Paris ve Brüksel`deki terörist saldırıların
İngiltere ve İspanya`daki terörist eylemlerden önemli bir farkı var. Bu
saldırılar bize, eylemlerin bizzat bu ülkede doğup büyüyen Kuzey Afrikalı
müslüman gençler tarafından düzenlendiğini ve terörün bu ülkelerde kendine
kitlesel bir taban edindiğini gösteriyor.
Dahası, Fransa
ve Belçika`daki terör riskinin bizatihi bu ülkede yerleşik milyonlarca Kuzey
Afrika kökenli müslüman göçmenin toplumla yeterince bütünleşememiş olmasından
kaynaklandığı da tespit edilmiş durumda.
Ama öte
yandan, Belçika ve Fransız güvenlik birimlerinin faillerin yakalanması ve
saldırıların önlenmesi konusunda yeterince hareketli ve kararlı davranmadığına
dikkat çekiliyor. Belçika gibi küçük bir ülkede, üstelik kendini elektronik istihbarat
ağına defalarca deşifre etmiş bir kişinin bile aylarca polisten kaçabilmesi bir
yönetim zaafı olarak değerlendiriliyor.
Bizim burada üzerinde durmak istedigimiz konu, her iki olayın, yani güvenlik birimlerinin görece zayıflığı ile
bu ülkelerde terörün kendine kitlesel bir taban edinmesinin
aynı yapının iki farklı sonucu olduğudur. O yapı, Fransa ve Belçika`da, diğer Avrupa ülkelerinde hiç olmadığı biçimde tamamen, islam karşıtı, ama aynı zamanda liberal, aydınlanmacı düşünce tarafindan şekillenmiştir.
Aydınlanmacı düşünce, bir yönüyle ne kadar liberalse, diger yönüyle o kadar İslam karşıtıdır. Bunlar aynı bir madalyonun iki yüzü gibidir.
Fransızlar, İslamiyete liberal olduklarından tepki duyarlar. Yani onların zihninde İslam ve Doğu, depotizmle özdeştir. Liberalizm Islam karşıtlıgını körükler.
Ama Doğu despotizmine karşı liberal tepki nedeniyle Doğu insanı ve İslam kültürü bütünüyle dışlanır. Dolayısıyla Fransa bir yandan özgürlükleri gözetir ve istihbarat örgütlerini ve polis devleti uygulamalarını fazla geliştirmezken diğer yandan müslüman göçmenleri gettolara doğru iter. Her iki davranışın kökeninde de Aydınlanmacı İslam karşıtı zihniyet yatar.
Fransızlar, İslamiyete liberal olduklarından tepki duyarlar. Yani onların zihninde İslam ve Doğu, depotizmle özdeştir. Liberalizm Islam karşıtlıgını körükler.
Ama Doğu despotizmine karşı liberal tepki nedeniyle Doğu insanı ve İslam kültürü bütünüyle dışlanır. Dolayısıyla Fransa bir yandan özgürlükleri gözetir ve istihbarat örgütlerini ve polis devleti uygulamalarını fazla geliştirmezken diğer yandan müslüman göçmenleri gettolara doğru iter. Her iki davranışın kökeninde de Aydınlanmacı İslam karşıtı zihniyet yatar.
İşte teröre
karşı Fransa`nın elini zayıflatan tam da budur.
Şimdi madalyonun iki yüzünü ayrı ayrı ele alalım.
Şimdi madalyonun iki yüzünü ayrı ayrı ele alalım.
Fransa ve
Belçika neden terörün hedefi haline geldi?
Fransa ve
Belçika´da bulunan Kuzey Afrikalı müslüman ve çoğunlukla Arap kökenli gençliğin
İŞİD benzeri terörist örgütlerin militan devşirdiği bir kitlesel temel oluşturduğu
sır değil. Zaten İŞİD`in Suriye ve Irak`ta bulunan militanlarının içinde de
Kuzey Afrikalı`lar sayısal açıdan ilk sıraları paylaşıyorlar.
Ama
aynı terör örgütleri, örneğin Avrupa`da yaşayan Türkler arasından kendine
yandaş bulamıyor. Bununla birlikte müslüman olmalarına rağmen Türkiye`li göçmenlerin neden terörü
desteklemedikleri sorusuna Fransa ve Belçika`da tam olarak cevap verilmiş değil.
The New York Times`a bu sorunun cevabı
hâlâ araştırılıyormuş.
Bakınız:http://www.nytimes.com/2016/03/25/world/europe/brussels-attacks.html?_r=0
Arastirsinlar bakalim. Ama oryantalist aydinlanmaci bakis acisinin sorunu tam da bu zaten: Bütün müslümanlari ayni kefeye koyup dislamak. Aralarindaki farklari önemsememek, hatta yok saymak.
Bu anlayışın kaçınılmaz sonucu olarak Fransa ve
Belçika, yine diğer Avrupa ülkelerinden farklı olarak göçmenlerin toplumla
bütünleştirilmesi konusunda yeterince başarılı değil. Göçmenler bu ülkelerde
gettolara itiliyorlar. Göçmen çocukları, gettolara itildikçe, isterse
bulundukları ülkede doğup büyümüş olsunlar, işsizlik, eğitimsizlik, aile
desteğinden yoksunluk ve parasızlık yüzünden terör örgütlerine sempati duymaya
ve giderek onların militanı olmaya yatkın duruma geliyorlar ve bu özellikle
Fransa ve Belçika`nın Fransızca konuşulan bölgeleri için geçerli.
Fransa`nın bu farklı konumu, daha Sarkozy`nin içişleri bakanı olduğu zamanlarda patlak
veren 2005 ayaklanmaları sırasında belirginleşmeye başlamıştı; Sarkozy, olay çıkartan,
araba yakan, gösteri düzenleyen yabancı kökenli gençlere karşı aşağılayıcı bir
dil kullanmış, bu tavır gösterilerin şiddetini daha da artırmıştı.
Fakat, ilginçtir, bu
ayaklanmalar sonrasında Sarkozy hızlı bir şekilde politik basamakları çıkmaya
başladı. Yangının üzerine benzinle gitmesi Sarkozy`ye puan kaybettirmedi, aksine kazandırdı.
Bu da gösteriyor ki, Fransa'da yabancılara karşı toplumun geneline yayılmış bir tepki vardır ve bu tepki, bu topraklarda büyümüş, Fransa vatandaşı olan birçok yabancı kökenli müslümanı toplumun dışına itmektedir. Bu da terörle mücadelede Fransa`nın işini güçleştirmektedir.
Bu da gösteriyor ki, Fransa'da yabancılara karşı toplumun geneline yayılmış bir tepki vardır ve bu tepki, bu topraklarda büyümüş, Fransa vatandaşı olan birçok yabancı kökenli müslümanı toplumun dışına itmektedir. Bu da terörle mücadelede Fransa`nın işini güçleştirmektedir.
Fransa ve Belçika terörle mücadelede yeterince başarılı
mı?
Her iki ülkenin de
terörle mücadelesi dünyanın gözünü doldurmaktan uzak kaldığı bir gerçek. Hatta
bazı olaylara inanmak bile zor. Salah Abdeslam, Paris saldırılarında aktif
olarak rol almış, ancak kendini patlatmaktan son anda vaz geçerek kayıplara karışmış
bir kişiydi. Yakalanması, Paris saldırıları denilen bilmecenin çözümü için
anahtar sayılabilecek bilgileri güvenlik birimlerine aktaracağından önem taşıyordu.
Buna rağmen Saleh Abselam, Paris saldırılarının hemen sonrasında Paris civarında
yapılan bir trafik kontrolünden yakalanmadan geçebildi. Ve Saleh Abselam, yine
doğduğu yerde Molenbeek`te bir evde yakalandı ve doğduğu yerde aylarca
saklanmayı başardı.
Fransa ve Belçika`nın
terörle mücadeleyi olağan güvenlik birimlerine bıraktığı gibi bir izlenim var.
Hatta olağan güvenlik birimleri dışında, Fransa`nın ve Belçika`nın gerçek
anlamda bir istihbarat teşkilatına sahip olup olmadığı bile sorulabilir.
Terör uzmanı Prof Dr. İhsan
Bal 17 Kasım 2015`te bu durumu şu şekilde eleştiriyor:
„Bu kadar fazla sayıdaki
teröristin birden fazla hedefe eş zamanlı ve eş güdümlü eylem
gerçekleştirebiliyor olması özellikle Fransız istihbaratının büyük bir zafiyeti
olarak değerlendirilebilir. Bütün erken teyakkuz sistemleri aktif durumdayken
ve çeşitli önlemler alınmış olmasına rağmen bu kadar farklı hedefe bir anda en
az 15-20 militanın karıştığı bir terör saldırısının yapılabiliyor oluşunu göz
önünde bulundurduğumuzda, Fransız güvenlik güçleri arasında koordinasyonsuzluk
veya istihbaratta ciddi bir kara delik, istihbarat ifadesiyle kör nokta, var
diyebilirim.“
Bakınız:http://www.usak.org.tr/tr/yayinlar/usak-mulakatlari/prof-dr-ihsan-bal-fransa-nefret-ve-kutuplastirici-anlayisin-disina-cikarsa-terorle-mucadeleyi-kazanir
İş bununla da bitmiyor.
Saldırılar gerçekleştikten sonra meydana gelen olaylar da bir o kadar ilgi çekici.
Mesela saldırılardan
sonra Bataclan gece klübünün önünde bir çöp konteynerinin içinde kullanılmış bir
cep telefonunun bulunmasından sonra gelişen olaylar… Bu telefonun teröristler
tarafından saldırıdan önce bir kereliğine kullanılmış, daha sonra içindeki sim
kartı ile birlikte atılmış olduğu tespit ediliyor. Telefonun en son kullanıldığı
yerin tespiti güvenlik birimlerini Saleh Abselam`in kardeşi İbrahim Abselam`ın
saldırılardan önce kalmış oldukları yere götürüyor. Paris banliyölerinden
Alfortville`de bulunan Apartcity isimli otelden bu telefonla Brüksel`deki bir
numaranın arandığı tespit ediliyor. Teröristler gittikleri her yerde buna
benzer bir kereliğine kullanılmış telefonları sağa sola atıyorlar. Kaldıkları
evlerdeki DNA kayıtlarından, o evlerde daha önce yaşamış kişilerin kimler
oldukları tespit edilebiliyor. Teröristlerce aranan numaralar Belçika`da yaşayan
kişilere ait ve Saleh Abselam saldırılardan sonra aile ve yakınlarının yardımıyla
oraya, o telefon edilen numaraların olduğu mahallelere sığınıyor ve bu
mahallelerde yakalanmadan 4 ay gibi bir süre yakalanmadan saklanabiliyor.
Bu olayları basit
beceriksizlikler olarak yorumlamak mümkün değil. Bu yavaşlığın mutlaka bir sosyolojik
temeli olması gerekir. Fransa ve Belçika`da istihbarat teşkilatının, daha doğrusu
„derin devlet“in görece zayıflığının bır devlet politikası olarak seçilmiş
olması ihtimal dahilinde. Çünkü Fransa, neo-liberalizme karsı kitlesel
tepkilerin en fazla olduğu ülkelerden biri. Neo-liberalizmle Şili-Pinochet tarzı
polis devleti uygulamaları arasındaki ilişkinin en çok farkında olunan
ülkelerden biri.
Örneğin Belçika`da gece
ev basmalarının kanunla yasaklanmıs olması, birçok evin etrafının sarılmış olması
ve etrafında kuş uçurtulmamasına rağmen evlerin gece 21.00 ile sabah 06.00 arasında
basılamaması, polis devleti uygulamalarına karşı kanun düzeyinde nasıl bir
temkinin ve ihtiyatın bulunduğunun iyi bir örneğidir. (Belçika`da bu kanun 2016
Ocak sonunda yürürlükten kaldırıldı).
Gece saat 21.00 ile sabah
06.00 arasında ev basmalarını yasaklayan kanun Belçika`da 1969 yılında yürürlüğe
girmişti. O zamanlar 68 fırtınası bütün Avrupa`yı kasıp kavuruyor ve kişisel
özgürlerin genişletilmesi, polis devleti uygulamalarına son verilmesine ilişkin
talepler geniş kitlelerce destekleniyordu. Şimdi aynı kanun, terörle mücadele
eden güvenlik birimlerine ayak bağı olduğu gerekçesiyle yürürlükten kaldırılıyor.
Sadece bu örnek bile bize
terörle mücadele ederken, kişisel özgürlükleri savunanlarla güvenlik birimleri
arasındaki nasıl gerginliğin var olduğunu ispatlamaya yeter. Batı toplumlarında
bu gerginlik, terörle mücadele ekiplerine aynı zamanda kişisel özgürlükleri
savunanları ikna etme ve onların engelini aşma görevini yüklüyor. Mücadelenin
bu boyutu, bazen güvenlik birimlerine zaman kaybettirebiliyor. Çünkü terörle
mücadelede hâlâ yasal zeminde yürütülmeye çalışılıyor. Polis devleti
uygulamalarından şiddetle kaçınılıyor.
Aynı olay, facebook gibi
sosyal paylaşım sitelerinde bulunan hesapların içerdiği kişisel bilgilere
güvenlik birimleri ve yabancılara ülkeye giriş vizesi veren idari birimlerin ulaşmaları
konusuna da karşımıza çıkıyor. Vize veren merciler, Amerika`da bile Facebook
hesaplarındaki paylaşımlara bakma yetkisine sahip değil. Dolayısıyla bir kişinin
radikalleştiği ve potansiyel terörist olduğu çok kolay anlaşılamıyor. Amerika, eğer
bu takibi tam anlamıyla yapabilseydi, radikalleştiği paylaşımlarından rahatlıkla
anlaşılabilecek olan Tashfeen Malik adındaki bir Pakistanlı kadına belki de ülkeye
giriş izni vermezdi. O da kocasıyla birlikte kendini Kaliforniya`nın San
Bernandino kentindeki bir kafede patlatarak 14 kişinin ölümüne neden olmazdı.
Kanunen açıkça yasaklanmış
olan bir husus, örneğin facebook hesaplarına bakmanın yasaklanması, bu
birimlerin ellerindeki bilgileri diğer istihbarat birimleriyle paylaşmalarını
engellemekte. Memurlar o hesaplara baksalar ve radikal paylaşımları görseler
bile, bu paylaşımları vize başvurusunun reddedilmesinde bir gerekçe olarak
kullanmadıkları gibi, ileride sorumlu duruma düşmemek için ellerindeki
bilgileri güvenlik birimlerine iletmede çekingen davranmaktalar.
Kısacası terörle
mücadelede güvenlik birimlerini bekleyen bir dizi güçlük var ve bütün bir hukuk
sistemini bu mücadelenin gereklerine göre değiştirmek çok zor ve karmaşık bir
süreci gerektiriyor.
Kaldı ki bir insan
radikalleştiği andan itibaren, sosyal paylaşım sitelerinden çekiliyor. Cep
telefonu kullanımı bile asgari düzeye iniyor, hatta sıfırlanıyor. Dolayısıyla
bu durumda resmi kanallardan bilgi edinmek çok zorlaşıyor ve bütün yük
istihbarat birimlerinin çalışmasına kalıyor.
Batı dünyasının
istihbarat birimleri ile resmi merciler arasındaki ilişki, aynı kara paranın
dünya çapındaki trafiğini andırır. Nasıl kapitalist sistem, mafya türü yeraltı
örgütlerine kara parayı istedikleri gibi aklamaları için gereken manevra alanını
bırakıyorsa, istihbarat birimlerini de her türlü kanun dışı uygulama için serbest
bırakır. Nasıl kara para için vergi cennetleri meydana getiriliyorsa, istihbarat
birimlerinin sorgulamaları için de ücra, kimsenin ayak basmadığı adalar kullanılır,
hatta uçan hapisaneler oluşturulur. Tutukluların kaldığı hücreleri ve işkencehanesi
olan uçaklara verilen addır ve sorgu tamamlanıncaya kadar uçak havada kalır. Aynı
şekilde Amerika`daki „extraordinary rendition“ (olağanüstü teslimat)
uygulamaları, kişilerin hukukun olmadığı ülkelere işkence ve sorgu amacıyla
gönderilmesi, hep bu kapsamda ele alınması gereken önlemlerdir.
İstihbarat birimlerini kanun
durduramaz. Çünkü onların ülke dışında operasyon yapma yetkileri vardır. Yurt içinde
faalyette bulunabilmek, onlara kanun gözetiminden kurtulma imkânı verir. Yani
bir bakıma istihbarat örgütleri suç işlemekte, ancak bu suç cezasız kalmaktadır.
Ama kanun yurt içinde yerleşik olan resmi mercilerin elini kolunu bağlar.
Bu tür düşünceleri ilk
ortaya çıkaran Alman gazeteci Jürgen Roth`dur. Roth, organize suçların, modern
toplumlarda iktisadi ve sosyal sistemle derinlemesine içiçe geçtiğini delilleriyle
ortaya koymuştur. Bu devlet tarafından yönlendirilen, ama amaca ulaşmak için suç
işlemesine göz yumulan istihbarat birimlerinin kontrol dışına çıkması ve yarın
öbürgün kendisini yönlendiren devleti ele geçirmeye çalışması her an olasıdır.
Sadece demokrasi ve insan
hakları çerçevesi içinde kalınarak terörle mücadele daha zor. Bu nedenle
demokrasi ile yönetilen ülkelerin terörle etkin bir şekilde mücadele
edebilmeleri için, devasa istihbarat örgütleri kurmaları, kendi kanunlarının dışına
çıkmaları gerekir. Kanun, hantal bir devlet örgütü yaratır. Derin devlet
olgusunun bu toplumlarda iyice yerleşmesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkıyor.
Ama öte yandan çok geniş bir kitle bu derin devlet olgusundan ürküyor.
İşte Fransa`nın farkı burada ortaya çıkıyor.
Fransa derin devlet ve istihbarat
örgütlerine karşı diğerlerinden daha mesafeli. Fransız istihbaratının bilinçli
olarak geri bıraktırılmış olmasının nedenini burada aramak gerekir.
Bir de Fransa`nın üniter bir devlet olduğu gerçeği var.
Çok parçalı veya
federatif yapıların derin devlet olgusundan çekinmesi için daha az neden var. Çünkü
ele geçirilecek tek bir merkez yok. Birçok merkez olduğundan derin devletin
bunların hepsine birden hakim olması mümkün değil. Oysa üniter devletlerde ele
geçirilecek tek bir merkez olduğundan devlet derin devletin hegemonyasına daha
kolay girebilir. Fransa, Avrupa`da aşırı sağın en güçlü olduğu ülkelerden biri.
Bunun nedeni Fransa`nın üniter bir
devlet oluşudur. Federal yapılarda aşırı sağın güçlenmesi daha zor. Fransız
kamuoyunun derin devlet ve istihbarat konularındaki çekingenliğini artıran bir
husus bu.
Buradan federal yapıların
terörle daha iyi mücadelede edebildikleri sonucunu çıkarabiliriz.
Örneğin Türkiye…
Türkiye`de federal bir yapı yok. Dolayısıyla derin devlet olgusu, derhal
devlette otoriterliği artırıyor. İş başına gelen hükümetler, bu derinleşmiş yapıyla
çalışmak zorunda kalıyorlar. Oysa derin devlet ile yasal devlet arasında anlaşmazlık
çıkması olasılığı her zaman var. Çünkü derin devleti kimlerin yönlendireceği
konusu her zaman ucu açık bir konu olarak kalmaya mahkum. AKP öncesi derin
devlet ordunun generalleri ile Amerikan istihbarat teşkilatlarının koalisyonu
tarafından yönlendiriliyordu. AKP işbaşına geldiğinde bu derin devletle uyum içinde
çalıştı. Ancak Amerika ile ordunun generalleri arasındaki koalisyon bozulmaya
yüz tuttuğundan, uydurma delillerle dayanarak açılan davalarla ordunun derin
devlet içindeki yapılanması ortadan kaldırıldı. Ama bu sefer cemaatin adamları
derin devlete yerleştiler. Şimdi yasal devletle derin devlet arasındaki
mücadeleye yine değişik bir boyutta tanık oluyoruz.
Dolayısıyla Türkiye`de
terörle mücadale hep derin devletle görünen devlet arasındaki veya bazen derin
devlet içindeki değişik kliklerin arasında mücadele ve dengeye göre
belirleniyor. Bunlar birbirlerini başarısız göstermek için bazen yanlış
istihbarat vermek veya hic istihbarat vermemek gibi yöntemlerle terörü
birbirlerine karşı kullanıyorlar. Geçenlerde bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan bu
konuya değindi hattâ.
Yani hem demokratik
olarak kalmak, hem de terörle mücadele edebilmek ancak federal yapılarla
mümkün. Bu durumda, ileride devletin bütününe hakim olabileceği endişesi taşımadan,
kanunun ulaşamadığı, kendine terörle mücadele etmek konusunda her şeyi mübah
gören, derin devlet yapılanmaları ortaya çıkarılabılıyor, hatta bunlar kanun
gözetiminden kurtulmak için yurt dışında operasyon yapabiliyorlar.
Fransa ve bir ölçüde de
Belçika, bu derin devlet olgusuna mesafeli yaklaştıklarından, her şeyi yasal
yollardan götürmek istediklerinden terörle mücadelede yavaş kalıyorlar.
Bu zayıf yapı, üstüne
üstlük terör için verimli bir toprak olan, topluma entegre olamamış göçmen gençliği
olgusuyla birleşince ortaya teröre açık bir toplum çıkıyor.
Brüksel saldırılarında
yukarıda özetlediğimiz unsurların hepsini bir arada görebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder