AKP`nin iktidarı bırakmamak icin ic savaşı
kışkırttığına dair özellikle Batı basınında yer alan görüşler, fazlasıyla banal
ve kolaycı görüşlerdir. Bunlar büyük bir ihtimalle Türkiye`ye hiç ayak basmamış
insanlar tarafından dile getiriliyor. Çünkü Türkiye`de yaşamış olan herkes iç
savaş olasılığının en çok artması gereken 1970`li yıllarda bile sıfıra yakın
bir çizgide seyrettiğini bilir.
İç savaş her ülkede çıkmaz. İç savaşın çıkması
için ona uygun isyan kültürünün yüzyillar boyunca bir ülkede zihinlere iyice yerleşmiş
olması gerekir. Mesela Japonya`da iç savaş çıkmaz. Japonya`da
devrim de olmaz. Almanya, Iskandinav ülkeleri, genel olarak bütün Germenler bu
durumdadır. Latinler, Araplar, Iranlılar, Afganlar, Hintliler ve Slavlar farklıdır
mesela. Slavlar en çok birbirinin canına kıyan ırktır. Bunun son örneğini
korkunç görünümler sergileyen Yugoslavya`nın parçalanması sürecinde gördük.
Yine aynı sekilde Ispanya Iç savaşı, Suriye Iç Savaşı, Arapların ve Latinlerin birbirlerinin
kanına nasıl susadıklarını çok açık bir şekilde gösterdi.
Genel
olarak bütün Altay ve Ural ırkları, Türkler, Moğollar, Finliler, Macarlar iç savaşa
uzaktır. Bu milletlerin fertlerinin iki karşıt kampa ayrıldıkları ve
birbirleriyle savaştıkları, Kore örneği dışında, pek görülmemiştir. Yani ırksal
etkiler iç savaş açısından önemlidir. Soğuk savaş yıllarına rastlayan Kore
örneğinde dışsal etkiler daha fazladır.
İngilizlerin
Türkiye politikasının 1. Dünya savaşı bitiminde iflas etmesinin belki de tek
nedeni, onların Türk ırkının özelliklerini zerre kadar tanımamıs olmalarıdır. Rıza
Nur anılarında, Ingilizlerin Kurtuluş Savaşı sırasında Türklerin birliğini
bozmak için, Konyalılara „Sizler Türk değilsiniz, Selçukîsiniz“ diye propaganda
yaptıklarını anlatır. Ingilizlerin „böl ve yönet“ politikası Türkiye`de işlemedi.
Çünkü onlar aynı Arap kabilelerini nasıl para ile satın alıp birbirine düşürdülerse
ve Umman`ı silahsız 10 memurla, tamamen bu fitne fücur politikası sayesinde yönettilerse,
aynı taktiklerin Türkleri yönetmek için yeterli olduğunu sanma hatasına düştüler.
Sonunda olan, onların kışkırtması üzerine Anadolu topraklarında ilerlemeye
cüret eden Yunanlılara oldu.
Şimdi
aynı şekilde yarı cahil Batı basını Türkiye`de iç savaş olasılığının arttığını
yazıyor. Suriye iç savaşının Türkiye`ye de sıçradığını ima ediyorlar. Ama bir
kez daha Türklerin Araplardan çok farklı olduğunu görememe hatasınına düşüyorlar.
Görünen o ki, bir kere daha kayaya toslayacaklar.
Fakat
yine de AKP`nin tavırları birçok bakımdan sanki böyle bir algıyı yaratmaya
yönelik bir çabayı yansıtıyor gibi. Her şeyden önce Gezi olayları sonrasında eli
sopalı adamların ortaya çıkması, AKP`nin milis gücü oluşturduğu ve bir iç savaşa
hazırlandığı şeklinde yorumlandı. Erdoğan bir konuşmasında „%50`yi zor
tutuyoruz,“ dedi. Gezi olayları sırasında Erdoğan`ı karşılayan kalabalık, „Izin
ver gidelim, Taksim`i ezelim“ şeklinde slogan attı. Yine o olaylar sonrasında
jöleli danışman Yiğit Bulut „Türkiye Cumhuriyetinin başbakanının kılına sandık dışı yollarla bir
zarar gelirse bu topraklarda önümüzdeki yüz sene kimse huzurla kahvaltı edemez“
şeklinde bir cümle sarfetti.
Daha
sonra bu söylemler devam etti. AKP 7 Haziran 2015`te iktidardan düşünce,
söylemler iki üc katına cıktı. Hürriyet gazetesine yapılan saldırının Erdoğan`i
destekleyici sloganlar atan bir grup eylemci tarafından gerçekleştirilmesi ve
bunların parmaklariyla bozkurt işareti yapmaları çok manidardır. Yine gazeteci
Ahmet Hakan`ın açıkça başka bir köşe yazarı tarafından ölümle tehdit edilmesi,
HDP binalarına yapılan saldırılar kışkırtmanın boyutlarını gösteriyor. AKP çevrelerinin
bu eylemleri destekledikleri çok açık biçimde görülüyor.
Fakat
olaylara biraz daha yakından bakılırsa, aslında resmin hiç de öyle olmadığını
görüyoruz.
Burada
gerçek bir iç savaş olasılığından çok Ingilizcede „brinkmanship policy“ yani „uçurum
politikası“ olarak adlandırılan geçici denge durumu söz konusu. Uçurum
politikası birbirine eşit iki karşıt gücün yenişemediği zamanlarda içine düşülen
ve soğuk savaş yıllarında olduğu gibi bazen 30-40 yıl sürebilen bir kararsız
denge durumudur. Bu durumda karşıt güçler birbirlerini şiddet tehdidi ile psikolojik
olarak çökertme amacını güderler. Şiddet nadiren uygulanır, daha çok şiddet uçurumunun
kenarına gidip gidip gelinir. Yani uçurum politikası birçok yönleriyle aslında dayanıklı
olanın kazandığı bir sinir savaşıdır.
Şimdiki Türkiye`de olduğu gibi.
AKP gerçi iktidarı kaybetmiş durumda,
ama kaybını dengeleyecek cumhurbaşkanlığı kozunu elinde tutuyor. Öte yandan
muhalefet, gerçi çoğunluğu eline geçirdi, ama kendi içinde uzlaşmaz çelişkileri
barındırıyor. Muhalefetin esas çekirdeğini ise HDP ve ona oy veren demokrat
Türkler oluşturuyor.
AKP`nin iç savaş çağrısı anlamına
gelebilecek söylem ve davranışlarının işte bu çekirdek muhalefeti (yani
Kürtlerle birlikte onlara oy veren demokrat Türkleri) yıpratmaya yönelik bir
sinir savası olduğunu söyleyebiliriz. Karşı tarafın örgütlenme zafiyetine ve iç
çelişkilerine oynuyorlar. Nitekim bu çaba hiç sonuç vermiyor da değil. PKK ile
HDP arasındaki çelişkiler bu çaba sayesinde iyice su yüzüne çıktı. HDP,
PKK ile devlet arasında kalmış olmanın sıkıntısını yaşadı ve hâlâ da yaşıyor.
Yeni bir seçimde, Güneydoğu`da sandık güvenliğinin sağlanamayabileceği propagandası
altan alta yapılıyor.
HDP`yi
destekleyen demokrat ve sosyalist Türkler üzerinde ise psikolojik savaş
taktiklerinin neredeyse hepsi denendi.Hattâ daha da ileri gidilip ikinci seçimde
de AKP için tek başına iktidar çıkmazsa kaosun artabileceği ima ediliyor. Verin
başkanlığı, kaos dursun, çocuklarınız ölmesin. Kısaca söylenen bu. Can derdine
düşen halkın, HDP`yi desteklemekten vaz geçeceği hesap ediliyor.
Ama
AKP`nin bu uçurum politikasının başarılı olabilmesi yine de mümkün değil. Bunun
bir değil, birçok nedeni var:
1- Uçurum
politikasında tehdidin geçerli olabilmesi için „ortak zemin“, „aynı geminin içindeyiz“
fikrinin olmaması gerekir. Ki karşı taraf tehdidi iyice algılasın. Nitekim soğuk
savaş yıllarında Sovyetler ve Batı`nın ilk vuranın kazanacağı bir savaşı gerçekten
çıkartma ihtimali her zaman vardı. Öysa AKP`nin uçurum politikasında böyle değil.
Her tarafı savaşlarla ve bunalımlarla çevrili Türkiye`de halk AKP`nin daha
fazla ileri gidemeyeceğini, her şeyden önce Batı`nın böyle bir istikrar adasını
feda edemeyeceğini çok iyi biliyor. Aynı zamanda Türkiye`nin daha olumsuz koşullarda
bile iç savaşa sürüklenmediğinin, halkın sükûnetini koruduğunun herkes farkında.
2- Uçurum
politikasında aynı zamanda „zaman“ sınırlamasının olmaması gerekir. Taraflar
birbirlerinin ilelebet tehdit edebilecekleri algısı üzerinden politika yaparlar
ki yılgınlık eninde sonunda taraflardan birinin saflarında ortaya çıkabilsin. Oysa
Türkiye`de anayasal saatin tiktakları sürekli duyuluyor. Bu öyle bir saat ki,
Erdoğan Davutoğlu`nu görevlendirmeyi ancak
iki hafta geciktirebildi.
3- Uçurum
politikasında meşruiyet, yasalar, insanlık gibi şeyler yoktur. Taraflar
birbirlerine her çeşit alçaklığı yapabilme özgürlüğüne sahiptirler. Oysa
Türkiye`de oyunu bozanın oyun dışı kalacağı bir anayasal meşruiyet zemini ve
onun temelinde gelişen bir seçim süreci var.
4- Fakat
belki de bunlardan daha önemlisi AKP`nin politik eğrisinin bir kez yönünü aşağıya
çevirdiği, bir daha yukarı dönemeyeceği gerçeğidir. Politik arenada geri çekilme
bir kez başladı mı kolay kolay durulmaz. Arınç`ın „Bu iş bitti“ demesinin
nedeni de bu. Üstelik bu işin bittiğine yönelik algı AKP saflarında engelenemez
biçimde yayılıyor. AKP en güçlü olduğu zamanda Gezi olayları denen kayaya
toslamıştı. Bu kaya, AKP`nin hiçbir zaman söz geçiremeyeceği Türkiye`nin diğer
yüzde ellilik kısmının başladığı sınırı ifade ediyordu. Şimdi o kayaya toslamadan
sonra kaçınılmaz biçimde gündeme gelen geri çekilmeyi yaşıyoruz. Bu geri çekilmeyi
tekrar kayaya toslamaya neden olacak bir ileri dalgaya dönüştürmek hemen olacak
bir şey değil. Hattâ tam tersi, bu geri çekilmenin, AKP`nin her çırpınmasında
daha da hızlanacağı muhakkak.
Dolayısıyla
AKP`nin uçurum politikasının hiç de soğuk savaş yıllarında olduğu gibi gerçek
bir tehdit algılaması yaratması ve AKP`nin rakiplerinin yüreğine korku salması
mümkün değil. Bu gerçek tabii ki AKP kurmayları tarafından biliniyor. Özellikle
anket sonuçlarının AKP lehine bir milim bile kıpırdamadığı bir ortamda.
Pekiyi
o zaman neden AKP, özellikle Erdoğan`dan ve onun danışmanlarından kaynaklanan
bu politikada ısrar ediyor?
Çünkü
AKP iktidardan çekildiği andan itibaren saflarındaki çözülmeyi engellemek ve
kendisinden hesap sorulmasının önüne geçmek için gerektiğinde şiddet
kullanmaktan kaçınmayacak militarize bir güç haline gelmeyi planlıyor (Eli
sopalı adamlar vs.). Gezi olaylarından beri süre gelen politik geri çekilme
hareketinin %25-30 sınırlarında duracağını, sonra yeni bir ileri hamlenin
mümkün olacağının hesabını yapıyor.
AKP kendisini dokunulmaz kılacak bütün
tedbirleri aldıktan sonra iktidarı bırakabilir ancak. Bu da tabii ki Türkiye için
sancılı bir süreç.