onların
yayin organları tarafından halen de sürekli pompalanmaktadır. Halen bizdeki
"Sözcü" gazetesi bu tür propagandanın sampiyonlugunu yapmaktadır.
Ugur Dündar da zaten o gazetenin yazar kadrosundadır.
Her sey bir yana:
yıllar sonra aynı yöntemler bu sefer Ugur Dündar`a uygulandıgı zaman,
kendisinin "özel hayatın gizliligi" diye ayaga fırlamasına ne demeli?
Insan sunu sormadan edemiyor: Acaba, özel hayatına saygı gösterilmesini
istemenin, herkesin en dogal hakkı oldugunu Ugur Dündar kendi tecrübeleriyle
gercekten ögrenmis midir?
Gecenlerde Cem Yılmaz`ın bir
programını izlerken aynı sorun yeniden karsıma cıktı. Cem Yılmaz, Facebook
hesaplarının CIA tarafından gizli gizli takip edildigini düsünen kesimle alay
etmek icin “cia ne yapsın senin ...lu
hesabını” diye soruyor; onu dinleyen “hesap
sahipleri” de bu espriye katıla katıla gülüyorlardı.
Cem Yılmaz`ın üstadları olan Ugur Dündar`dan veya Henry
Miller`in Oglak Dönencesi adlı romanınını siyah seritlerle bantlayanlardan cok
sey ögrendigi acık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder